“Mıhlı Çayı’na HES yaptırmayacağız”

Mıhlı Çayı’nda yapılması planlanan Hidroelektrik Santrale (HES) karşı başlatılan mücadele yarın yapılacak eylem ile yükseltilecek.

820
Eylem öncesi yapılan açıklamada “Kazdağlarımıza yapılan vahşi madencilik saldırısı yetmiyormuş gibi, dağımızdan Ege Denizi`ne akan ve Balıkesir ile Çanakkale il sınırını oluşturan Mıhlı Çayına HES yapılacağını öğrenmiş bulunuyoruz” dendi. Bugün saat 15’te Mıhlı Çayı Köprüsü’nde “Mıhlı Çayı özgür aksın” eylemi ve basın açıklaması yapılacak.
 
Aralarında Ayvalık Adaları Tabiat Parkı Platformu, Edremit Çevre Sağlığı ve Doğayı Koruma Derneği, GÜMÇED Edremit Körfez Şubesi, Kaz Dağı ve Madra Dağı Belediyeler Birliği, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği’nin de bulunduğu demokratik kitle örgütleri Mıhlı Çayı’na sahip çıkma çağrısında bulundular. Yarın saat 15’te Mıhlı Çayı Köprüsü’nde yapılacak “Mıhlı Çayı özgür aksın” eylemi ve basın açıklaması öncesi yapılan açıklamada Tabiat Kanunu ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu tasarısına da değinildi. Yapılan açıklamada “Giderek ulusal bağımsızlığımızı yitirmeye başladığımız ülkemizde, Cumhuriyet’in tüm kazanımlarının yanı sıra doğal varlıklarımız hızla ve üstelik yasal düzenlemeler yolu ile sürekli olarak talan edilmektedir. Gün geçmiyor ki doğal zenginliklerimizin kıyımına ilişkin yeni bir düzenleme görmeyelim. Neredeyse her gün yaşama geçirilen ve takip etmekte zorlandığımız bu mevzuat değişiklikleri sonucu ormanlarımız, tarım alanlarımız, meralarımız, HES’ler nedeniyle Anadolu’nun en bakir su havzaları ve korunan alanlarımız uluslararası sermayenin kullanımına sunulmuştur. Çok yakın tarihte çıkarılan Endüstriyel Bölgeler Kanunu, Elektrik Piyasası Kanunu, Yenilenebilir Enerji Kanunu, Maden Kanunu, Orman Kanunu’nda yapılan bir çok değişiklik, 2/B Kanunu, Kentsel Dönüşüm Kanunu, Yeraltı Su Kanunu ile önümüzdeki günlerde çıkarılması planlanan Tabiatı Koruma ve Biyolojik Çeşitlilik Kanunu doğal zenginliklerimizi yok eden bu düzenlemelerin en tipik örneklerini oluşturmaktadır. Çıkarılan bu yasaların ortak özelliği (O doğal varlığı koruma) adı altında insan ve doğal yaşam üzerinde sermayenin gücünü kullanarak baskı kurmaktır. Çünkü kapitalizm, içinde bulunduğu krizden çıkış için, gelişmekte olan ülkelerdeki doğal ve kültürel zenginlikleri sermayeye dönüştürme çabasına girmiştir. Bu amacı gerçekleştirebilmek için doğal varlıklarımız üzerinde var olan koruma kalkanlarını işbirlikçi iktidarın çıkardığı yasal düzenlemeler ile kaldırarak, sömürülerine meşruiyet kazandırmayı da yöntem olarak belirlemiştir. Kapitalizmin krizden çıkış için göz koyduğu varlıkların başında Anadolu’nun suları ve su kaynakları gelmektedir. Nitekim uluslararası sermayenin çıkarları ve baskısı doğrultusunda 16.12.1960 tarih ve 167 Sayılı Yeraltı Suları Kanunu Şubat 20011 ve Şubat 2013 tarihlerinde iki kez değiştirilmiştir. Yapılan bu değişiklikler ile geleceğimiz açısından stratejik öneme haiz yeraltı sularımız uluslararası tekellerin tüketimine açılmış ama çiftçimize kendi açtığı su kuyularına da sayaç takma zorunluluğu getirilmiştir. Bu durum su kaynaklarımızın hızla azalmasına neden olacak ayrıca tarımsal faaliyetlerimizi dolayısıyla da gıda güvenliğimizi olumsuz yönde etkileyecektir. Kaldı ki bugüne kadar uygulanan (Doğayı Sermayeye Dönüştürme) politikaları sonucu ülkemizde; Temiz su kaynakları hızla kirlendi ve tükenmenin eşiğine getirildi, su yönetiminden sorumlu belediyeler kapitalist anlayışla iş gören ticari işletmelere dönüştürüldü. Akarsularımızın sosyal ve ekolojik etkileri göz ardı edilerek, havza planlaması yapılmadan, yöre halkının onayı alınmadan, üstelik gösterdikleri direnç hiçe sayılarak inşa edilen HES’ler ve barajlar ile su havzalarımız özelleştirildi. Buralarda yaşayan halkımız göçe zorlandı ve en doğal hakkımız ve de bizim varlıklarımız olan sularımız ticarileştirildi, halkımız su hizmetlerini satın alan müşteri konumuna getirildi. Anadolu gibi suyu kısıtlı olan bir coğrafyada yaşayan bizler, uluslararası tekellerin bu tür dayatmaları karşısında sessiz kalamayız. Çünkü sahibi olduğumuz suların ticarileşmesi bize, gerek sağlık, gerekse sosyal ve ekonomik açıdan çok ağır faturaların çıkmasına neden olacaktır. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Çünkü su; Yaşamın olmazsa olmaz en önemli ama hızla yok edilen ve kirletilen, stratejik bir kaynaktır. Sağlıklı ekonomilerin ve mutlu toplumların temel taşlarından biridir, Tüm canlıların yararı doğrultusunda, sürdürülebilir bir yaklaşımla ve etkin bir biçimde korunması, bütüncül bir anlayışla planlanması ve kullanılması gereken bir kaynaktır. İşte bu nedenle her bireyin yeterli ve kaliteli suya erişim hakkı vardır. Bu hakkın sağlanması devletin en temel görevlerinden biri olmalıdır. Mevcut anayasasında "sosyal devlet ilkesi" bulunan ülkemizde, suyun temini ve sağlıklı bir biçimde dağıtımı önemli bir kamu hizmeti olarak görülmeli ve herkesin yaşamsal etkinliklerini sürdürebilecek miktar ve kalitede suya erişiminin önündeki tüm yasal düzenlemeler ve uygulamalar derhal kaldırılmalıdır. Yeraltı sularımızı metalaştıran bu kanun yetmiyormuş gibi siyasi iktidar yüzeysel su varlıklarımızı da metalaştıran yeni bir kanun tasarısını meclisin gündemine taşımıştır. AB tarafından 2006 yılında yürürlüğe konulan (Su Çerçeve Direktifi) doğrultusunda, (Kullanan Öder) anlayışı ile hazırlanan bu yeni Su Kanunu Tasarısı’nın temel hedefi küresel ısınma ve nüfus artışı nedeniyle gelecekte oluşabilecek bir su krizine karşı, suların kontrol altına alınması ve tamamen ticarileştirilmesini sağlamaktır. Bu düzenlemeler sonucu; Çiftçimizin tarımsal sulama faaliyetleri piyasa koşullarına bağlanacaktır. Evlerimize ve tarlalarımıza kontörlü sayaç bağlanacaktır. Yer altı sularımız hızla bitirilecektir. Dere ve göllerimizin üstüne içme suyu tesisleri kurulacak, başına kolluk kuvvetleri dikilecektir. Bolivya örneğinde olduğu gibi evlerin çatılarından akan yağmur sularına bile el konulacaktır. Kısacası pınarlarımız, derelerimiz ve göllerimizin tümünde yaşayacağımız gibi Mıhlı Çayı gibi yeryüzünün en güzel çayında bize gezmek bile yasaklanacaktır” dendi.
 
