Doğası, havası, tarihi ve denizi ile bir gidenin, bir sonraki gidişini iple çekeceği, belki de geri dönmek istemeyeceği kaç yer vardır dünya üzerinde. Kaç tane sayarsanız sayın, mutlaka bunların başında Gökçeada’yı sayarsınız. Çanakkale’nin hatta ülkenin belki de dünyanın en önemli yerleşim yerlerinden biri olan Gökçeada, uzun yıllar Türkiye’nin stratejik önemde gördüğü, gidilip-gelinemeyen, haber dahi alınamayan, “Sürgün yeri” olarak hafızalara kazınmış. Ya fark edilmemiş, ya da fark edilmesi istenmemiş!
Artık hem Gökçeada ve Ada’lılar, hem de Ada’yı gezen ziyaretçiler için Ada imajı çoktan değişmiş. Gökçeada artık, gidilip-gelinemeyen yer olmaktan çıkmasının ötesinden, tarımı ve turizmiyle Çanakkale’nin de en önemli yerleşim merkezlerinden biri. Geleceğe daha umutlu bakan insanların yönettiği ve yönetildiği bir yer olan Gökçeada’nın ve Ada’lıların en büyük beklentilerinden biri ise, 1960’lı yıllarda Gökçeada’yı terk etmek zorunda kalan Rum’lar. Onların tekrar Ada yaşamına katılması, kültürlerin ve inanışların bir arada yaşayabileceği yolundaki bir model olma misyonu belki de Gökçeada değişiminin en önemli meyvesi olacak.
Gelişen ve değişen Gökçeada’yı, geleceğe dönük olarak Belediye Başkanı Yücel Atalay ile konuştuk. Başkan Atalay, Gökçeada’ya dair; organik tarımından, turizmine, üniversite kurulma çalışmalarına ve Ada’yı terk etmek zorunda kalan Rum’lara kadar pek çok konudaki sorularımıza cevap verdi. Başkan Atalay, Ada’daki madencilik tartışmaları konusunda ise tavrını net olarak ortaya koydu. Atalay, “Madencilik bizim için hiçbir şey ifade etmiyor” dedi.
İşte Gökçeada Belediye Başkanı Yücel Atalay’ın Çanakkale OLAY’ın sorularına yönelik olarak yaptığı o açıklamalar;
OLAY: Bir buçuk dönemdir görevdesiniz. Siz göreve geldiğinizde nasıl bir Gökçeada vardı, şimdi Ada’nın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Mesela ciddi bir turist artışı var. Bu konuda bilgi verir misiniz?
Yücel Atalay: Ben, siyasette enkaz edebiyatını pek sevmem. Kimse bizi zorla belediye başkanı yapmadı. Ama şöyle bakmak lazım; her yiğidin, bir yoğurt yiyişi var, herkesin bir yöntemi var. o günün şartları onu gerektiriyordu, bugünün şartları çok daha farklı. En basit anlamda biz mesela göreve geldiğimizde, Gökçeada’da yatak sayısı bin 700 idi, şuanda 6 bin 500, 17 bin turist geliyor. Geçen sene 390 bin geldi. Daha önce “açılamaz” denilen havaalanı açılıyor. Gökçeada’ya gelen 390 bin turistin 70 bini Bulgaristan-Romanya, diğerleri yerli. Bu artışın nedenleri arasında ise ulaşım büyük bir etken. Ulaşım rahatlaması tabi ki çok önemli ama biz de fuar gibi çeşitli organizasyonlara katıldık. Tanıtım ve reklam konusunda çalışma yaptık. Ben hep söylüyorum; turizmin gelişimi tamamen reklam ve pazarlama üzerinden sağlanabilir. Siz istediğiniz kadar söyleyin bunun bir önemi yok, ne kadar tanıttığınız ve anlattığınız önemli. Gökçeada’nın ciddi bir potansiyeli var, tanıtım noktasında bunun üzerinde çok durduk.
OLAY: Gökçeada’da belediye başkanı olarak nasıl bir duygu? Böylesi önemli bir merkezde zor olsa gerek.
