“Hukuk herkese lazım olacak bana lazım olduğu gibi...”

Basılmamış kitabı ile suçlu gösterilerek tutuklanan ve bir yılı aşkın bir zaman cezaevinde kalan gazeteci Ahmet Şık, Çanakkale`de hem güncel gelişmeleri hem de Ergenekon, Balyoz, KCK, Şike davası gibi birbiri ile ilintili süreçleri değerlendirdi. Hukukun üstünlüğü üzerinde duran Şık, “Düşmanımın hukuku değil, düşmanımı dahi hukuk” ifadesini kullandı. Şık ayrıca, “Gerçek suçlunun, gerçek suçundan yargılandığı bir hukuk sistemini inşa edeceğiz. O hukuk sistemi yarın size de lazım olacak, bana lazım olduğu gibi” dedi.

604
 
 
Çanakkale`de bu yıl 51`incisi düzenlenen Uluslararası Troia Festivali kapsamında kente gelen gazeteci-yazar Ahmet Şık, çok sayıda vatandaşın katıldığı söyleşide hem gündemi değerlendirdi, hem de kendisinin de mağduru olduğu Ergenekon süreci ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. Türkiye ve dünya gündemine yine kendisi gibi gazeteci Nedim Şener ile birlikte gözaltına alınmaları ve tutuklanmaları ile devam eden süreç ile giren Şık, daha basılmamış kitabı nedeni ile sorgulanmış ve ceza almıştı. Dünya sansür tarihinin ilkleri arasında olan bu olayın ardından Şık ve söylemleri daha görünür olmuş, Ergenekon süreci de daha sorgulanır ve anlaşılır hale gelmişti. Önceki gün Halk Bahçesi`nde gazeteci Ragıp Duran`ın moderatörlüğünde gerçekleşen Ahmet Şık söyleşisine Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan ve eşi Hale Gökhan, Eğitim-Sen Çanakkale Şube Başkanı Prof. Dr. Telat Koç, gazeteci Celal Başlangıç, gazetemiz imtiyaz sahibi Aynur Ganiler ve çok sayıda vatandaş katıldı. Açılış konuşmasını yapan gazeteci Ragıp Duran, “Herhalde Türkiye`nin çok az yerinde 51 yıldır festival düzenleniyor. Bakıyorum çoğu katılımcı festivalden daha genç yaş olarak, bu da tabiki olumlu birşey. Bu yılki festivalin ilk etkinliği, onun için ilk sözü Belediye Başkanı sayın Ülgür Gökhan`a veriyoruz” ifadeleri ile ilk söze Başkan Gökhan`a verdi. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan ise “51`incisini yaptığımız Troia Festivali`nde biraz önce sergimiz vardı. Şimdi de söyleşi etkinliklerinin, bu yılki ilk etkinliğini gazeteci Ahmet Şık ile gerçekleştiriyoruz. Hepiniz tanıyorsunuz tabi. Ahmet Şık bize çok ilginç şeyler anlatacak. Bizi kırmadı, geldi, sağ olsun. O günleri hatırlayın, televizyonlardan izliyorduk. Ahmet Şık`ı ne şekilde aldılar, nasıl götürdüler, ne eziyetler oldu. Bunları unutmadan, hafızalarımızı tazeleyerek dinlersek daha bir anlam taşıyacak. Bu yılki temamızı biliyorsunuz, `Özgürlük haktır, haklar özgürlükler içindir.` Bunu küçümseyenler oluyor, şimdi özgürlüğü kısıtlananlardan birini dinleyeceğiz. Bakalım festival sonunda ben mi haklıyım, beni eleştirenler mi haklı? Buna sizler karar vereceksiniz” şeklinde konuştu.
 
