“Son sözü doğa söyler”
Türkiye’deki çevre mücadelesini yakından takip eden gazeteci-yazar Özer Akdemir, Çanakkale OLAY ile yaptığı röportajda bölgedeki çevre sorunlarını değerlendirdi. Akdemir, “11 yıldır AKP hükümeti eliyle yürütülen saldırılar, halkın yaşam alanlarını, sağlığını, geleceğini yok oluşa sürüklüyor” dedi.
Evrensel Gazetesi İzmir Temsilcisi Özer Akdemir, geçtiğimiz günlerde Türkiye Boralar Birliği ve Çanakkale Barosu’nun ortaklaşa düzenlediği bir etkinlik nedeni ile geldiği Çanakkale’de Kazdağları’nda altın madeni arama çalışmalarını ve Lapseki-Karabiga arasındaki termik santral faaliyetlerini değerlendirdi.
Evrensel Basım Yayın’dan çıkan “Anadolu’nun altındaki tehlike, Kışladağ’a ağıt” ve “Kuyudaki taş- Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” isimli iki kitabı bulunan gazeteci-yazar Özer Akdemir, “Altın madenlerine karşı köylünün başlatacağı fiili direniş, dağın dört bir yanını saracaktır” dedi.
İşte gazeteci-yazar Özer Akdemir’in Çanakkale OLAY Gazetesi’ne yaptığı o açıklamalar;
OLAY: Çevre konularında yetkinleşmiş bir gazeteci ve yine bu konuda iki kitabı olan bir yazarsınız. Türkiye’nin son 20 yıl içinde karşı karşıya kaldığı çevre sorunlarının nedeni sizce nedir?
Özer Akdemir: Çevre sorunlarının da, emeğin sorunlarının da, özgürlüklerin önündeki engellerin de temel kaynağı tek kelime ile ‘Kapitalizm’dir. Sürekli kar, sürekli sömürü üzerinde şekillenen bu sistem, dediğiniz gibi ülkemizin son 20 yılında yer altı-yerüstü zenginliklerimizin sömürüsüne yöneldi. Madenler, sular, ormanlar, kıyılar, koruma altında olsun olmasın kültürel değerler yağmanın yeni kurbanları yapılmak isteniyor. Geçmişteki hükümetlerin yanı sıra son 11 yıldır AKP hükümeti eliyle yürütülen bu saldırılar, halkın yaşam alanlarını, sağlığını, geleceğini yok oluşa sürüklüyor.
OLAY: Türkiye’nin birçok yerine çevre sorunları ile ilgili haberler yapmak amacıyla gidiyorsunuz. Ülke genelindeki mevcut çevre sorunlarını değerlendirir misiniz?
Özer Akdemir: Her yer yangın yeri gibi! En güzel köşelerimiz, barbar bir talanın elinde adeta can çekişiyor. Bu durum gözlerden kaçırılmak isteniyor ama gerçeklerin üzerini örten bu sis perdesi bile artık talanın, yıkımın boyutları karşısında çaresiz kalıyor. Ülkenin yüzlerce köşesinde siyanürlü altın işletmeciliği ile topraklarımız zehirleniyor. Dereler HES’lere kurban ediliyor. Termik santraller havayı, yaşamı, geleceği karartıyor. Nükleer bir kabusa ramak kaldı. Temiz, yenilenebilir enerji kılıfı altında köylülerin meralarına, tarlalarına el konuluyor. Halk topraktan, tarım ve hayvancılıktan koparılıp bu projelerde ucuz iş gücü, ücretli köle haline getiriliyor.
OLAY: Özellikle Karadeniz’e bir parantez açmak gerekirse, Karadeniz’deki tahribat ne düzeyde?
Özer Akdemir: Karadeniz Sahil yolunun yarattığı yıkım, tahribatın boyutları yıllar içerisinde kendini daha çok gösteriyor. Doğanın milyonlarca yılda oluşturduğu sisteme yapılan bu ‘akılsız’ müdahale hem ‘denizin çocukları’ Karadenizlileri adeta denizden yalıtırken, hem de güzelim kıyıları mahvetti. Ama her zaman son sözü doğa söylemiştir. Deniz, kıyılara yapılan yolları yerle bir ederek geri alacak eninde sonunda. Çernobil nükleer kazasının ardından bölgedeki kanser olaylarındaki artış artık gizlenemiyor. Bunun yanı sıra son birkaç yılın bu bölge açısından kuşkusuz en önemli çevresel sorunu HES projeleri. Gerek Karadeniz’de gerekse ülkenin hemen her yerinde, üzerinde HES projesi yapılmayan dere, ırmak kalmadı neredeyse. Bu HES’lerin yaptığı doğa tahribatı ve sulara sermaye tarafından el konulması gibi sorunların yanı sıra, özellikle Karadeniz’de olduğu gibi büyük bir kültürel ve toplumsal sıkıntının da ana nedeni. Yüzlerce yıldır dere kenarlarında, o suyun sesiyle yaşayan insanların ellerinden sularının alınmasının yaratacağı tahribat, çevre sorunlarının çok ötesinde toplumsal bir travmayı da tetikliyor. İşte bunun için Karadenizliler geçmişte önleyemedikleri sahil yolunun verdiği dersle ‘Denizimizi aldınız, deremizi asla’ diye direnmeyi örgütlüyorlar.
