“İnsanca yaşamaya yetecek bir ücret istiyoruz”

TBMM`ye sunulan kanun tasarısına tepki gösteren Eğitim-Sen Çanakkale Şubesi Yürütme Kurulu`nun açıklamasında; "Akademik teşvik ödeneği değil tüm Üniversite emekçilerine insanca yaşamaya yetecek ücret istiyoruz!" denildi.

528
AKP Hükümeti ile TBMM`deki siyasi partileri, konu ile ilgili gerekli düzenlemeleri bir an önce yapmaya davet eden Eğitim-Sen Çanakkale Şubesi Yürütme Kurulu, eğitimin ve bilimsel üretimin üniversitenin tüm çalışanlarının kolektif emeğinin ürünü olduğu bilinciyle, Yükseköğretim alanında çalışan tüm eğitim ve bilim emekçilerinin maaşlarının iyileştirilmesini, güvencesiz ve esnek istihdamı üniversitelerde kurumsallaştıracak adımları kabul etmediklerinin bilinmesini istedi. Eğitim-Sen Çanakkale Şubesi Yürütme Kurulu`nun açıklamasında; "14 Ekim 2014 tarihinde TBMM`ye sunulan kanun tasarısında akademik kadrolarda çalışanların ücretlerinin artırılacağı ve akademik teşvik ödeneği uygulaması getirileceği öngörülüyor. Hükümet, "akademik zam" adı altında yıllardır haklarını alamayan öğretim elemanlarının hak ettikleri ücretleri bir lütuf gibi sunmakta, akademik teşvik ödeneği uygulaması ile üniversitelerde performansa dayalı ücret uygulamasını getirmekte, üniversitelerde çalışan uzmanları, idari ve teknik personeli her zaman olduğu gibi bu kez de görmezden gelmektedir. Yaşanan ekonomik krizlere, artan işsizlik ve enflasyon verilerine rağmen eğitim ve bilim emekçilerinin maaşlarında 14 yıldır bir iyileştirme yapılmamıştır. Akademisyenlerin reel ücretlerinin uzun süredir ciddi biçimde aşındığı ve bu konuda bir iyileştirilme yapılması gerektiği açıktır. Öte yandan, üniversite çalışanları içinde reel gelir kaybına uğrayan sadece akademisyenler değildir. Yükseköğretim alanında (KYK, ÖSYM, YÖK vb) çalışan idari ve teknik personel ile uzmanlar da en az akademisyenler kadar reel gelir kaybına uğramışlardır. Ancak ilgili kanun tasarısı, 2547 sayılı kanuna aykırı olarak düzenlenerek uzmanları öğretim elemanları kapsamı dışında tutmuş, idari ve teknik personeli ise tümden yok saymıştır. Üstelik üniversitelerde çalışan idari ve teknik personel, ek ödemeler nedeniyle diğer kamu kurumlarında çalışanlardan daha düşük ücret almaktadır. Ayrıca; akademisyenlerin özlük haklarında gereken iyileştirmeleri yıllardır yapmayan, akademik basamağın en altında yer alan araştırma görevlilerinin görev tanımlarını bilimsel kriterler çerçevesinde düzenlemeyen, ÖYP kadrolarına yüksek meblağlı senetler imzalatarak onları adeta köleye dönüştüren, uzmanları kanuna aykırı biçimde öğretim elemanı olarak görmeyen, verimlilik, performans, rekabet, kalite gibi söylemlerle angarya ve güvencesizliği emekçilere dayatan hükümetin, "akademik teşvik" kapsamında performansa dayalı ücret uygulamasını kanunlaştırmaya çalıştığı da bilinmelidir. Bu çaba, akademik topluluğun bilimsel bilgi üretimi yerine gelir getirici işlere yönelmesini, emekçiler arasındaki dayanışmanın yerine rekabetin geçmesini ve üniversitelerin üniversite olmaktan çıkarılmasını hızlandıracaktır! Kaldı ki üniversitelerde performans denetiminden bahsetmek, güvencesiz ve esnek istihdamın getirdiği sorunların ve emekçilerin üzerindeki baskının süratle artması demektir! Birçok üniversitede asistan kıyımı yapılmak istenirken, üniversiteler taşeronlaşmaya mahkum edilmişken, idari ve teknik personel özlük ve sosyal hakları gasp edilip angarya işlere zorlanırken akademik zam adı altında yapılan bu değişiklikler, üniversitelerde esnek ve güvencesiz çalışmanın kurumsallaştırılmasının üstünü örtmekten başka bir anlama gelmemektedir. Eğitim Sen olarak, eğitimin ve bilimsel üretimin üniversitenin tüm çalışanlarının kolektif emeğinin ürünü olduğu bilinciyle, Yükseköğretim alanında çalışan tüm eğitim ve bilim emekçilerinin maaşlarının iyileştirilmesini, güvencesiz ve esnek istihdamı üniversitelerde kurumsallaştıracak adımları kabul etmediğimizin bilinmesini istiyoruz! Hükümeti ve TBMM`deki diğer siyasi partileri, bu kapsamda gerekli düzenlemeleri bir an önce yapmaya davet ediyoruz" ifadelerine yer verdi.
 
