“Meslek büyüğümüzü, ustamızı, çınarımızı kaybettik”

ÇGD`den yapılan açıklamada, “Yokluğu aklımıza bile gelmeyen koca çınar Yaşar Kemal`i kaybettik. Yaşar Kemal, bizim için bir rehberdi. Yaşar Kemal Antalya`da yoksul köylünün yanan ormanlarını söndürmeye çalışırken de Hasankale depreminde ölenlerin cenazesini kaldırırken de Van`da mağaralarda yaşayanların hayatına ortak olurken de gazetecilik yapıyordu. Gazetecilik yaparken yaşıyor, insanca bir yaşam için yazıyordu” dendi. Ayrıca büyük çınarın ÇGD`ye yolladığı 2011 tarihli mektubu da paylaşıldı.

468
 
 
Çağdaş Gazeteciler Derneği Çanakkale Şubesi`nden yapılan açıklamada Yaşar Kemal`in haber, edebiyat, röportaj ve şiir konusundaki önemine değinilerek, onun emanetlerine sahip çıkılacağını dile getirildi. Yapılan açıklamada “Yaşar Kemal, ilkelerimizi hayata geçiren, halkı için haberler, röportajlar, şiirler, efsaneler yazan bir koca çınardı. Onun gölgesinde olmaktan hep mutluluk duyduk. Bize bıraktıkları halk sevgisi ve umut oldu. Emanetlerine sahip çıkmak en önemli görevlerimizden olacak. Büyük usta, 2011 yılında ÇGD Onur Ödülünü almayı kabul etmiş, bizi onurlandırmış ve bize bir mektup göndermişti. O mektubu bir kez daha paylaşıyor ve tüm halkımıza bu büyük kayıp karşısında sabırlar diliyoruz” dendi.
 