OLAY: Yeni tabiat kanunu, “Üstün Kamu” yararı ifadesi eklenerek mecliste görüşülmeyi bekliyor. Komisyonda CHP grubunun şerhine rağmen oy çokluğu ile kabul edildi. Siz bu kanunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özer Akdemir: Yasanın temel amacı, AKP döneminde çıkarılan yüzlerce diğer yasada olduğu gibi sermayenin, sömürü alanlarının önündeki engelleri temizlemek. Bunu yaparken de sanki tam tersi bir algı yaratmak için yasalara ilginç adlar koyuyorlar. Tabiatı ve Biyo-çeşitliliği Koruma Yasası bunun en bariz örneklerinden birisi. İşin özü; tabiatı bu yasadan korumak gerekiyor!... Bütün SİT alanlarını kaldırıyor mesela, artık ne doğal, ne tarihi SİT’ler şirketlerin önüne engel olamayacak. Oluşturulan kurullar hükümete göbekten bağlı. Kurullardan doğayı koruyacak, şirketlerin talanına dur diyecek bir karar çıkma olasılığının önü kesiliyor. “Üstün kamu yararı” yaşamın sürdürülebilirliği penceresinden değil kalkınmanın sürdürülebilirliğinden bakılarak yorumlanıyor. Bunun gibi birçok yıkım maddesi var bu yasa da.
OLAY: Çanakkale bölgesindeki özellikle Kazdağları’nda altın madeni arama çalışmalarını uzunca bir süredir yakından takip ediyorsunuz. Buradaki durumu özetleyebilir misiniz?
Özer Akdemir: Kazdağları’ndaki altın işletmeciliğinin diğer altın madenlerinden farkı bu kadar dar bir alanda onlarca altın arama faaliyetinin aynı anda sürmesi. Benim bildiğim 40’a yakın farklı altın arama çalışması hali hazırda devam ediyor. Bunlardan 8’inin ÇED süreci tamamlandı. Madencilerin işlerini kolaylaştırmak için enerji hatları, yol genişletme çalışmaları tüm hızıyla sürüyor. Çok yakın bir gelecekte Ağı Dağı, Kirazlı bölgesi, Halilağa sırtları gibi ormanlık alanların tıraşlanmasına, maden tesislerinin kurulmasına geçilebilir. Bunun ardından tel örgülerle çevreli son derece güvenlikli bir alanda siyanürlü yığın liçi yöntemi ile altın işletmeciliği faaliyeti gelecek. Daha şimdiden, sondaj aşamasında bile 40’ın üzerinde köyün içme suları ya içilemez ya da bulanıklık vs, sorunlarla boğuşuyor. Durum bu kadar kötü ama tüm bunlar durdurulabilir. Hiçbir şey için geç değil. Hatta bugün Kazdağları’ndaki tahribat bu madenlerin üretime geçmesinin ardından yaşanacaklarla kıyaslanamaz bile. Peki ne yapılabilir? Ben iki yolu olduğunu düşünüyorum Kazdağları’nın kurtulmuşunun. İkisi de halkın gücünü esas alıyor aslında. Birincisinde Çanakkale merkezli, özellikle belediyenin önemli bir güç merkezi olarak işin içinde olduğu, onbinlerce Çanakkalelinin sularına, doğasına sahip çıkma mücadelesinin yaratılması. Kazdağları’ndan, Çanakkale’nin geleceğinden, suyundan, havasından, toprağından, tarihsel öneminden sorumlu olduğunu düşünen herkesin çabası ile gerekirse ev ev gezilerek insanlara durumun vahameti anlatılmalı her şeyden önce. Sonra siyasi iktidarın Kazdağları’ndaki bu madenciliğe yeşil ışık yakan politikaları halkın meydanlara çıkışı ile protesto edilmeli ve meydanlar bu faaliyet durana kadar boşaltılmamalı. Tıpkı, Mısır diktatörü Mübarek’in, Tunus’da Bin Ali’nin devrilmesi gibi. Meydanlar Kazdağları’nı korumak için dolabilir, dolmalı. Bu hiç zor değil bence. Yeter ki bunun gerekli olduğu kararı verilsin, çalışması yapılsın halka kabul ettirilsin. Halka güvenilsin. Bu gücün karşısında hiçbir güç duramaz. İkinci sonuca gidebilecek mücadele yöntemi dağın birçok yerine yayılan işletmelere karşı, herhangi bir yerinde tutuşturulacak direniş kıvılcımının yaratılmasıdır. Karaköy’de, Kızılelma’da, Evciler’de ya da başka bir yerde altın madenlerine karşı köylünün başlatacağı fiili direniş, dağın dört bir yanını saracaktır diye düşürüyorum. Halk buna hazır ve o kıvılcımı çakacak yer bekleniyor sadece.
