Panelde Levent Tüzel çok açık olarak şu mesajı verdi:
Emekçilerin, ezilenlerin, yok sayılanların, mağdurların barış yaklaşımı ile mevcut gelişmeler nedeniyle barış taleplerine zorunlu olarak karşılık vermek durumunda kalan burjuvazinin ve onun siyasal temsilcilerinin bu konudaki yaklaşımları hiç bir zaman için aynı kategoride değerlendirilemez.
AKP hükümetinin bu süreçteki konumu tam da buna uygun bir noktadadır.
AKP bu süreçte zorunluluk nedeniyle rol almıştır, hiç bir zaman güven vermemektedir, sürecin sağlıklı gelişmesinin önünde engeldir.
Mevcut durum bu şekilde kavranırsa; ‘barışın ülkemizdeki tesisi ancak demokrasi güçlerinin mücadelesi sonrasında olacak’ gerçeği daha bir ete kemiğe bürünür.
Bunu nasıl okumak gerekir?
Sürdürülen barış girişimlerinin kalıcı olabilmesi için Kürt sorununun barışçı ve demokratik çözümünün önünü açacak demokratik dönüşümleri içeren anayasal bir düzenlemenin yapılması gerekmektedir.
İşte barış sürecine ilişkin sürdürülen bazı görüşmeleri, gerekse anayasa çalışmaları kapsamındaki görüşmeleri bazı sol çevrelerin iddia etiği gibi bir uzlaşma olarak yorumlamak; bu süreç içerisinde sorumluluk ve görev almak yerine bu alanı AKP’ye bırakmaktan başka bir anlam taşımaz.
Devrimcilerin, sosyalistlerin müdahil olmadığı bu süreç; AKP hükümetine prim yaptıracak ve beraberinde bugüne kadar sürdürülen mücadelenin kazanımlarını terk etmek anlamına gelecektir.
Kürt özgürlük mücadelesinin gelinen noktadaki durumu da bu kapsamdadır.
Demokrasi ve özgürlükler anlamında bazı kazanımlar oluşturmadan, bu sürecin gelişimine katkı sunacak barış görüşmeleri henüz yolun başıdır.
Tabiî ki silahların susması, çatışmasızlık, akan gözyaşı ve kanın durması her zaman her koşulda desteklenmelidir.
Süreç bugüne kadar yok sayılan, ezilen, kimlikleri inançları nedeniyle baskı altında tutulan kesimlerin sürdüreceği demokrasi mücadelesinin kazanımları üzerinde yükselecektir.
Özetle süreç hiç bir zaman bir AKP uzlaşmacılığı olarak değerlendirilemez.
Bilakis bu sürecin başarısı AKP’ye karşı mücadelenin başarısına bağlıdır.
Bu kapsamda “akil insanlar” denilen tartışamaya da bir göz atalım.
“Akil insanlar”ın bu süreçte hiç bir rolü olmayacaktır.
Ancak demokrasi taraftarları bu yapının, üzerinden barış kültürü bilincini taşıyacakları bir performans oluşturabilirlerse bu imkân bir fırsata dönüştürülebilir.
Demokrasi taraftarları “akil adamlar” vasıtasıyla sürdürülecek çalışmalara damgasını vuracak bir pratik gerçekleştirebilirlerse; barış kültürünün halka aktarılması anlamında bir mevzi yaratmış olacaklardır.
Böyle bir imkan var iken; ilk elden “akil adamlar” çalışmalarına karşı olmak mücadelesizliğin bir başka versiyonu olabilir.
Barış mücadelesi çeşitli hatlarda örülecek, öncelikle de demokrasi ve özgürlük talepleri ile sınıfın mücadelesinin birleştirildiği doğru zeminler üzerinden başarıya dönüşecektir.
İşte bunun için emekçilerin barış anlayışı ile AKP’nin zorunlu olarak içine girdiği barış sürecini birbirine karıştırmadan emek ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak süreci yönetmek demokrasi güçlerinin temel görevidir.
Bunun için önümüzdeki 1 Mayıs’ın bu talepler ile kitlesel bir şekilde, emek hareketinin güçlü bir mücadele gününe dönüşmesinin barış sürecinin gelişmesine çok önemli katkılarda bulunacağını unutmamak gerekir.
Emek Partisi Eski Genel Başkanı, İstanbul Bağımsız Milletvekili, Halkların Demokratik Kongresi Yürütme kurulu Üyesi Levent Tüzel panelde Çanakkale’ye ilişkin de bazı tespitlerde bulundu.
Öncelikle kentte barıştan yana bir tutum olduğuna vurgu yaparak, bu konuda Belediye Başkanı Ülgür Gökhan tarafından verilen katkıların önemine dikkat çekti.
Tüzel, CHP’nin genel merkez düzeyinde geliştirdiği ikili tutuma karşı Çanakkale’de yerel yönetim temsilcilerinin bu tavrının CHP’nin barıştan yana tutum almasının öneminin Çanakkale üzerinden daha net anlaşılacağının altını çizdi.
Tüzel, Çanakkale’de demokrasi ve emek güçlerinin barış için daha çok dayanışma içinde olmasını, işçilerin, gençlerin, ezilenlerin, kadınların çevre mücadelesi içersinde yer alanların daha kitlesel daha katılımcı mücadele ağlarının yaratılmasını hedeflemelerine dikkat çekti.
Bu hedefler içinde Halkların Demokratik Kongresi bileşenlerinin daha çok çalışmasının vazgeçilmez bir görev olduğunu belitti.
Tüzel, ayrıca Çanakkale’de ÇÖMÜ Rektörü Sedat Laçiner’in üstlenmiş olduğu kenti gericileştirme dönüşümünde almış olduğu rolün önemle göz önünde bulundurulması gerektiğini söyledi.
Bir üniversite kenti olarak vizyon belirlemiş olan kentin, gerici dönüşümünün üniversite yönetimi üzerinden kurgulanmasının tehlikeli sonuçları olabileceğinin altı çizildi.