“Haksızlıklar, adaletsizliklerle dolu bir süreç”

Sedat Yaylacı ÇOMÜ’de 36 işçinin işine son verilmesi ile sonuçlanan gelişmeleri tüm açıklığı ile bizler ile paylaştı.Kendisi hakkındaki suçlamalar ile nelerin gizlenmek istendiğini, işçilerin birliğinin nasıl bölünmek istendiğini anlattı.

1004
(Dünden devam)
 
Olay: İş Akdinizin fesih edilmesinden sonra tekrar işinize geri döndünüz bu nasıl oldu?
S. Yaylacı:
  “Yaşanan süreci az çok Çanakkale halkı öncelikli,Ulusal basınında  bir kısmının duyarlılığı sonucu gündemde tutmaya çalıştık.Bir buçuk ay işsiz kaldım ve Sendikamla birlikte çeşitli eylemlerde bulunduk.İmza kampanyamın devam ettiği süreçte;Rektörlüğün görüşme talebi olmuş, Sendika yetkilileri ve O zamanki İş yeri temsilcisi arkadaşımız dönemin Genel Sekreteri Tuncay Gürsen’le görüşmeye gitmişlerdi. Benim bu görüşmede kırmızı çizgilerim vardı. Bunu sendika yetkililerime söylemiştim. Hukuksal olarak davayı kazanacağımı biliyordum.Çünkü yapılan çok açık bir şekilde hukuksuz bir iş akdi feshiydi. Ben dava olarak devam etmesinden yanaydım. Ama karşılıklı talepler neticesi sendikamın da bu sorunun işe iadeyle giderilebileceği yönünde olduğundan  ve karşılıklı görüşme neticesinin ikincisinde belirlenen, daha önceki işime uygun bir işte (Santral’de) görevlendirildiğimi söylediler. Bunun için kimseye boyun bükeceğim bir davranış asla sergilemedim. Görüşmeler esnasında sendikamın benim zaten yakında emekli olacağımı söyledikleri konusunu duyunca, onlara da serzenişte bulunmuştum. Benim öncesinde böyle bir düşüncem vardı. Ama benim ne zaman emekli olacağıma  ancak ben karar verebilirdim. 10 Ağustos’ta tekrar işime başladım. Çok sürmedi Üniversitenin avukatları davamdan vazgeçmem konusunda beni aradı. Ben de “neden böyle bir şey yapayım, benim kaybolan bir buçuk ayım var” bunun için davanın devam etmesini söyledim. Aradan çok geçmeden Sendika yöneticilerimden biri beni arayarak “Bu konuyu tekrar düşünmemi, diğer arkadaşlarım için sürekli bu yönetimle karşı karşıya geleceklerini ve benim davadan vazgeçtiğimde, bizlerin iyi niyetli olduğunu onlara anlatmaya çalışmamızı” telkin eden bir konuşmanın arkasına ben de “Madem öyle benim göreceğim zarar diğer arkadaşlarıma katkı sağlayacaksa sineye çekeceğimi” söyleyerek davadan feragat ettim.
 
Bu arada benim ne zaman emekli olacağımı bana sordular. Ben de Kasım gibi düşündüğümü söyledim. Bunu yazıyla yazmam istendi. Buna da tepki verdim;”Benim ne zaman emekli olacağımdan size ne? Canım ne zaman isterse o zaman olurum diyerek çıkıştım. Yine telkin ve yazıyla bildirdim. Arkasından şirket tarafından bir ihtarname 30 Kasım 2011 e kadar çalışmanıza müsaade edilmiştir, diye. Ben aldırış etmedim. Çünkü, bu da asıl hukuksuzluk örneğidir. Ben devlete çalışırken sigorta ve vergi ödeyen biri iken emekli olduğumda devlet tarafından beslenen (Bu benim yasal hakkım olmasına rağmen) bir şahıs haline dönüştürülüyorum. Sağlığım yerinde olarak çalışmayı istemek benim en tabi hakkımdır. Çalışmayı istemekteki en yoğun duygu,bu süreçte arkadaşlarımın yanında karşılaşabilecekleri zorluklarda onlara ağabeylik yapmak isteğimin dışında başka hiçbir şey değildir.
 
