Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Yanlış Halkayı Kavramak!...

2453
Kapitalizmin merkez ülkeleri ve uluslararası tekeller, yalnızca toplumsal değerlerin ve mülkiyetin kendi egemenlikleri altında olması ile yetinmezler. Bilimin ve bilginin de kendi egemenlikleri, tekelleri altında olmasını isterler.
Bu, bir yönü ile maddi servetlerin, bir azınlığın elinde olmasını sağlayan ve süreklileştiren bir güç olarak değerlendirildiği kadar; uluslararası ilişkileri, halkları yönetmeyi ve onları sistem içerisinde tutmayı da hedefleyen ve sağlayan önemli bir kaynak oluşturmaktadır.
Bilgi; periferi ülkelerden merkez ülkelere, halklardan sistemin egemenlerine doğru yönlendirilerek biriktirilir.
Merkezin elindeki bu bilgiler; stratejistler, analistler, teknokratlar, üst bürokrasi eliyle yeniden ve yeniden değerlendirilerek, rafine edilerek sermayenin hizmetine sunulmaktadır.
Kuşkusuz ki burada halkların edindiği bilgi, bilgiyi halk için kullanan aydınlar ve genel olarak emeğin binlerce yıllık tarihi tecrübesinin birikimi olan bilgi, bu yazının konusu dışındadır.
Ve yine bilginin, insanlığın ortak birikiminin sonucu olduğu da konu dışıdır.
Belki bu burjuva aydınlarla, bilgiyi genel olarak sermayenin çıkarına kullananlarla; halkçı ve bilgiyi emeğin çıkarları için kullanmak isteyen aydınları ayıran bir niteliğin anlaşılmasını göstermesi bakımından ayrı bir eksende tartışılabilir.
Eğer dikkatli bir gözle, geçtiğimiz günlerde Arap-İslam coğrafyasındaki olayları ve gelişmeleri ve bu konuda yorumlar yapan stratejistlerin, analistlerin söylediklerini anımsarsak, belirttiğimiz farklılığı daha iyi anlayabiliriz.
Gözleri büyük devletlerden, büyük merkezlerden, büyük güçlerden başka bir noktayı görmeyen bu çevrenin, hesap kitabında, toplumsal ve siyasal tahlillerinde halk diye bir kavramın olmadığını görürüz/gördük.
Onlar Bin Ali’yi gördüler, Tunus halkını görmediler; Hüsnü Mübarek’i gördüler, Mısır halkını görmediler.
Halkların baskı ve zulme karşı ayaklanması, diktatörlükleri dağıtması, onların kör noktalarıdır.
Bu nedenledir ki apışıp kaldılar!...
Ayaklanmaların arkasında ‘dış güç’, ‘dış parmak’ aradılar.
Ellerindeki bilgiler halkları anlamaya, aydınlatmaya ait bilgiler değil; köreltmeye, köleleştirmeye ait bilgilerdir.
Ve nasıl oluyor da bilgisiz bıraktıkları halklar ayağa kalkıp isyan edebiliyorlar.
Bu anlayış, bu felsefe bilginin yalnızca sermayenin hizmetine sunulması anlamına gelmez; bilginin metalaştırılması, köleleştirilmesi anlamına da gelir.
Ama en genel şekli ile toparlayarak söylersek, stratejik hedeflere ulaşmak; doğru taktiklere, doğru halkaları kavramaya bağlıdır.
Bir stratejist yanlış halka kavrıyorsa, bu yanlış halka üzerinden yanlış taktik adımlar atıyorsa, stratejik hedeflerine ulaşması mümkün değildir.
Buraya kadar yazılanlarla ne kadar ilişkisi var, yorumlar size ait ama üç örnek sunarak yazımızı bağlayalım…
Birincisi; sayın yeni Rektör, geçtiğimiz hafta iri puntolarla yerel basının sayfalarına düştü.
Hüseyin Akif Terzioğlu Vakıf yönetimi ile ilgili açıklamaları ve “Çanakkale halkı üniversiteye destek sunmazsa, biz de onu umursamayız” anlamına gelen sözleri ile…
Bu çıkış, üniversite kenti hedefine ne ölçüde hizmet ediyor bilemiyorum ancak kent halkı ile ilişkiler açısından yanlış bir taktik adım olduğunu düşündürüyor.
Bilinmelidir ki; Çanakkale halkının gönlünü, güvenini kazanmak, ÇOMÜ’de rektörlük seçimlerini kazanmaya benzemez.
Doğru analizlere, doğru taktik adımlara, doğru halkaları kavramaya ve bir de halkı, kent halkını ‘umursamaya’ ihtiyaç vardır.
Başbakan, AKPM’deki konuşmasında Ahmet Şık’ın basılmamış kitabının toplatılmasına ilişkin, ilginç bir açıklama yaptı.
Eyvah, eyvah!...
12 Eylül yalnızca hukuku, anayasası, kültürü ile değil siyaseti ve siyasetçisi ile de yaşıyormuş!...
İleri demokrasi bu işte!...
Üçüncüsü; Ertuğrul Günay, doğaçlama sahnesinde, zülf-ü yare dokunarak, Sümeyye Erdoğan’ı bilmeden de olsa inciten(!) tiyatro sanatçısı Tolga Tuncer’i çağırarak terbiye etmiş(!).
İleri demokrasinin sosyal demokrat kültür bakanına da bu yakışırdı!...