 
“Gazetecilik sokakta yapılır”
“Gazetecilik, dışarıdan bakıldığında sanki teknik bir meslek gibi gözükür, gider, fotoğraf çeker, haberi toplar, gelir yazar! Oysa ki gazetecilik siyasi, ideolojik ve kültürel bir meslektir” diyen söyleşinin moderatörü gazeteci Ragıp Duran, “Biz bunu Ahmet`in çalışmalarında görüyoruz. 20 sene önce Cumhuriyet Gazetesi`nde birlikte çalışıyorduk. O zaman istihbaratta geç bir muhabirdi. Şimdi yine genç ve bağımsız bir muhabir olarak 1 Eylül`den itibaren Cumhuriyet`e yeniden dönüyor. Gazetecilikte siyasi background çok önemli. Yani magazin ve spor muhabiri iseniz belki çok ihtiyacınız yok ama, gazetecilik bir tercih mesleği olduğu için, ne zaman, hangi konuyu işleyeceğinize dair bir siyasi geçmişiniz yoksa doğru dürüst gazetecilik yapamazsınız. Ne yazık ki, az sayıda kaldı Türkiye`de. Ahmet de bunlardan biri. Ahmet sol kültürden geldiği için, daha o zaman, genç muhabir iken yaptığı işleri hatırlıyorum. Sürekli olarak mülksüzlerden, sessizlerden, gecekondulardan ve sokakta gösteri yapan insanlara ilişkin haberlere ilgiliydi. Bu gazetecilin önemli bir niteliği. Özellikle bu internet çıktıktan sonra gazetecilerin karın ile ayak arasındaki kısmı genişlemeye başladı, bu fazla oturmaktan olur. Oysaki hayat sokaktadır. Oturarak gazetecilik yapılmaz, sokakta gazetecilik yapılır. Birçok iyi gazeteci gibi Ahmet`i de bir süre sonra çalıştığı yerden attılar. Bu dönemde iki önemli kitap yazdı ki; bir tanesi aşağı yukarı bir Ergenekon ansiklopedisi gibidir. Binlerce sayfa iddianameyi karıştırarak çok önemli bir eser ortaya koydular. İkinci kitap ona kitap demeye dilim varmıyor çünkü daha baskıya bile girememişti başına gelen. Bütün dünya basın tarihinde, dünya sansür tarihinde ilktir bu, yayınlanmamış bir kitap ile suçlanarak içeriye atılan gazeteci! Daha sonra arkadaşları o kitabı da bastılar. Böyle bir mağduriyetin kurbanı” ifadelerini kullandı.
 
 
Şık`ın başına gelenler!
Sözlerine “Çanakkale sosyal demokrasi tabanlı bir yer, bu çok ortada ve ben bunu çok değerli buluyorum. İki gündür, Çanakkale üzerinden bir kent modeli ve siyaset modelini ülkeye yaymak acaba nasıl bir fikir olur diye fikir yürütüyoruz” diyerek başlayan gazeteci Ahmet Şık, kendi dava ve tutukluluk süreci ile ilgili olarak ise “Ben 2006`da temelleri atılan ve 2007`de soruşturma olarak karşımızı çıkan bir süreç var. Adını `Ergenekon süreci` olarak tanımlıyorum ama sadece içinde adını veren dava yok. Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargah, Kürtler için KCK davaları, Cübbeli Ahmet davası ve hatta Fenerbahçe’yi hedef alan şike davası, bunlara ek olarak aralarında tekil davalar da var. bunların hepsi hukuksuzluk temelinde kendini var etmiş olan bir kanun devleti mantığı ile hayata geçti. Tüm bunlar ciddi bir hukuksuzluk ve medya üzerinden algı yönetimi ile karşımıza çıktı. Bütün o süreç, çok benzer bir şekilde işledi. Aynı şey benim de başıma geldi. Eviniz basılıyor, sorgulanıyorsunuz, savcı karşısına çıkıyorsunuz, ve hakim önceden belirlenmiş cezanızı veriyor! Bu süreçte de yeni bir kurban bulunana kadar tartışılıyorsunuz, medya ile bir algı operasyonu yürütülüyor. Bu süreçte tabi `ateş olmayan yerden duman çıkmaz` yorumcuları her yeri kaplıyor. AKP`nin 2007`den bu yana daha zulümkar iktidarı başladığından bu yana `kanaat önderleri` çıkıyorlar. Her şeyi çok biliyorlar! Her şey hakkında görüş beyan eden ve iktidarın politikalarını hegemonik bir dil üzerinden hepimizin kafasına sokmak üzere kendini var eden bir takım insanlar, sizin hakkınızda yapılan suçlamaların ne kadar doğru olduğunu kanıtlama uğraşında oluyorlar” bilgilerini verdi.
 