Evet ben idealleri olan bir insanım;İnsanların Anayasal haklarından biri olan sendikalılaşma hakkını kullanmak ve bu uğurda mücadele etmek,en büyük arzumdur. Bu arzunun her hangi bir siyasal anlayışla bağdaştırılması ve onların içerisine çekilmek istenmesi, sadece asıl amacın saptırılmasına sebebiyet vermeye çalışmaktır. Herkesin bir siyasi görüşü vardır; bu uğurda siyasi arenalarda mücadelesini yapar. Ancak sendikalarda her görüşe mensup insanların “kendilerini en iyi temsil edeceğine inandıklarındandır ki” bulunduğu görülmüştür. ÇOMÜ’de de bu böyledir.Aksi olsaydı;İsmail Şahin arkadaşımız kendisi daha önce defalarca bunu tekrar etmiştir. ”Tezkoop’a ve Hak-İş’e, taşeron örgütlenmesini” götürdüğünü söylemiş. Ancak,”Bizim Üniversitelerle ve Rektörlerle karşı karşıya gelmek gibi bir düşüncemiz yok” cevabını onlardan aldığını söylemiştir. İsterse bu konuda da yüzleşmeye(başka şahit arkadaşlarda var),ben hazırım.
 
Olay:  Çalışma Bakanlığına yaptığınız müracaata bağlı gelişmeler nasıl şekillendi.
S. Yaylacı:
“Çalışma Bakanlığı’na yaptığım başvurumun takibini zaman zaman yapmakla birlikte; ancak Ekim ayında müfettiş gönderebileceklerini öğrendim. Ekimin ilk haftası 5 günlük izin kullandığım sırada 4.ncü günüydü bir telefon aldım. İş teftiş kurulundan gelen müfettiş olduğunu ve benim bizzat gelmemi istediler. Ben varıncaya kadar birkaç arkadaşımızla görüşmelerde bulunduklarını ve benim de ifademe başvurmaları gerektiğini ve başka arkadaşlarımızın da ifadelerine başvuracaklarını öğrendim ve yardımcı olmaya çalıştım. Tüm arkadaşlarımızın o güne kadar biriktirdiği kendilerine ait evraklardan  ve benim yaşadığım süreci anlatan yazışmaları dosya halinde kendilerine sundum. Daha fazla evrak olmasına rağmen bu kadar evrakın yeterli olduğunu, 8-10 arkadaşla da görüşme yaptıktan sonra bunlarında yettiğini söyleyerek, ikinci günün sonunda ,”artık bundan sonra yetkililerle işimiz” diyerek iznime devam etmem konusunda uyarıda bulundular. Hayatımız devam ediyordu. Arkadaşlarıma artık daha güvenceli olduklarını söylüyordum. Çünkü raporun lehimize çıkacağı çok belirgindi. Bizden sorduklarında şu şekilde evrak var mı, bu şekilde evrak var mı sorularının hepsine de, her birinden onlarca evrak olduğunu söylediğimde, zaten sürecin o şekilde sonuçlanacağı belirgindi.
 
Kasım ayı sonunda kalan iznimi kullanıp içeride ki rahatsızlıklarıma son vermeyi düşüyordum. Nitekim izinde olduğum halde 29 kasımda gidip “Emekli dilekçesini” verdim. Şirket yetkilisi olan arkadaşımız faksını çekti. Yazıda “yasal yükümlülüklere uyduğum ve emekliliği hak ettiğim için emekli olmak istiyorum. Gereği için bilgilerine arzettiğim” şeklinde oldu. Ertesi gün yetkili arkadaşımız maaşları ay sonu itibariyle yaptıklarını ve bu yüzden 30 kasım olarak düzeltmemi istedi. Hatta iş akdimi bitirdiklerini SGK ‘dan bir evrak alarak bildirmeleri gerekiyor diyerek benimle SGK’da buluşmak için çağırdı.Orada buluştuğumuzda aynı yazıyı yazarken; telefonla İzmir’i arayıp telefonu elime tutuşturdu. Konuştuğum kişi muhasebede çalışan bir hanımdı; benim istifa ediyorum diye yazmamı istedi. Ben de ne münasebet, ben emeklilik şartlarını oluşturduğumu ve emekli olmak istediğimi yazacağımı söyledim. Biraz yüksek sesle görüşme olduğu için SGK’nın dışına çıktım.Bu arada içeri girdiğimde benim 29 Kasım da verdiğim dilekçe ortadan kayboldu. Arkadaşı suçlamak istemediğimdendir ki susmak zorunda kaldım. Aynı dilekçeyi tekrar yazıp SGK’nın faks odasından Yetkili arkadaş yeniden faksladı.Benden tekrar istifa ediyorum yazısı istediklerinde de bende “1457 sayılı yasayı işaret ederek Kıdem tazminatı hakkımı elde ettiğim yazısı ile birlikte, İş akdimi fesh ettiğimi” bildiren bir yazıyı posta aracılığıyla İzmir’e gönderdim. Benim ihbar öneline uymadığımdan Kıdem tazminatı ödemeyeceklerini beyan eden bir ihtarname noter aracılığıyla tekrardan adresime gönderildi. Orada bile bana zarar vermek için 7 Aralıkta çıkış bildirmişler ve bunu da Aralık ayının 20 sinde yapmışlardı.Bu işten her türlü zarar eden ben oldum anlayacağınız.Maddi ve manevi anlamda çok yıprandığımı düşünüyorum.
 