“Mıhlı Çayı"nda HES kurmak, doğaya yapılacak bir ihanettir”
Mıhlı Çayı’na kurulacak HES’e karşı yapılan açıklamada bu yatarımın doğaya ihanet olduğu iddia edildi. Yapılan açıklamada “Kazdağlarımıza yapılan vahşi madencilik saldırısı yetmiyormuş gibi, dağımızdan Ege denizine akan ve Balıkesir ile Çanakkale il sınırını oluşturan Mıhlı Çayına HES yapılacağını öğrenmiş bulunuyoruz. Homeros’un İliada Destanı’nda sıkça sözü edilen, şelaleleri, Baş Değirmeni ve antik kemer köprüsünün yanı sıra eşsiz görsel peyzaj ve kültürel zenginlikleri barındıran Mıhlı Çayı’nda HES kurmak cinayetle eş anlamlıdır. Bu nedenle Mıhlı Çayımızı ve onun sularını hiç kimseye vermeyeceğiz. Çünkü Mıhlı Çayı’na HES inşa edildiğinde dere içinde ve çevresinde ağaçlar kesilecek, su tünellere sokulacağı için havza susuz kalacak, yazın bile gürül gürül akan su kaybolduğu için vadide su ve kuş sesleri kesilecek, havza boyunca biyolojik denge bozulacak, ekosistem çökecek ve tüm canlılar ölecektir. Ayrıca, her yıl, özellikle yaz aylarında yöreyi ziyaret eden binlerce insanın ayağının kesilmesi ile turizm faaliyetleri bitecek, yapılan inşaat ve hafriyat nedeni ile havzanın görsel peyzajı tamamen zarar görecektir” dendi.
Paylaş