 
“Gerçek suçlu, gerçek suçundan yargılanmalı”
“Burada aslında en önemli şey medya” diyen Şık, “Yani daha önceden AKP-Cemaat ortaklığı üzerinden, iktidarın görünmeyen, gayrı-resmi ortağı olan cemaatin yön verdiği, bütün soruşturma zincirinde AKP-cemaat medyasının ortaklığı ile bu ülkede ciddi karakter suikastları yapıldı. Hatta gerçek bir suikasta de döndü ve birçok insan cezaevinde öldü. Hayatları çalındı yani. Doğrudur-yanlıştır iyidir-kötüdür, ama benim her zaman talebim netti. Gerçek suçlunun, gerçek suçundan yargılandığı bir hukuk sistemini inşa edeceğiz. O hukuk sistemi yarın size de lazım olacak, bana lazım olduğu gibi. Bir daha lazım olmayacağının da garantisi yok, kesinlikle olacak. Türkiye siyasi tarihinin ve yargı tarihinin en pespaye davalarından biridir Balyoz Davası. Bütün mesele bunu doğru yerden görebilmek ve doğru analizi yapmaktı. Memleketi sürecin adıyla anarsak, `Ergenekoncu olan ve olmayan` diye iki kampa bölüp, herkes iki tarafta da haklılığını dayatmaya çalışıyordu. `Evet külliyen her şey doğru ve hukuki`, `evet her şey külliyen yanlış ve hukuki değil` çizgisinin dışında bir üçüncü sesin duyulmasına izin vermeyen bir sistem vardı. Bu özellikle yapıldı. Bence iki tarafa da eşitk mesafede durup, nesnel gerçeklik ve medyatik gerçeklik arasındaki uçurumu fark edip, onun üzerinden, gerçek suçlunun gerçek suçundan yargılanmasını talep etmek önemliydi. Ne ilginçtir ki şimdi o dönemin mağdurları dışarıda, o komployu kuranlar cezaevinde. Oldu, kısmen oldu, ama yetmez. Bu işi yapanlar elbette ki cemaatçi kadrolardı, ama onların siyasal destekçisinin AKP iktidarı olduğu gerçeğini de herkesin bir yere not etmesi ve akılda tutması gerekiyor. Ama çok ilginçtir ben bugün yaşanan süreci de bir Ergenekon süreci olarak tanımlıyorum. Çünkü Ergenekon sürecinde yaşanan hukuksuzlukların yönteminin, bizatihi kendisi, bizzat onu yaratan insanlara uygulanıyor şuanda. Bizim buna da karşı çıkmamız lazım. Ben Ergenekon meselesinde, `Ergenekon` diye bir örgüt olduğuna inanan biri değilim. Şu aşamada elbetti. Ben de birçok ahmak gibi ilk zamanlarda destekleyenlerden biriyim! Ama Ergenekonda olmayan örgüt, cemaat operasyonunda var bunu de herkes görmeli. Medyası ile, yargısı ile, polisi ile, bürokrat kadrosu ile bir örgüt var ortada, ama o örgütün arkasındaki siyasal desteğin de AKP iktidarı olduğunu ve suç ortağı olduğunu unutmamız gerekir” şeklinde konuştu.
 
 
AKP-cemaat çatışması
Gazeteci Ragıp Duran`ın soruları üzerinden ilerleyen söyleşide Şık, AKP-cemaat savaşı ile ilgili olarak ise “Şimdi herkes Gülen cemaati ile AKP`nin dayandığı milli görüş geleneğinin arasındaki çatışmayı bugünden doğru yorumlamaya çalışıyor ama bence bu hatalı bir yaklaşım. Elbette ki bugünden doğru yorumlamak için bir takım nedenlerimiz var ama, bu savaşın nedenleri yaklaşık 45 yıl öncesine dayanıyor. 2012`de yaşanan ve MİT krizi diye adlandırılan bence arkasında cemaatin olduğu ciddi darbe girişimi ile son yolsuzluk soruşturmaları çatışmayı kamusal alana taşıyan en büyük örneklerdi. Ama bu iki klik arasındaki en büyük husumet 28 Şubat dönemiydi. Çünkü o dönemde Fethullah Gülen`in yaptığı açıklamalar arşivlerde duruyor hala. O zamanki Kemalist vesayet diye adlandırılan, bence hiçbirimizin onaylamaması gereken darbeci mantığın yanında duruyordu. Gülen Cemaatine ve Fethullah Gülen açısından baktığımızda bu çok da şaşırtıcı değil çünkü bütün siyasal tarihi bütün darbelerin yanında duran ve alkışlayan bir gelenekten geliyor. 1960 darbesi de dahil! Şaşırtıcı olan şu, böyle bir geçmişe sahip bir yapının birçok insanın mücadelesini yok sayıp, tek darbe karşıtı gibi bir illüzyon yaydılar” değerlendirmesini yaptı.
 
