Savaşa, şiddete karşı olmadan, bunun gereklerini yerine getirmeden analarımızın yaşadığı ve yaşayacağı bu acılardan kurtulmak mümkün değil.
Ülkemizde bir çok değer ya kağıt üzerinde kalmakta ya da belirli takvim yapraklarında.
İçinde bulunduğumuz hafta aynı zamanda takvim yapraklarında kalmaktan öte bir anlam taşımayan engelliler haftası.
Yine hamasi nutuklar atıldı, göstermelik kutlamalar yapıldı.
Oysa engellileri için engelsiz bir yaşam yaratamayan toplumun sorumluları, önümüzdeki gerçek engellerdir.
Öyle bir engeldirler ki; 2005 yılında çıkarılan engelliler yasasının gereklerini 7 yıl içersinde yerine getiremeyip bir 3 yıl daha uzatmak zorunda kalmışlardır.
Üç yılın bir yılı daha geçti; kamu kurum ve kuruluşlarına, yaya geçitleri, resmi yapılar, yeşil ve spor alanları gibi alt yapıların engellilerin erişilebilirliğine uyumu noktasında 7 yıldır hiçbir şey yapamayanlar geçen bir yıl içersinde de hiçbir şey yapmadılar.
Göreceksiniz; üç yıl olarak belirlenen sürenin sonunda, 7 Temmuz 2015 tarihinde de hiçbir şey yapılmamış olacak…
Peki o zaman sorun nerede, neden bu konuda herhangi bir gelişim sağlanamıyor diye sormalıyız!
Engelliler kendilerini ifade edecek imkanlardan yoksun,yani bir demokrasi sorunu olarak karşımıza çıkan problem ile karşı karşıyayız.
Engelliler için kendilerini ifade edecek ve temsil imkanı sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.
Bunun ilk adımı siyasi partiler yasası ile atılmalı; siyasi partiler için engelli kotaları getirilerek, nüfusumuzun önemli bir kısmını temsil eden engellilerimizin kendi sorunlarını kendileri tarafından çözülmesi kapsamında düzenlemeler acilen yapılmalıdır.
Yaşadıklarımız göstermektedir ki; engelli vatandaşlarımızın sorunlarının bu denli yoğun olması ülkemizin demokratik yapısının getirdiği bir sonuçtur.
İşçilerimizin sorunları, çevre sorunları, engellilerimizin sorunları kısaca toplumda mağdur durumdaki tüm kesimler ancak gerçek anlamda yönetime katıldıkça sorunlarına çözüm üretebilirler.
O zaman yapılması gereken; demokratik taleplerimizi her alanda savunarak bu haklarımızı kısıtlayanlara karşı daha yoğun bir şekilde mücadele etmektir.
Bu gerçeği artık içselleştirmeliyiz.
Çünkü; düzenin bu temelde sürmesinden çıkarı olanlar bu haklarımızın kullanılmasını her türlü yönteme başvurarak engellemeye çalışıyorlar.
Karabiga bölgesindeki bir sanayi kuruluşunun çevreye verdiği zararları aynı zamanda aynı sanayi kuruluşuna ait termik santral ile ilgili yaşadıklarını bir internet sitesi aracılığı ile kamuoyuna ile paylaşan bir gazeteci geçen gün bu yazısını özür dileyerek yayından kaldırdı.
Özür dilemesi gereken gazeteci arkadaşımız değil, ama kendisi yine okuyucusuna karşı saygılı olmanın gereğini yerine getirmiş.
En küçük bir gerçeğin bile kamuoyunda bilinmesinden rahatsızlık duyan bu kişiler kim bilir hangi baskıları gündeme getirdiler.
Bu yöntemler bildik yöntemler; susturmak, ifade ve basın özgürlüğünü engellemek karanlıklardan beslenenlerin yöntemleri.
Bugün Reyhanlı olayı nedeniyle getirilen basın yasağı da aynı mantık ile gündeme getirilmiş bir uygulama.
Peki susacak mıyız? Tabiî ki hayır.
Savaş politikalarının sonucu olarak yaşanan Reyhanlı’daki patlamanın gerçek sorumlularını deşifre etmek için Çanakkale’deki emek barış güçlerinin yaptığı gibi sokaklara çıkacağız,gerçekleri paylaşacağız.
Denizleri anma toplantısında buluşan gençlerin heyecan ve kararlılığı ile gerçekleri haykıracağız.
Hafta sonu Emek Gençliği tarafından düzenlenen Denizleri anma etkinliğine katıldım.
Oradaki bir gözlemimi sizler ile paylaşmak istiyorum.
Belki sayıca katılımı az olan bir etkinlik oldu.
Fakat gençlerin Denizlerden öğrendikleri mücadele azmi, geleneği ve isteği daha belirgin olarak öne çıkıyordu.
Onlar birer “Deniz “olma sözü vermişlerdi.
Bu bilinç ile bir çok engeli aşmaya kararlı, geleceğimiz adına umut veren bir mesaj veriyorlardı ki,bu çok önemliydi.
Onların umudu beni de derinden etkiledi ve gelecek adına umutlandırdı.