Yaşar Kemal`ın o mektubu;
ÇGD`den yapılan açıklamada “Büyük usta Yaşar Kemal, 2011 yılında ÇGD Onur Ödülünü almayı kabul etmiş, bizi onurlandırmış ve bize bir mektup göndermişti. O mektubu bir kez daha paylaşıyor ve tüm halkımıza bu büyük kayıp karşısında sabırlar diliyoruz. -Beni bu ödülle onurlandırdığınız için teşekkür ederim. Bugün sizinle birlikte olamadığım için üzülüyorum. Yine de, fırsat buldukça birçok yerde söylediğim, yazdığım düşüncelerle karşınızdayım.1952 yılının son günlerinde Aşık Veysel’i görmeye gitmiştim, köyüne. Tam dönecekken büyük bir deprem haberi geldi, 3 Ocak 1952, Erzurum, Hasankale yerle bir olmuş. Yakında olduğum için ilk giden gazeteci ben oldum. Çok büyük acılar yaşanıyordu. Depremden sağ çıkanlar eksi 30 derecede incecik çadırlarda yaşam savaşı verirken çoğu ‘keşke ölseydik, bu halimizden daha iyi olurdu’ diyordu. Taş kesilmiş insanlar, donmuş toprak, gömülemeyen ölüler ve bilen bilir anlatılmaz bir koku… Sakıp Hatunoğlu adında bir arkadaşla birlikte dolaşıyorduk. Bir donmuş bebek gördük, yaşıyor gibiydi. Ben röportajları aktarıyorum telefonla, gazete filan gördüğümüz yok. Günler sonra elimize gazete geçti, benim röportajda o bebeği anlatmışım. Okurken önce arkadaşım ağlamaya başladı, sonra ben… O gün bir kez daha anladım sözün gücünü. Basının gücü sözün gücüdür. Onun için de basın her zaman büyük baskı altında kalmıştır. Yazarları, gazetecileri, gazeteleri satın alma o batan Osmanlıdan kalma bir gelenektir. Daha da yoğunlaşarak sürüyor. Her darbe döneminde kimi görsem, kiminle konuşsam, `İyi yapmıyorsun` derlerdi. `Bugünlerde yazı yazılır mı, söz söylenir mi? Azıcık sabret canım, ne oluyorsun? Sana yazık değil mi? Sonra, ne yazacaksın bu koşullar altında, neyi nasıl söyleyeceksin? Haydi sen söyledin, çalıştığın gazete koyabilecek mi? Çalıştığın gazete kapatılmayı, ekonomik baskıları göze alabilecek mi? Ya gazetede çalışanlar ne diyecekler, gazete kapatılıp onlar işsiz kalınca, yüzlerine nasıl bakacaksın?` Bizde basından gereğinden fazla korkuluyor. Basın da kendisinden korkuyor. O da kendi kendini eleştiremiyor. Gazetecilik bir yaratıcılıktır. Gazete, okuyucusunu kendi yetiştirir. Politika bir dedikodu arenasına dönerse, gazeteler de gece gündüz aynı kişilerin aynı tür sözlerini, dedikodularını, küfürlerini yazar, bol üstsüz, bol bol ilanla gazete yerine cıncık boncuk verirse milleti canından bıktırır. Gazete haber verir. Gazete öğretir. Gazete okuyucunun nabzına göre şerbet vermez. Gazete okuyucularını kışkırtmaz. Kol gibi harflerle manşetler vererek, bir spor karşılaşmasını en büyük ulusal olay durumuna sokmaz. Kürt sorunu gibi büyük ulusal sorunlarla oynamaz. Doğa kırımı gibi ülkenin geleceğiyle ilgili konularda gerçekleri saptırmaz. Basın zanaat değil sanattır, yaratıcılıktır, dirençtir. Basın hiç bir çıkarın yanında olmamalıdır, kendi çıkarı olsa bile. İşte basının özgür olması budur. Özgürlük düşüncesi sınırsızdır. Basın, dünyamızdaki pek çok kötülüğün bilinmesini, duyulmasını sağlayarak önemli savaşımlar vermiştir, kahramanlar yetiştirmiştir. Düşünceyle uğraşmak, düşünceye önem vermek baskıcı düzenlerde her insanın başını belaya sokuyor. Bugüne kadar basın şöyle bir doyasıya özgürlük yüzü göremedi. Hep baskı, hep baskı, hep satın alma... İşte bugünlere geldik. Hani eskiden bir güç vardı, ona ilerici güç diyorduk ya hepimiz karanlık bir duvarın önüne geldik başımızı son hızla vurmak üzereyiz. Yargı mekanizması adalet yerine öfke ve korku kaynağı olursa işte bir ülke böyle olur. Hapishane kötüdür, ölüm gibi. Bilincine varınca, düzleşir, olağanlaşır. İnsan soyunu zulüm kadar hiçbir şey küçültmez. Ne derler, zulmün artsın ki tez zeval bulasın... Zulüm aşağılık, insanlık dışı bir şeydir, ölümden de beterdir. Bilincine varınca olağanlaşır. Hepsinden beteri de insan soyunun yakasına yapışmış korkudur. İnsan korkusunun üstüne yürüdükçe, korku azalır, gücünü yitirir, insan soyu korkuda çürümez. Zulüm zulüm değildir aslında, zulüm korkudur. Her şeyin temeli, beteri korkudur. Diyorum ki, korkulmasın, bugünkü, bu gelip geçici duruma bakıp umutsuzluğa düşmenin bir gereği yok... Bugün hapishanelerde, mahkeme kapılarında veya mahkeme kapılarına gitmeyi beklerken mesleğinin ve insanlık onurunun hakkını verenler var. Onlar ve onların hakları için omuz omuza yürüyen, sesini yükseltenler insanlığımızın daha bitmediğini, vurdumduymazlığımızın bizi öldürücü hale getirmediğini kanıtlıyorlar. İnsanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır. Demokrasiyi yaratmak insanlığın büyük gücü olmuştur. Çok söyledim, tekrar söylüyorum. Ya demokrasi ya hiç… Ve Türkiye ‘hiç’e layık değildir. Selam olsun düşünce özgürlüğü ve insan hakları için direnen meslektaşlarıma. Selam olsun, korkunun üstüne yürüyenlere. Selam olsun insanlık toptan tükenmedikçe umudun da tükenmeyeceğini gösterenlere. İnsan soyu içinde en güzelleri, en kutsanacak olanları onlardır-”
Paylaş