Olay: Sizin muvazaa  konusundaki müracaatınızın sonucu olarak ihalenin yapılmadığı ve bu nedenle işçilerin mağdur edildiğine dair ÇOMÜ yönetimince ileri sürülen  iddialar var, neler söylemek istersiniz?
S. Yaylacı:
“Aralık ayının 8 ‘in de yeni ihalenin yapılacağı rektörlük İdari birimleri aracılığıyla çok önceden duyurulmuş,”MUVAZAA RAPORU” henüz gelmemişti.Benim ev adresime 11 Aralık Cumartesi günü geldiğinde Sendikamla ve İsmail arkadaşımızla bunu paylaşmıştım.Sendikaya ve Rektörlüğe ayın 13’ün de geldiğini ve hatta öğleden sonra ulaştığını,o gün öğle üzeri İsmail arkadaşımızla yaptığım görüşmeden de biliyorum.Hala benim çıkışımı bildirmedikleri için aynı gün İMİD.Bşk.lığına Şirket yetkilisini görmek için gittiğimde Raporun yeni geldiğini ve olağanüstü bir toplantı için Başkanları ve yetkilileri çağırdıklarını,Çalışma Bakanlığının 12.000 TL ceza yazdığını oradan öğrendim.Peki şimdi ben soruyorum;8 Aralık’ta yapılması gereken bir ihalenin 13 .nde gelen Muvazaa Raporuyla ilişkilendirilerek yapılamadığını söylemek,bir müslümana yakışır mı?

Olay:Bir de  raporda  temizlik işçisi olarak alınan işçilerin masa başında çalıştırılması noktasındaki tespite bağlı olarak  üniversite yönetiminin  geliştirdiği bir savunma  var  Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz ?
S. Yaylacı:
“Raporun içeriği de sürekli zikredildiği gibi “siz burada temizlik elemanı ihalesinde işçi alımında bulunup masa başında ve başka işlerde çalıştıramazsınız” demiyor. Onu İhale yönetmeliğinin 13.maddesinde söylüyor.Rapor aynen şunu söylüyor; Bu işyerinde alt işveren ve Üst işverenin “MUVAZAA’lı bir iş ilişkisi olduğunu tespit ettik. Buna göre bu işyerinde çalışanların tamamı işe başladığı tarihten itibaren asıl işverenin işçisi sayılır” diyor. Şimdi bir kez daha soruyorum;Bir kişi düşünün ve bu kişinin herhangi suç sayılabilecek bir şey yaptığını ve kolluk kuvvetlerin yasa yürütücülerinin bunu delillerle tespit ettiğini varsayalım. Bu olayda olduğu üzere Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Müfettişleri tarafından tespit edilmiş bir durum söz konusudur. Bu suç işleyen şahsın “Ben bundan sonra böyle bir suçu bir daha işlemeyeceğim” demesi, kişiyi yasal konulardan muaf tutar mı? Hayır,öncelikle işlediği suçun cezasını çekmek zorunda bırakılır. Kaldı ki kurallara her yönüyle uyduklarını söyleyenler; bilsinler ki arkadaşlarımızın bir çoğunu dışarıda bıraktıkları dönemlerde,bazı arkadaşlarımızı EBET’den işlerine devam ettirdikleri o dönemde, bazı birimlerde “Kalorifer Belgesi” olmayan kişileri Kalorifer yakıyor gibi gösterip, hatta Taşeron çalışanı bir arkadaşımıza birkaç gün içerisinde yeterlilik belgesi hazırlayıp, Güzel Sanatlarda 1.nci ve 2.nci sınıflara ders verdirdiklerini isterlerse belgelerle de ispat ederim. Bu kişinin adını vermiyorum. Artık ileriki günlerde Çan’da Öğretim görevlisi olarak görev yapacak sanırım. Bizlerin arasında Yüksek Lisans yapan, Doktora yapan ve bir çok memur arkadaşımızla iş konusunda yarışabilecek ve aldığı maaşı alnının teriyle hak eden Temizlik konusunda çalışan arkadaşlarımızın her biri verilen hiçbir işi amirinin gözünün arkada kalmayacağı şekilde yapan arkadaşlarımız var.