Yücel Atalay: Belediyecilik konusunda işimiz oldukça zor. Biz normal bir Anadolu kasabası gibi değiliz. Normal zamanlarda 10 bin olan nüfusumuz, sezonda 400 bine çıkıyor. Dolayısıyla 10 bin’lik nüfusa göre yatırım yapamayız. Ama diğer Anadolu kasabalarında nüfusu kaçsa ona göre yatırım yapılır, o ona yeter. Ama Gökçeada’da tabi ki böyle değil. Bizim nihai hedefimiz 750 bin. Yani önümüzdeki 5 yıl içinde sezonda 750 bin’lik nüfusu görmemiz lazım. 750 bini görebilmemiz için banim sanayide 60 litre suya ihtiyacım var. Şuanda 25 litre var. onun alt yapısını şimdi projelendiriyoruz. Kanalizasyon bakımından normalde kent mantığı ile gitsek 10 binlik kanalizasyon alt yapısı bana yetiyor. Ama 30 bin yapmak zorundayız. Sirkülasyon artışını dikkate almamız gerekiyor.
OLAY: Gökçeada gelişimini nasıl sürdürüyor? Bildiğimiz kadarıyla Ada’da sörf turizmi ve organik tarım oldukça önemli bir yere sahip.
Yücel Atalay: Biz başlangıçta Gökçeada’da, “elimizde ne var, nasıl değerlendirmeliyiz?” diye düşündük. Buradan birinci olarak üniversite, ikinci olarak tarım üçüncüsü ise turizm. Turizm, ama salt deniz turizmi Kuzey Ege’de olmaz. Dolayısıyla alternatif turizm kaynakları yaratmalıydık. Sörf ile çok uğraştık o konuda. Bir hoca bulduk, getirdik. Sörf hakikaten burada çok önemli bir turizm aktivitesi halini aldı. 70 bin nüfus da bu nedenle geliyor zaten. Sörfün şöyle bir avantajı var; 8 aylık bir spor. Burada rahatlıkla 8 ay boyunca sörf yapılabiliyor. Bizim en önemli sorunumuz aslında bu; plansızlık. Yani bir yüz binlik, 25 binlik, 5 binlik planların yapılmadığı bir yerde kolay kolay bir şey üretmek çok zor. Bu arada tabi “tarımı turizme nasıl katabiliriz, organik tarımı nasıl geliştirebiliriz?” diye düşündük. İnsanlar daha çok ilgilensin, Gökçeadalılar daha çok kazansın istedik. Organik tarım şundan dolayı olmak zorunda; domates Kösedere’de çıktığında 5 lira iken, bizde 50 kuruşa düştüğünde çıkıyor. Tam batıdayız, her tarafta bollaşıp ucuzladığında bizde domates çıkıyor, karpuz çıkıyor. Dolayısıyla bunu katma değeri yüksek hale getirmemiz gerekiyor. Benden önceki kaymakam ve belediye başkanı da bu konuda iyi çalıştılar. Onlar da çok güzel işler yaptılar. Şuanda 13 yıllık bir tecrübemiz var. Türkiye’de en tecrübeli olan yerlerden biri Gökçeada bu konuda.
OLAY: Organik tarım konusunda önemli işletmeler de var değil mi? Neler üretiliyor?
Yücel Atalay: Mesela Elta-Ada var. Ciddi bir şekilde organik üretim yapıyor, bunun ticaretini de iyi yapıyor. Elta-Ada Gökçeada’da organik olarak, süt ürünleri, bal, zeytinyağı, yoğur var, şişe süte de geçtiler. Çok başarılı bir işletme o. İyi bir özelleştirmenin örneklerinden biri o. Servis araçlarında Gökçeada yazması bile bizim için bir kazançtır. Her iki günde bir İstanbul’a ürün götürüyor. Gökçeada’da organik olmasa bile, neredeyse yüzde 99’u iyi tarım. Kimse bağına gübre atmaz bile. Mesela bizim Uğurlu köyümüz var. Uğurlu Köyü bu konuda o kadar gelişti ki, ürettiklerini kendilerinde tüketiyorlar. Şuanda bizim pazar sorunumuz yok. Organik tarım pazarları var, İstanbul Ankara gibi büyük şehirlerde, oralara gidiyor. Ben bir şeye şahit oldum. Bir arkadaş “Ben İstanbul’a gideceğim” dedi. Ben de ona bir şey verecektim. Bagajı açtı, karpuz, domates falan vardı. “Nedir bunlar” dedi. “Hediye götürüyorum” dedi. Artık hiç kimyasal kullanılmamış karpuz hediye olarak götürülüyor. Büyük şehirlerdeki insanlar için organik ya da kimyasal kullanılmamış ürün bir hayal oldu. Biz burada bunun üretimini yapıyoruz. Antalya’da bir markette Gökçeada üzümleri diye satış yapılıyordu. Burada sorduk “var mı böyle bir şey? Antalya’ya gönderdiniz mi?” diye “Yok” dediler. Artık insanlar Gökçeada’nın ismini bile kullanır oldular. Yeterli mi? değil, daha çok büyütmek lazım bu üretimi. Çanakkale çok rahatlıkla bu işi yapar. Siz Kösedere domatesini organik sattığınızı düşünün. Tonlarca yapmanıza gerek yok, pazarı hazır zaten. Ama bu işin topyekun yapılması lazım. Çanakkale’de sezon sorunumuz yok, sezon dışı çalışmamız lazım.
