TROİA HAZİNELERİ - Fecri Polat

Yazıya başlamadan önce şunu belirtmek isterim ki; büyük bir özveri ile çalışan Troia Müzesi yönetimi ve çalışanları, çalışmalarıyla hemen herkesin dikkatini bu güzide müzenin üzerine çekmeyi başarmaktadırlar.

6736

  Bu sayede farklı yollarla yurtdışına çıkarılan Troia eserlerinin sergilenmesi gereken tek yerin Troia Müzesi olması gerektiği fikrimizi tekrar canlandırmışlardır. Bu haklı talebi gündemde tutmak hepimizin vatandaşlık görevidir. Şimdi size Troia Hazinelerinin geçmişten günümüze olan yolcuğunu kısa ve en anlaşılır şekilde başlıklar halinde sizlere anlatmaya çalışacağım.

 

Schliemann Troia’da

Tüccar olduğu halde bütün hayatını Troia’yı bulmaya adayan Schliemann, Paris Üniversitesi’nde arkeoloji ve eski çağ bilimleri alanında aldığı eğitimin ardından, 1869 yılında doktora unvanı almıştır. Aynı yıl içinde eski eşinden ayrılan Schliemann, Atinalı bir tüccarın kızı olan Sophia ile evlenmiştir. Daha öncesinde Troia’yı bulmak için 8 Ağustos 1868 yılında saat 06.00’da Çanakkale’ye gelen Schliemann, İngiliz konsolos Frank Calvert’in 1853 yılından beri Troas bölgesinde yaptığı araştırmalar ve Troia’da 1863-65 yılları arasında yapmış olduğu küçük çaplı kazılardan habersiz, doğrudan, o zamana kadar Troya olduğu sanılan Pınırbaşı’daki Ballı Dağ’a gitmiş ve orada kazılara başlamıştır. Kazılardan bir şey elde edemeyen Schliemann, 14 Ağustos 1868’de İstanbul’a gitmek için geldiği Çanakkale’de gemiyi kaçırınca beklemek zorunda kalmış ve 15 Ağustos’ta Çanakkale’de Calvert’i ziyaret etmiştir. İşte bu ziyaretle Troya’nın ve Schliemann’ın kaderi değişmiştir.  Bu görüşmeden sonra 22 Ağustos 1868’ kız kardeşine bir mektup yazan Schliemann şunları yazar “...Gelecek Nisan’da tüm Hisarlık tepesini kazmaya niyetliyim, orada Pergamos’u yani Troia’nın kalesini bulacağımı düşünüyorum...

Böylece Troia macerası başlamış olan Schliemann, bazı ailevi sorunlar nedeniyle Troia’ya gecikmeli gelir ve 9-19 Nisan 1870 yılında Hisarlık tepenin kuzeybatısında yaptığı sondaj kazılarından sonra 1871-73, 1876, 1878, 1879, 1882 ve 1890’da büyük çaplı kazılar gerçekleştirmiştir.

Schliemann Kazıları Sonrası Troia/Hisarlık

 

 

 

Troia Hazineleri Bulunuyor

Meşhur “Troia Hazineleri” olarak bilinen ve arkeologların “A Hazinesi” olarak isimlendirdiği hazine 31 Mayıs 1873 yılında bulunmuştur. Bu hazine küçük-büyük 8833 parçadan meydana gelmektedir. Schliemann bu hazinenin İlyada Destanı’nda anlatılan Troia Kralı Priamos’un hazinesi olduğunu düşünmüş ve “Priamos Hazinesi” olarak isimlendirmiştir. Schliemann’ın böyle düşünmesinin sebebi; hazineyi bulduğu yerin hemen yanında yer alan Troia II dönemine ait giriş kapısı ve rampasıydı. Burayı İlyada’da adı geçen “Skaia Kapısı” olarak düşünmüştür. Rampanın hemen yanında yer alan evin ise “Priamos’un Evi” olduğuna inanmıştı. Bütün bunlar bir araya geldiğinde, böylesi büyük bir hazine tabi ki Priamos’un olmalıydı. İlgi çekici bu isim günümüze kadar kullanılmıştır. Ayrıca daha sonra Schliemann tarafından bulunan diğer eserler de “Priamos Haziesi” adı altında toplanmıştır. Schliemann kazıları süresince toplamda 40 farklı buluntu topluluğu ortaya çıkarılmıştır.