 
Olay: Yaşanılan olumsuzlukların sorumlusu Sedat Yaylacıdır şeklinde yapılan spekülasyonlar için ne dersiniz?
S.Yaylacı:
”Bu kışın ortasında şu gerçeği göz ardı edemezsiniz;36 arkadaşımız işsiz bırakıldı.Bunu benim boynuma yıkmak için uğraşmanız boşuna,ben yasal haklarımı kendi ideallerim konusunda sonuna kadar kullandım,kullanacağım da.Bunun böyle yapılması gerektiğini tüm arkadaşlarım da biliyordu. Ben bu konuda öngörümü kullanarak bu işi sadece benim yapmam doğru olur diye fikrimi söyledim. Diğer arkadaşlarımdan da  başka bir fikir çıkmayınca ortaya kendini atmış biriyim.Bazı hesaba bile katmadığım yayın organı mı desem (tereddütlerim var  olduğuna dair); konuya hiç vakıf olmadığı halde ahkam kesen,ötesinde hedef gösteren yazılarla beni korkutacağını sanan zavallılara sesleniyorum;Ben atılan arkadaşlarımın yanlarındayım her zaman, sen neredesin? Bizzat yüzyüze görüşmek istersen ben hazırım.Tabi ismini yazdığı şekilde biri varsa!”
 
Olay: Son olarak neler söylemek istersiniz?
S.Yaylacı:
“Buradan Rektör Hocama sesleniyorum; insanların ekmeği ve insanca yaşamak için gereken çalışma koşullarına kavuşması sizlerin iki dudağı arasında, bunun istenildiği kadar benim üzerime yıkılmaya çalışılması sadece toplumda konuya vakıf olmayanlar tarafından öyle algılanabilir. Ya Allah’u Te`ala bu gerçeği bilmiyor mu?” Benim karşıma kul hakkıyla gelmeyin” dememiş mi? Bu işin vicdani sorumluluğu her şeyden daha ağırdır. Bu işin, bilin ki;ne sizin siyasi görüşünüzle ne de başka bir kin duygusuyla alakası yoktur. Kaynım da rektör olsaydı aynı şeyi yapacaktım. Ali Hocam da seçilseydi aynı şeyi yapacaktım. Sosyal İş Sendikasının örgütlendiği diğer hiçbir Üniversitede orada çalışan arkadaşlarımız bu şekilde bir uygulamayla karşılaşmadı. Burada etrafınızda kimler, sizlere neler anlatıyorlar bilmiyorum. Ama bilin ki bu mücadele sadece ve sadece şu an da tüm Türkiye’nin kronik sorunu haline gelen Taşeron İşçilerinin mücadelesi sorunudur. Birilerinin, birileri üzerinden her hangi bir şey yapmadan para kazanması benim ağırıma gidiyor. Bizlerin gayreti bir taraftan kendimiz için elde edilecek kadrolu-güvenceli bir iş, bir taraftan da kurumların daha sağlıklı ve huzurlu ortamlarda çalışanı ile gelişmesine katkı sağlayacak bir yapıya kavuşması isteğidir. Bu siz yöneticilerin işini kolaylaştırır. Çalışanların anayasal hakkı olan, sendikalılaşma girişimleri de üniversite gibi kurumlarda daha olgunlukla karşılanabileceği kanaatindeyim. Aramızda her türlü siyasi görüşe mensup arkadaşımız var. Siyasi platformlarda karşı karşıya geldiğim insanlarla burada omuz omuza mücadele sergilemekten de onur duyuyorum. Bu işi sizin sağduyulu yaklaşımınızla en yakın zamanda çözebileceğiniz inancını hala yitirmedim. Otuzaltı arkadaşım işsiz hocam,bu maalesef gerçek,kış günü ve insanlar çocuklarına ekmek götüremiyor.  Söylenebilecek hiçbir şey bu gerçeğin üstünü örtemez”
Paylaş