Ahmet İnsel: Atılan adımları son derece önemli buluyorum. Samimi bulup bulmamak siyasetin sorusu değildir. Samimi olmaz kendisine rağmen istemediği bir süre girer, samimi olmamasına rağmen devam eder. Bu siyasetin oyunudur. Ben samimi olup olmadığına değil, buradan ne çıkacağına, atılan adımlardan geriye dönülüp dönülemeyeceğine bakarım. Bence en önemlisi de bu. Şu yaşadığımız son üç aydaki adımlar, bundan sonra, hükümet, PKK, Abdullah Öcalan ve başkaları bu sürece, bu yola devam etmeme kararı alsalar bile geri dönüşü olmayan iz bırakacak bir iştir. Öcalan’a “terörist başı” demeyen, “bebek katili” demeyen, idamının vacip olduğunu söylemeyen hükümet, basın çevresi üç ay sonra geri dönüp, artık bunları iddia edemez. Çünkü Türkiye’de bir tabuyu kırdılar. Bir tabu kırıldı. Algı değişti, toplumun algısı değişti. Biz altı ay önce Şehit Aileleri Derneği’nin Abdullah Öcalan’ın mektubunu alkışlayacağını ve MHP’nin Bursa mitingini eleştireceğini hayal edemezdik. Şimdi öyle şeyler oluyor. Toplumsal algı dediğimiz bir tabunun kırılması, karşı tarafın artık başı ezilecek düşman değil, müzakere edilip bir çözüm bulunacak taraf konumuna geçmesi Türk siyasal hareketinin hepsinin suçlu insanlar olarak değil, Türkiye’de devlet politikalarının mağdurları olarak algılanmaları, PKK’nın ölmüş militanları ile askerlik hizmeti sırasında ölmüş askerlerin birlikte anılır hale gelmesi. Bütün bunlar bir toplumsal algı zihniyetidir. Türkiye’de toplumsal algıda çok büyük değişim var. Bu değişimin geriye dönmesi çok kolay değil artık. Bence en büyük kazanımımız bu, o tabuların yıkılması. Bundan sonrası hem CHP’nin hem BDP’nin hem solun hem AKP’nin sorumluluğudur. Böylesi bir toplumsal algı değişikliği ortaya çıktıktan sonra sorunu çözemiyorlarsa Türkiye’de sorunun çözülmesini kimse istemiyor anlamına gelecektir.
Ahmet İnsel: Bölünme dediğimiz şey doğru. Türkiye’de çok parti var. Küçük sol partiler var. Topladığımız zaman hepsini, çok ciddi bir toplam da çıkmıyor ortaya. Fakat, yeni bölünmeden ziyade bu kez bir birleşme oldu. Var olan iki parti birleşti. Yeşiller diye bir parti vardı, bir de Eşitlik ve Demokrasi Partisi vardı. Eşitlik ve Demokrasi Partisi ile Yeşiller Partisi birleşti. Yani dolayısıyla bölünmeden ziyade bu kez bir birleşme adımı bu. Yeşiller, Türkiye’de çevre sorunlarını siyasal alana yıllardan beri ısrarla getirmeye çalışan bir siyasal hareket. Eşitlik ve Demokrasi Partisi de kurulduğundan beri esas amacı tam da Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler, bütün bunların arasındaki ilişkilerin yeni Türkiye toplumunun hem eşitlikçi ,eşitlik kavramı etrafında sorunlarını çözmeye çalışan, demokrasinin derinleşmesini, yaygınlaşmasını amaçlayan, özgürlükçü bir solu Türkiye’de oluşturma amacındaydı. Ben Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin iki üç tane sloganı varsa birisi, “sorunlarımızın çözüm anahtarı eşitliktir” idi. Kadınlar ve erkekler arasındaki eşitlik, sosyal haklar açısından eşitlik, Türkler ile Kürtler arasında eşitlik, Alevilerle Sünniler arasında eşitlik. Bu bizim Türkiye’deki asli sorunlarımızın hepsine verebileceğimiz, ortak çözüm anahtarıydı ve özgürlüktür. Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin en büyük amacı da eşitlik için özgürlüğü feda etmemek, özgürlük için de eşitliği feda etmemek, ikisini birden oluşturabilmek amacındaydı. Fakat Türkiye sol geleneğinde çevre sorunları hep “iktidara geldiğimizde çözeriz” dediğimiz hatta bazıları açısından da kalkınmacı sosyalist hareketler açısından da biraz lüks, “bu toplum için lüks. İlerde zengin olduğumuzda çözeriz, zengin sorunu” diye tanımlanan sorundu. İş, aş ve ekmek dediğimiz zaman, iş, aş ve ekmeğin yanına çevrenin korunması, insanların iyi bir çevrede doğup, uyum içinde yaşamaları gereği pek uymuyordu. Bunu yıkmak için solun bu kalkınmacı, istihdamı sadece sanayide gören, istihdamın çevre etkisini çok dikkate almayan, yaklaşımını kırmak için, solu yeni bir toplumsal sorun ve mücadele alanı ile bütünleştirmek için ve diğer taraftan Yeşillerin de siyasete çevre sorunları merkezli bakmalarını siyasallaştırmak için siyasal bir yeşil hareket oluşturmak için bu iki partinin birleşmesinin uygun olduğunu düşündük. İyi bir şey oldu. Bence önümüzdeki dönemde aynı batı da olduğu gibi, zannediyorum Çin’de de ilerde olacağı gibi insanların, özgürlüğü, eşitliği, hak mücadelesini taşıyan hareketlerin önemli mücadele boyutları çevre hareketleri, çevre sorunları, insanların çevreyle olan ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi boyutunda olacaktır. Solun mücadele alanının zenginleşmesi, yeşillerin mücadele alanının genişlemesi, açısından bu birliktelik bana çok önemli geliyor. Çünkü yeşil hareket esas itibariyle bir demokrasi hareketidir aynı zamanda.
OLAY: Çevre sorunları, Kürt sorunu, AKP, gibi kavramları göz önüne alırsak, mücadele sürecinin en önemli sorunları neler? Yani demokratikleşme noktasında sol mücadelenin içinde bulunduğu sorunlar sizce neler?
Ahmet İnsel: Biz Türkiye toplumu olarak sol da dahil olmak üzere eğitim yapısı itibariyle, aile yapısı itibariyle otoriter refleks ve geleneklerin güçlü olduğu bir toplumuz. Sol da buna dahil. Halbuki bütün bu mücadelelerde solun amacı sadece mücadeleyi kazanmak değil, mücadeleyi bir biçimde kazanmaktır. Yani demokrasi mücadelesi sadece amaç değil o amaca gidilen yolun da demokrat olmasını getirir. Darbe yapıp demokrasi bahşetmek değildir demokrasi mücadelesi. Dolayısıyla sol da olsa hatta çevre hareketlerinden de geliyor olsa Türkiye toplumunun kültürel dönüşümünde elimizde toplumsal davranış itibariyle büyük ölçüde otoriter davranışları salgılamamız. Bu da solun özgürlükçü yapısını büyük ölçüde kırıyor. Zaaf noktamız bu, güçlü olamamamızın nedeni bu. İkincisi Kemalizm’den kalan kamburumuz halen var. Kemalizm’le olan ilişkilerimizi zaman için temizlememize rağmen hala siyaseti toplumsal sınıflaşmayı, toplumda dost ve rakip ilişkisini hala Kemalizm’in çizdiği, kafamıza zerk ettiği kalıplar üzerinden yapıyoruz. Hala örneğin Kürt sorunu ile ilgili demokratik barış yönünde adımlar atıldığında bu adımların içeriğine bakmaktan ziyade adımların kimin tarafından atıldığına bakarak değerlendiriyoruz. Şu çok üzücü bir şey, solun hepsi değil, büyük bölümü en azından yöneticileri noktasında Kürt sorununda atılan adımları desteklediklerini söyleseler de biliyoruz ki solun içinde bir kesim sadece bu iş AKP’ye yarayacak diye atılan adımları desteklemiyor. AKP’ye yarayacak diye sürekli bir mızıldanma halinde. Halbuki solun bu AKP kompleksinden kendini kurtarması lazım.