Eğitim-Sen`den bir hukuk zaferi daha
Öte yandan Eğitim-Sen Çanakkale Şubesi Yürütme Kurulu açıklamasında; MEB Taşra Teşkilatı Şube Müdürlüğü görevde yükselme sözlü sınavlarının yürütmesinin durdurulduğunu bildirdi. "Ankara 10. İdare Mahkemesi, 6 Ağustos 2014 gün ve E.2014/1232 sayılı kararıyla yürütmenin durdurulması isteğimizin reddine karar verdi. Ankara Bölge İdare Mahkemesi`ne başvurarak yürütmenin durdurulması ret kararına itiraz ettik" denilen açıklamada; "Ankara Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulu, 11 Eylül 2014 gün ve E.2014/5897 sayılı kararıyla dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Dolayısıyla hem üyemizin 12.02.2014 günü gerçekleştirilen MEB Taşra Teşkilatı Şube Müdürlüğü Görevde Yükselme Sözlü Sınavında başarısız sayılmasına ilişkin işlem hem de 10.02.2014 - 28.02.2014 tarihleri arasında gerçekleştirilen MEB Taşra Teşkilatı Şube Müdürlüğü Görevde Yükselme Sözlü Sınavların tamamının yürütmesi durdurulmuştur. Anımsanacağı gibi gerek genel yönetmelik (31.8.2013 gün ve 28751 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik) gerekse özel yönetmelik (Milli Eğitim Bakanlığı Personelinin Görevde Yükselme, Unvan Değişikliği ve Yer Değiştirme Suretiyle Atanması Hakkında Yönetmelik) hakkında açılan davalarda bir dizi yürütmenin durdurulması kararı verilmişti. Milli Eğitim Bakanlığı bu kararların yapılan atamaların iptali sonucunu doğurmadığını, kararların genel düzenlemelere ilişkin olduğunu, yönetmeliğin de değiştirileceğini ifade etmişti. Bu görüşün hukuksal olarak tartışmalı olması bir yana, Ankara Bölge İdare Mahkemesinin kararı, bakanlığın bu gerekçesini de ortadan kaldırmıştır. Artık yapılan atamaların tamamının iptal edilmesi gerektiğine kuşku yoktur. Milli Eğitim Bakanlığı, gecikmeksizin, sözlü sınav sonuçlarına göre yapılan şube müdürü atamalarının tamamını iptal etmelidir. Bu konuda Bakanlık nezdindeki girişimlerimiz sürmektedir. Yargı kararının uygulanmaması söz konusu olamaz. Uygulanmaması durumunda yargısal her tür yola başvuracağımızdan hiç kimse kuşku duymamalıdır. Anayasanın 138. maddesinin 4. (son) fıkrası "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." kuralını içermektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu`nun 4001 sayılı Yasanın 13. maddesiyle değiştirilen 28/1. maddesinde "Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez....", 28. maddesinin 3. fıkrasında "Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.", 21/2/2014 gün ve 6526 sayılı Yasanın 18. maddesiyle değişik 4. fıkrasında da; "Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir." denilmektedir. Bu kurallardan da kolayca anlaşılacağı üzere, idari yargı kararlarının uygulanmaması, değişik yaptırımların uygulanmasını gerektiren bir eylemdir" ifadeleri yer aldı.
Paylaş