OLAY: 1/100.000’lik imar planı Çanakkale’de çok tartışıldı. Siz de çok önemsiyorsunuz. Biraz anlatır mısınız?
Yücel Atalay: 100 binlik imar planı konusunda Ülgür ağabey, bana kinayene söyledi; “Sen torpillisin” dedi ama hiç alakası yok. Benim elime bir yazı gelmişti; planları istiyorlar. Ben de aradım sordum, “100 binlik ne demek?” dedim; “Ne işi yarar?” Bana dediler ki; “Senin anayasan” İyi de benim anayasamsa, kalktım gittim Ankara’ya, bana dediler ki; “stratejik bir plandır, sizin 2040 yılına kadar olan planlamanızdır.” Master Plan yani. Türkiye’de bir tek Çanakkale kaldı master planı olmayan. Ben de artık her Ankara’ya gittiğimde uğruyorum. Ben buradan bir grup insan götürdüm. Görsünler nasıl oluyor, nedir, ne değildir diye. Tek başıma da karar vermek istemedim. Önemli bir konu olunca sorumluluğu tamamen üstüme almak istemedim. Onlarla birlikte bir çalışma yaptık. Bu sefer bize bir yol haritası çıktı; “kapasitenin üzerinde turizm alanı açarsan, birbirini iflas ettirirler.” Sonra, “doğru” dedik. Biz buna doğru bir şekilde kurgularken, iyi bir teklif geldi. Yaklaşık 80 milyon dolarlık bir sağlık kompleksi, daha doğrusu “beşinci kuşak” dedikleri, işte belli bir yaştaki insanlar, varlıklı ama işi gücü bırakmış ve sağlıklı yaşamak istiyor. Oksijen istiyor, bahçesinde domates ekmek istiyor. Bununla ilgili bir proje geldi, şimdi onun çalışmalarını yapıyorlar. Güzel bir sektör, AB destekli olacak, çok büyük bir alanda yapılacak.
OLAY: Rüzgar, doğa ve deniz Gökçeada için önemli. ancak madencilik faaliyetleri de bir dönem Gökçeada’da tartışıldı. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Yücel Atalay: Biz biraz daha o alana kaymak istiyoruz. Çünkü buranın oksijeni çok nefasetli bir oksijen. dünyanın en sağlıklı oksijen koridorlarından biri burası. Sağlıklı yaşamanın en iyi yerlerinden biri buradan Datça’ya kadar olan koridor. Sonra biz dedik ki; “bunu kullanalım.” O nedenle madencilik bizim için hiçbir şey ifade etmiyor. İlgililere de anlattık, dedik ki; “Ülkenin kazanmasına karşı olmamız gibi bir durum yok” ülke kazanacaksa bir yerler kaybedilebilir. Ama dedik ki; “Siz kazancınızı söyleyin, ne beklediğinizi söyleyin masaya yatıralım. Hangimizin tezi kuvvetliyse, sürdürülebilirse o olsun” diyorlar ki; “10 yıl çalışacağım, on yılın sonunda ağaç dikip yeşillendireceğim.” Ey vallah, tamam yaptın diyelim. 10 yıl için sen beni diye tahrip ediyorsun ki? Sen 10 yılda ne kadar ekonomiye katkı sağlayacaksın? Şu kadar. Dedim ki; “Dünyanın en zengin madenlerine sahip ülkeler açlıktan ölüyor. Sen alıp gideceksen bana ne kalacak?” Yani zengin olan bir tane maden ülkesi söylesinler. Bu iş bizle olmaz. Bizim aramada bir sıkıntımız yok. Arama yapılacak tabi ki envanterimiz ne göreceğiz. MTA arama yaptı, biz askıdan indirttirdik.
