Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Üç Ay `Yetti`

2441
Birkaç ay öncesine gidelim…
Anayasa değişiklik paketi, halk oyuna sunulacaktı!...
Özgürlükler ve demokrasi gerçekleşecek, Türkiye’nin anayasal ve hukuksal zemini önemli ölçüde değişecekti!...
Hiçbir şey 12 Eylül 2010 öncesi gibi olmayacaktı!...
13 Eylül sabahı başka bir ülkeye uyanacaktık!...
Anayasadan kaynaklı tüm sorunlar önemli ölçüde çözüm yoluna girecekti!...
Bu nedenle Anayasa değişiklik paketine ‘Evet’ denmeliydi, ‘Evet’ demeliydik!...
Hükümet çevrelerini ve AKP yöneticilerini bir yana bırakırsak, liberal koro, burjuva sol ‘Aman ha! Bu değişim fırsatını kaçırmayalım, hep birlikte evet kuyruğuna girelim’ diye avazları çıktığı kadar bağırıp çağırıyorlardı.
Şimdi biraz geriye dönerek, daha soğukkanlı düşünmeye ve gelişmeleri değerlendirmeye çalışalım.
Anayasa değişikliğinin alt yapısını oluşturacak, bazı yasal düzenlemelerin ve mevzuatın değişim sürecini bir yana bırakırsak, bugün geldiğimiz noktada, yani üç ay sonrasında yaşadığımız anla 11 Eylül arasında nasıl bir fark oluştu?
Hangi özgürlükler yaşanılır duruma geldi?
Demokrasi çerçevesi dünden farklı olarak ne kadar genişledi?
Hukukun üstünlüğü egemen kılınabildi mi?
İfade ve örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gösteri yapma hakkı pratik olarak üç ay öncesinden daha mı iyi durumda?
Türkiye’nin insan haklarına saygı konusunda bugün ulaştığı nokta, referandum öncesinden daha mı iyi durumda?
Liberal koro, verili durum karşısında şimdi hangi güfteyi yazıp, hangi besteyi seslendirecek? Kulağa hoş gelen hangi sloganları üretecek?
Toplumun psikolojik durumu, moral değerleri, güven duygusu, hukukun üstünlüğüne inancı düne göre daha mı iyi?
Elbette, bu sorulara ve sorunlara objektif yanıtlar verebilmek için toplumun değişme ve gelişme yasalarını, toplumsal ilerleyişin dinamiklerini bilmek ve doğru tanımlamak gerekir.
Farklı sınıflara ve çıkar gruplarına bölünmüş bir sistem içerisinde, hangi sınıfların demokrasiye ve özgürlüğe ihtiyacı olduğunu ve onu talep ettiğini; hangi sınıfların demokrasi ve özgürlüklere karşı engel oluşturduğunu bilmeden; söylenen her söz, atılan her adım, gerçeklerle çelişmek surumu ile karşı karşıya gelir.
Sahte halkçılıkların, sahte ilericiliklerin, sahte demokratlıkların cilası çabuk dökülür.
Bugün, bulunduğumuz noktada ortaya çıkan ipuçları demokrasi ve özgürlüklere değil, baskı ve şiddetin yoğunlaşmasına işaret etmektedir.
Tarihi olarak çürüyen sınıfların ve onun açık ve kapalı, dolaylı ve dolaysız her türlü siyasi sözcüleri, kendi varlıklarını özgürlüklere değil, baskı ve şiddet mekanizmalarına bağlamışlardır.
Demokrasi ve özgürlük, eşitlik ve toplumsal adalet, ancak buna ihtiyaç duyan geniş kitlelerin mücadelesi ve tarihsel eylemi ile gerçekleşebilir.
Dünya ölçüsünde savaşları, eşitsizlikleri, baskı ve sömürüyü üreten, gerçekleştiren sınıflar ve onların temsilcileri gerçek demokrasinin ve özgürlüklerin savunucusu olamazlar.
Onların bu yolda söyledikleri her söz, başta işçiler olmak üzere, şehir ve kırın yoksul emekçilerini aldatmaya ve kendi politikalarına eklemlemeye yöneliktir.
Bu kriter, bu bakış aynı zamanda sosyalistlerle sosyal-şovenleri, gerçek demokratlarla liberalleri, halkçı aydınlarla burjuva aydınları ayıran bir mihenk noktasıdır.
12 Eylül halk oylaması başka şeylerin yanı sıra, bu açıdan da önemli dersler, tecrübeler sunmaktadır.
Bugün gelinen noktada, bütün emekçiler ve ezilenler için dilini, kültürünü, kimliğini özgürleştirmek isteyenler için, yeni bir anayasa, demokrasi ve özgürlük talepleri ve mücadelesi güncelliğini korumaktadır.
‘Yetmez ama ….’ ;üç aylık süre YETTİ de arttı bile!...