“O polisler gerçek suçlarından yargılanmıyor”
“Cemaati iki aşamalı düşünmek lazım; birincisi sosyolojik olarak, diğeri ise devletin kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş ve bir dönemin kontrgerillası olmak için çaba harcayan bu konuda faaliyet yürüten yapı olarak. Benim ikincisi ile derdim var” diyen Şık, “Sosyolojik olarak inanç temelinde bir araya gelmiş insanlarla bir derdim yok. Cemaate baktığımızda en önem verdiği yer, güvenlik bürokrasisiniz tüm aygıtlarına sahip olmak. Cemaat devletin güvenlik bürokrasisinin tüm ayaklarına, polis, asker, yargı ve MİT`e sahip olmak istiyor. AKP iktidarı tıpkı diğer iktidarlar gibi gidicidir. Kalıcı olan devletin içinde olmaktır. Cemaat bu gerçeği iyi bildiği için tüm mücadelesini devletin içinde kalmaya devam etmek üzerine kurmuş. Uzun vadede kalıcı olan kesinlikle cemaat olacaktır. Çünkü güvenlik bürokrasisine sahip olursanız, devlet de siz olursunuz, hükümet de siz olursunuz iktidar da. Kriptolu telefonların dahi dinlenebildiği ve kamusal alana açıldığı bir süreçten bahsediyoruz. `Soluk alışverişinizi bile izlerim` diyorlar ki bu bize tipik bir kontrgerillayı tarif ediyor aslında. Bu savaşta tarafların ne olduğu gerçeğini bilmek ve talebimizi doğru yerden dillendirmek gerekiyor. Şuanda içeriye alınan ve bence bütün bu komplo sürecinin en önemli aktörleri olan bu insanlar doğru kişilerdi, ama maalesef o suçlarından içeriye alınmadılar. `Hırsız` olduğunu bildiğimiz iktidarın hırsızlığını soruşturduğu için içerdeler” şeklinde konuştu.
 
“Uzun vadede kalıcı olanın cemaat olacağını düşünüyorum”
“Telefon konuşmaları üzerinden delil mantığı kurarsanız ve hukuku bunun üzerine inşa ederseniz o da bize doğru bir adalet tesis etmez” diyen Şık, sözlerini “Onları doğru buluyorsak, iki kişinin telefon konuşmaları üzeninden örgüt oldukları iddiası ile içerde tutulan insanların, tutuklu olmalarını meşru hale getiririz. Şu gerçek ile yüz yüze olmak önemli; bu hükümetin hırsız ve soyguncu olduğunu bilmemiz için benim o telefon konuşmalarını dinlemeye ihtiyacım yoktu. Zaten malvarlıkları bu kanıtlıyor. Çok sert bir savaş yaşanıyor ve sunucunda taraflardan biri tamamen yok olmadığı sürece bitecek bir savaş değil bu. Ben uzun vadede kalıcı olanın cemaat olacağını düşünüyorum. `Daha güçlü ya da güçsüz`lük üzerinden bir kıyasla söylemiyorum, sosyolojik tabanı daha geniş olması üzerinden söylüyorum. 2011-2012 dönemini hatırlayın, iktidarın odaklarının istemediği bir biçimde soluk alıp veren insanların tutuklanma tehdidi ile yüz yüze olduğu bir dönemdi. Şimdi en azından daha rahat nefes alıyoruz. Bu çok önemli. Bu sadece mevcut savaş ile ilgili değil, Gezi süreci ile Gezi isyanı ile de çok ilintili olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir korku duvarının yıkılmasıydı o, ama o duvar yeniden, çok yüksek ve çok kalın bir şekilde inşa edilmeye başlandı. İhtiyacımız olan bir isyan daha var, umarım o da en kısa zamanda ve daha doğru bir şekilde olacak” ifadeleri ile tamamladı.
Paylaş