OLAY: Bundan sonraki süreç nasıl olacak Gökçeada için?
Yücel Atalay: Bundan sonraki süreç daha çok altyapısal çalışmalar olacak. 100 binlik imar planımız bittiğinde, bize 150 milyon dolar para lazım. Yani “Gel, bana yatırım yap” diyemeyiz. Yatırımcı altyapısını bekliyor. Turizm alanlarının altyapısını götürmemiz lazım. Elektriği, suyu çevre ile ilgili tahribatları karşılayacak önemler. Bunların tamamı 150 milyon dolar. Şimdi biz onu başbakana bir sunum olarak götüreceğiz. 4 bakanlık burada görev alıyor; Çevre ve Şehircilik, Orman Bakanlığı, Gıdan Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile 4 tane bakanlığa paylaştırılarak böyle bir şey yapılırsa olur. Yalnız 4-5 yıl içinde olabilecek bir iş bu. Madencilikte de böyle bakıyoruz biz bu işe. Biz bir şeye karşı olmakla değil, projelerle ortaya çıkmanın daha yararlı olduğunu düşünüyorum. Şuanda Çanakkale’nin toplamı kadar enerji sahası bende. Rüzgar gülüyle. Bu ekonomiye katkı değil midir? Bunu yaptığınızda, madenciliğin verdiği parayı alıyorsunuz zaten.
OLAY: Ve Rum’lar. Siz gelmelerini istiyorsunuz galiba değil mi?
Yücel Atalay: En büyük hayalimiz o. İnşallah gelirler, yani bütün beklentimiz o. Şuanda yaklaşık 500 aileyi kaldıracak durumdayız. Onlar gelme iradesini gösterdikten sonra, burada geçinme konusu da projelendirilebilir. Onlara iş kollarında nasıl pozitif ayrımcılık yapılabilir, onları da iş sahibi yapmak lazım. İstihdama katkı sağlamaları lazım. Gökçeada onunla hareket eder, başa türlü olmaz zaten. İki kültürlülüğü bir arada tutturursak, Kuzey Ege’yi kurtarırız. Model olacağı için Ege’nin tamamını kurtarırız. Bakın şuanda Gökçeada’da 81 vilayetten de oy kullanan var. Aslında o kadar da kozmopolitiğiz. Biz hep eşit davrandık, hiç kimseyi ötekileştirmeden, herkese eşit davranarak, herkesin ekmek yiyebilmesinin önünü açtık. Şuana kadar da hiçbir olay olmamıştır. Yani Gökçeada aslında çok güzel bir portre olabilir. Bütün ülkeye uygulanabilecek bir model olabilir.
OLAY: bir de “Adalar Üniversitesi” çalışmaları var. Biraz da bundan bahsedebilir miyiz?
Yücel Atalay: Bizim hayallerimizden biri de o. Biz 2008 yılında üniversite ile ortak bir fizibilite çalışması yapmıştık. Gökçeada’da yaşamı sürdürülebilir hale getirmek, ekonominin kendi kendine yetebilmesinin yolları konusunda. Bize çıkan rakamlarda en az 12 bin en fazla 15 bin nüfusa ihtiyacımız olduğunu gördük. Bu köy getirmekle olmuyor. Dolayısıyla bunu entelektüel insan gücüyle yapmanın daha doğru olacağını düşünüyoruz. Üniversite bu anlamda çok önemliydi ve biz de bu anlayışla çıkmıştık yola. Biz bunu o zaman YÖK’e de izah etmiştik. İzin verilmediği halde, Türkiye’de ilk defa uygulamalı bilimlerin bir ilçede açılması konusunda bize izin verildi. O zamanın DPT’sinin karşı çıkmasına rağmen. Bizim nihai hedefimiz en az 5 bin öğrenci olması kaydıyla ama şunun olmasını da hiç istemem; Okul açmak için okul değil de, tercih edilebilir bir okul olmalı. Benim hayalimi sorarsanız, ben bir Malta olmasını istiyorum. Nasıl bir buçuk milyon öğrenci nüfusunu becerebildiyse, biz de yapabiliriz. Neden yapmayalım? Yeter ki