12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşen askeri darbe, birçok alanda olduğu gibi sınıf mücadelesini de kesintiye uğratmıştı. Siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin kapatıldığı, emek ve demokrasi mücadelesinin ağır bir darbe yediği cunta yılları, her açıdan zordu. 60`lı ve 70`li yılların yükselen devrimci dalgası, siyasi katliamlarla engellenemezken, karşıdevrimci kesimin imdadına emperyalist güçlerin desteklediği 12 Eylül askeri darbesi yetişti. 12 Eylül darbesiyle birlikte ülke, siyasi ve ekonomik olarak yeniden yapılandırılırken, emek ve halkın kurtuluşu mücadelesi de tutuklamalar, idamlar, işkenceler ve faili meçhullerle yok edilmeye çalışıldı. 12 Eylül karanlığı ülkenin üzerinde uzun yıllar devam ederken, Çanakkale de bu baskı rejiminden nasibini aldı. İşçi ve Emekçilerin Uluslararası Dayanışma Günü 1 Mayıs, darbenin ardından ancak 1992 yılında kutlanabildi... Çanakkale`de eğitim emekçilerinin örgütlenmesi mücadelesi içinde bulunan, emekli öğretmen Erenköy (İntepe) Belediye Başkanlığı yapan Alaattin Özkurnaz ile 12 Eylül darbesi sonrası düzenlenen ilk 1 Mayıs`ı konuştuk. Özkurnaz, o yıllara ilişkin anılarını ve mücadelelerini gazetemiz Çanakkale OLAY`a anlattı...
Eğitim emekçileri örgütleniyor!
77 Kanlı 1 Mayıs`ı aslında sonraki yılların habercisi niteliğinde bir katliamla tarihe geçerken, çatışma ortamının giderek arttığı Türkiye`de, 12 Eylül askeri darbesinin koşulları hızlı bir şekilde örülmüş ve emperyalist güçlerin desteklediği 12 Eylül askeri darbesi emek mücadelesinin üzerinden ağır bir biçimde geçmişti. Tüm Türkiye`de olduğu gibi Çanakkale özelinde de bu etki hissediliyor, insanların sokağa çıkmasının ötesinde emekçilerin örgütlenmesine dahi izin verilmiyordu. Emekli Öğretmen Alaattin Özkurnaz, 12 Eylül`ün gölgesinin hüküm sürdüğü yıllardaki eğitim emekçilerinin örgütlenme sürecini anlattı. Özkurnaz, "12 Eylül döneminin karanlığında, 1986`da ilk defa kapalı salon toplantısı ile 1 Mayıs kutlandı. 88 yılında Köy Enstitülü öğretmenlerin kurduğu EÐİT-DER isimli bir dernek vardı. EÐİT-Der`in Çanakkale Şube Başkanı Nevzat Başaran`dı. EÐİT-DER, bir proje geliştirdi, daha sendikalar yokken, "EGİT-Der`den EÐİT-SEN`e" isimli projesi geliştirildi. EÐİT-DER`in amacı; çalışanlara örgütlenmenin yolunu açmaktı. 88`den sonra sendika girişimleri başlarken bir taraftan da tartışılıyordu. Çeşitli toplantı ve panellerde sendika kurulsun diye girişimde bulunuldu. O dönem daha soft bir sendikacılık anlayışında olan Eğitim-İş vardı. EÐİT-SEN ise, mücadeleye sınıfsal bir temelde bakan bir yapıydı. Sendika temsilciliği açılması için 27 Aralık 91`de ilk defa başvurumuzu yaptık. Bu başvurudan sonra hatta başvuru olayı bile çok değişik, enteresan olaylara neden olmuştu. Örneğin biz; valiliğe dilekçe götürdük, temsilcilik kurulması için, Vali yardımcısı dilekçemizi reddetti, almadı. `Siz devlet memurusunuz` diyerek bu kuruluş girişimini kabul etmedi. Devlet memuru sendika kuramaz vs... Daha sonra zorunlu olarak, gerginlik ve tartışmanın ardından bizim dilekçemizi aldılar. Biz tüzel kişilik kazandık ve 27 Aralık`ta ilk defa Çanakkale`de Cumhuriyet Meydanı`nda temsilcilik tabelamızı açtık ve Türkiye`de Adana`dan sonra 5`inci şube olarak Çanakkale`de açıldık" dedi.
Çanakkale`de 80 sonrası ilk 1 Mayıs!