OLAY: Çanakkale’de Lapseki ile Karabiga arasına yaklaşık 100 km’lik bir alanda 14 bin megavat termik santral kurulması planlanıyor. Bu konuyla ilgili görüşleriniz nelerdir?
Özer Akdemir: ‘Akıl tutulması’ demek gerek belki ama kapitalist akıl ancak olayın karlılık yönünü düşünür. Doğa, canlı yaşamı, tarih, kültür, hatta o çok sevdikleri “vatan-millet-kitap” paranın gücü karşısında anlamsızlaşır bu sistemde. Sisteme hizmet edenlerin dini-imanı da işte buna endekslidir. Doğayı sevmeyen, yaşamı yok eden bir sistemin vicdanla, inançla, güzel olan ne varsa onlarla yan yana gelmesi beklenemez. Çanakkale Biga’daki daracık alana kurulması planlanan termik santralleri, ya da Hatay Erzin de olduğu gibi narenciye bahçelerinin yanı başına dikilmek istenen 16 termik santrali, ya da ‘çeşm-i cihan Amasra’yı küle boğacak santrali yukarıdaki bakış açısıyla değerlendirebilirsek olan biteni anlayabiliriz diye düşünüyorum.
OLAY: Karabiga’da özellikle çok trajik haberler alıyoruz. Bir hafta içinde iki üç kere toplanmaya çalışılan belediye meclis toplantıları, termikçilerin baskısı nedeni ile sinir krizi geçiren belediye meclis üyeleri, suç duyuruları, şikayetler vs. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özer Akdemir: Karabiga’da 2010 yılında TV programı çekmiştik. Karabiga’dan önce Elmalı köyünde altın madenciliğine karşı köylünün eylemini çektik. Karabiga belediye başkanı Elmalı’da altın madenciliğine ve termik santrale karşı olduğunu, mücadele edeceklerini söylüyordu. Aynı sözleri termik santralin kurulmasının planlandığı Karabiga’da Priapos antik kenti kalıntılarının önündeki çekimlerimizde de tekrarladı. Elmalı’nın direnişi sonuç verdi, altıncılar madenden vazgeçip gittiler. Aynı direnişi belediye Başkanı gösteremedi ne yazık ki. Duyduğuma göre termikçiler tarafından götürüldüğü bir yurt dışı seyahati sonrası ‘ikna edilmiş’! Şimdi termiği savunuyor. Karabiga’da olan bitenin ana nedenlerinden birisi başkanın bu anlamsız tavrı. Karabigalı, Bigalılar tüm yöre halkı kendi geleceklerinin kararmasını önlemek istiyorlarsa termiğe de ona geçiş izni veren belediye başkanlarına da ‘dur’ demeliler. Halkının yaşam alanlarını yok eden bir faaliyeti destekleyen kişi belediye başkanlığında bir dakika oturmamalı. Oturtulmamalı. İstifa etsin, ettirilsin. Gitsin termikçi şirkete çalışsın…
OLAY: Tüm bu süreçte çevre mücadelesi verilirken, insanın aklına Bergama örneği gelmiyor değil. Yani yarın bir gün, bugün bu mücadeleyi veren insanlar alman casusluğu ile suçlanabilirler. Ya da haklarında yalan haberler çıkabilir. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nedir?
Özer Akdemir: Bergama köylü hareketinin sönümlenmesinde birinci derecede rol oynayan bu ‘iftira’nın Kazdağlarında ve yörede yaşam alanlarını korumaya çalışan kişi ve kurumlar için de tekrarlandığını sıkça duyuyorum. Hatta Çanakkale Belediye Başkanının bu iddialar karşısında açıklama yaptığı konuşmalarını bile anımsıyorum. Aslında ortaya atılan bu yalanın ortaya konuş süreci, aktörleri, sahtelikleri belgeleri ile kanıtlandı. Bu yalan, yaşam alanını savunan halka karşı nelerin yapılabileceğinin görülmesi açısından örnek olarak gösterilip, arkasındaki güçlerin deşifre edilmesini sağlayacak bir fırsata da çevrilebilir. Hatta çevrilmeli ki on yılı aşkın bir süredir her fırsatta tekrarlanan bu yalanı bir daha kullanma cesaretleri kalmasın. 2011 yılı Kasım ayında Evrensel Basım Yayın’da çıkan 2. kitabım, “Kuyudaki Taş / Alman Vakıfları ve Bergama Gerçeği” oyunu tüm yönleri ve belgeleri ile açıklıyor. Bu kitabı mücadelenin bir aracı olarak değerlendirmenin bu türden iftiraların bir daha tekrarlanmaması için gerekli olduğunu düşünüyorum.