doğru kurgulayalım. Gastronomi ve balıkçılık bölümlerini istiyoruz biz. Turizm, işletme, Halkla İlişkiler ve Avrupa Birliği bölümlerini de 2 yıllık olarak düşünüyoruz. Yani burada hakikaten uluslararası enstitüler kurulabilir. Burası çok güzel bir sanat üniversitesi olabilir. Çünkü burada üretmek çok daha kolay olabilir. Yani şimdi bir metropoldeki üretkenlik ile buradaki aynı olmaz. Dolayısıyla 5 bin nihai hedefimiz o. Biz bunu başbakanımıza da sunduk, onlar da inceliyorlar. Gelibolu, Eceabat, Gökçeada ve Bozcaada odaklı bir üniversite planlıyoruz. Yunanistan adalardaki ekonomisini böyle sağlamış. Onların Ege Üniversitesi üç tane adaya bölünmüş. Limni, Midilli, Sakız adaları. Mesela, Midilli de 70 bin nüfus var bunun yaklaşık 25 bini öğrenci. Siz ne yaparsanız yapın, sezonunun 90-100-120 gün olduğu bir yerde sürdürülebilir bir hayat sağlayamazsınız. Aynısı bizim Bozcaada’daki arkadaşlarımız gibi olur. İlkokul kapanacak düzeye geldi. Niye adam parasını kazanıyor gidiyor Çanakkale’de oturuyor. Bize karada yaşamak zordur. Mesela Çanakkale bana zor geliyor. insanlar bunu göze alıp oraya gidiyorsa bunu sorgulamamız lazım. bir Bozcaadalı niye Çanakkale’ye gitsin, planlamayla ilgili. En büyük sıkıntımız planlama. Bakın Çanakkale merkez olursa, hiçbir sıkıntımız kalmaz. Çekim merkezi Çanakkale olursa, onun kolları olursak, daha nitelikli işler yaparsın, bu kadar kalabalıktan aldığının daha fazlasını kazanırsın ve kimse memnuniyetsiz ayrılmaz. Ama Çanakkale lokasyonunu kurmamız lazım.
OLAY: Gökçeada’nın en önemli problemi sizce ne?
Yücel Atalay: Öyle bir şey var ki bazen görmüyoruz. Problem de göremiyoruz bazen. Çünkü dört buçuk saatte Kabatepe’den buraya gelen gemilerle geldim ben. Şimdi bana bir buçuk saat dediğiniz zaman çok yakın geliyor. Şimdi diyorlar ki neden yarım saatte gitmiyor. Onun için diyorum, benim için nimet. Ama dediğim gibi en önemli şey plan. Yani bir yere gökdelen mi yapacağız, tavuk kümesi mi yapacağız onu bilmeliyiz. Bir insan belediyesine geldiğinde bakıp, “Senin yerine şu olur arkadaş” diyebilmeliyiz. Bu altyapıyı yaptıktan sonra sizin ekstradan bir şey yapmanıza gerek yok. Sermaye zaten para kazanma üzerine kurgulanmış bir şey. siz yeter ki nüfusunuzu doğru planlayın. Binaların daha estetik görünümü için, yani çerçevelerin rengini dahi çalışıyoruz.
OLAY: Ve son olarak hayalinizdeki Gökçeada’yı da öğrenebilir miyiz?
Yücel Atalay: Benim hayalimdeki Gökçeada; Bir kere ben de göçle gelmiş bir ailenin çocuğuyum, sağlıklı, huzurlu bir şekilde, hiç kimsenin ekmeğinde bir başkasının gözü olmadığı, büyütebileceğimiz kadar büyüyecek pastadan herkesin yemesi sağlanmalı. Benim en büyük hayalim, insanların, “Gökçeada’ya gittik, ya ne güzel bir yermiş orası” demeleridir. Bu dünyada ne parayla sağlanabilir ne de pulla. Belediye başkanlığı da zaten parayla yapılacak bir iş değil. Ben hep şunu söylüyorum; belediyle üzerine düşüne yaptıktan sonra ben insanlardan bir şey isteyebilirim. Yeni siz yeni otopark alanı yapmadan, “Ben şurayı trafiğe kapatacağım” diyemezsiniz. Gökçeada’nın en azından bir 5 yıla daha ihtiyacı var.