Az sayıdaki eğitim emekçisinin girişimleriyle darbe sonrası kurulan ilk sendika EÐİT-SEN, çalışmalarına hızlıca başladı. 11 yılın sonunda örgütlenen eğitim emekçileri ile kentteki emek mücadelesi de tabiri yerinde ise küllerinden doğmuş oldu. Darbe sonrası kapalı salonlarda, sessizce kutlanan 1 Mayıs`ın artık alanlara çıkma, bayraklarla, sloganlarla, emekçilerin taleplerin taleplerini haykırmasının zamanı gelmişti. EÐİT-SEN, 1992`nin 1 Mayıs`ı için hazırlıklar yapıyor. Bu "ilk" 1 Mayıs`ın görkemli bir kutlaması olmasını istiyordu. 12 Eylül karanlığının bir yırtılma biçimi olarak emekçilerin alanlara çıkması büyük önem taşıyordu. Özkurnaz, "1992 yılı, önceki yıllardaki kapalı salonlardan sonra ilk kez alanda kutlanan 1 Mayıs`a hazırlıkları ile başladı. 12 Eylül külleri arasında kalmış bir Çanakkale, kapalı salonlara sıkışmış 1 Mayıslar, bunların salonlardan artık sokaklara alanlara çıkması gerektiği kanaatini vardık ve çok görkemli olması yönünde özel çaba gösteriyorduk. Mayıs ayı gelmeden iki üç ay önce çok sıkı toplantılar yapıldı. 1 Mayıs`ın tarihsel sahipleri işçiler olmasına rağmen, işçi sendikaları 1 Mayıs`a uzak durdular. Çanakkale`deki işçi sendikalarından bir tek Tek Gıda-İş Sendikası biraz sıcak baktı, hatta tertip komitesine bir üye bile vermediler. 5000 afiş bastırdık, Çanakkale`de ve bu yaklaşık 80-90 kişilik üçer beşer kişilik gruplarda bir gecede her tarafı donattık; elektrik direkleri, kapılar, bacalar, afiş yapıştırılabilecek nerelerde varsa oraları 1 Mayıs çağrı afişleri ile donattık. Gerçekten de çok kalite 1 Mayıs oldu, yaklaşık 4000`e yakın bir katılım oldu. Çanakkale için çok önemli, ki 12 Eylül ateşinden sonra ilk defa alanlara çıkılması açısından çok önemliydi. 1 Mayıs`ın o özelliği buydu ve Çanakkale`de gerçekleşti. 93 1 Mayıs`ı daha farklı, daha görkemli oldu ama olaylar çıktı; provokasyon, girişimleri oldu" diye belirtti.
Memurdan "aklı başında" belgesi istenmiş!
"Biz asıl hedefimiz 1 Mayıs`ı orada başlayıp bırakmak değildi" diyen Özkurnaz, Geleneksel hale getirmekti, geleneksel hale de dönüştü. Bu sene 31`inci yıl oluyor. 31 sene düşünün ilk atılan, yakılan çoban ateşi sayesinde o bir geleneksel hal aldı, yapılmadık zaman da olmadı. İlk 1 Mayıs`a tertip komitesine üye verilmiyor, 200-300 işçisi olan fabrikalardaki örgütlenmelerden imza dahi alamıyorduk. O dönemde, coşku, görkem çok heyecan vericiydi. O dönemde sendikal örgütlenmelerin bir yasası yoktu; diyelim bir tablo var ama tablonun çerçevesi yok. Yasası olmadığı için aidatlar elden toplanıyordu, ilçelerde örgütlenme çalışmaları tamamen emeklerimizle, fedakarlıklarımızla oldu. Kolay değildi, "memur sendika kurmaz", "devlete karşı sendika mı kurulur?", "memur 1 Mayıs tertip komitesinde olmaz" gibi anlayışlar vardı. Hatta ilk tabelayı astığımız gün polis sendikayı bastı, nasıl ki dilekçemizi verirken `devlet memurları bu işi yapamaz` denildi, 1 Mayıs`ı kutlamak için oluşturulan tertip komitesi için de "Aklı başında belgesi" istendi bizden. Sendikayı polis bastığında da 55 dakika bizim sendika mühürlü kaldı, 55 dakika kapandı. Bizim siyasi şube tabela indirdi, ondan sonra bizi aradılar yönetim olarak geldiler, emniyet müdürü fırça attı polislere neden kapatıyorsunuz diye. Ciddi bir tepki oluşacağını da anladılar ve 55 dakika sonra kendileri mührü açtılar. 55 dakika kapanma ve açılma, Türkiye`de bir rekor" ifadelerine yer verdi
O günlerden, bugünlere bakış...
Kentte uzun yıllar eğitim emekçileri mücadelesi veren ve sendikaların kurulumunda aktif görevler alan, başkanlıklarını, yönetim kurulu üyeliklerini yapan Özkurnaz, o dönemki mücadele günlerinden bugünleri değerlendirerek; "31 yıl geçmiş aradan, geleneksel hale geldi. Şimdi kalkıp devlet memuru dilekçe veremez, memurlar grev yapamaz diye bir kural yok, onları aştık biz; o yasakları, o zihniyeti yırttık biz. 92`den itibaren yapılan 7-8 tane yapılan mitingin belki de 10 tane mitingin tertip komite başkanlığını yaptım. Bunları da yaşadık ama sonra gelenek oldu ama şu an sendikalar deniz kıyısındaki çakıl taşlarına döndüler, gerçekten özelliklerini kaybettiler, kendi köklerini de kuruttular, kendi kendilerine yabancılaşıyorlar. Eğitim-Sen`in örneğin 2003`ün 31 Aralık ayında 2000`e yakın üyesi vardı. Şimdi bakıyoruz 2000 yılından bu yana ekonomik şartlar çok mu düzeldi, hayat şartları çok mu düzeldi, sorunlar çok mu düzeldi de üye olmaya ihtiyaç duyulmuyor. Ne oldu da şu an ki 350-400 sayısına düştü, neden acaba? Örgütlenmeye en çok ihtiyaç olunan bir dönemde sen gerileme kaydediyorsun, bugünkü yöneticilerin de oturup bunu sorgulaması lazım. Özünde Eğitim-Sen`in kendi özünden kopmaları, kendilerine yabancılaşmaları, o çökmeyi yaratıyor" dedi.
(Seçkin Sağlam - Damla Yeltekin)