Troia A Hazinesi “Priamos Hazinesi”

 

 

Hazinelerin Kaçırılışı

Schliemann kazıya başladığı andan itibaren çıkacak hazineleri Osmanlı ile paylaşmak niyetinde değildi. Çünkü dönemin yasalarına göre çıkan buluntuların yarısı kazıcıya, yarısı devlete aitti. Bu nedenle bulduğu hazinelerin büyük kısmını, 1873 yılının Nisan ve Mayıs aylarında Kumkale, Karanlık Liman’dan kereste yüklemek üzere gelen Yunanlı kaptan Andreya’nın gemisiyle götürmüştür. Üzerinde taşıyabileceği büyüklükte olan eserleri ise kendi üzerinde ve yanındaki kişilerin üzerinde saklayarak, Kumkale iskelesinden Çanakkale Gümrük İdaresi’ne getirmiştir. Burada herhangi bir arama yapılmadan gümrükten geçmelerine izin verilmiştir. Osmanlı’nın, hazinelerin kaçırıldığını öğrendiğinde hakkını arayacağını bildiği için hazinelerin sahtelerini yapmanın yollarını aramıştır. Osmanlı yönetiminin anlaşmadan doğan haklarını arayacağını ve hazinenin yarısını isteyeceğini biliyordu. Schliemann, hazineyi kaçırdıktan sonra Yunanistan’ın başkenti Atina’da fotoğraflarını çekmiş ve 5 Ağustos 1873 tarihinde Atlas Troianischer Alterthümer’de yayınlamıştır. Bu yayından sonra durumu öğrenen Osmanlı, hazinelerin payına düşen kısmını almak üzere Atina’da büyük bir hukuk mücadelesi başlatmıştır.

Osmanlı Devleti’nin Başlattığı Hukuki Süreç

Hazinelerin kaçırıldığını öğrenen Osmanlı, Atina’ya kaçırılan hazineler ile birlikte soruşturma başlatmış, eserlerin kaçırılmasında ihmali olan görevliler hakkında yargılama kararı verilmiştir. Bunların başında, Kumkale Müdürü Rüstem Ağa, Çanakkale Gümrük Müdürü Halid Ağa ve gümrükte görevli bulunan memurlar gelmektedir. Ayrıca Hisarlık’ta kazı yapılmaması kararı alınmıştır. Bölge kontrol altına alınmıştır.  

Açılan davayı yürütmek üzere o dönemde Müze Müdürü olan Anton Dethier görevlendirilmiş ve Atina’da yapacağı harcamalar için kendisine 800 Frank harcırah verilmiştir.  1874 yılının Nisan ayında başlayan davada, Osmanlı’ya yönelik olumlu bir havada devam etmiştir.  Bu süreçte Yunan hukuk mevzuatı doğrultusunda temsil konusunda yaşanan sıkıntılar giderilmiş, Schlimann’a karşı yürütülen davanın kazanılabilmesi için gerekli bütün çalışmalar yapılmıştır. Ancak buna rağmen ilk mahkeme 1874 yılının Mayıs ayı sonlarında kaybedilmiştir.

Bu tarihten sonra Maarif Nezâreti’nin görüşleri doğrultusunda, iki önemli kararı uygulamaya koymuştur. Buna göre dava, Yunan Temyiz Mahkemesi’ne götürüldü. Aynı zamanda eserlerin satılmasını engellemek için iç ve dış basında bir protesto metni yayınlandı:

“Schliemann nam kimesne Kal’a-i Sultaniye’de Hisarlık nam mahalde bulmuş olduğu altın ve gümüş ve bakır ve taştan ve mermerden masnû` Âsâr-ı Atikayı hafiyyen kaçırmış ve eşyâ-yı mezkûrenin Müze-i Hümayûn ile kendi beyninde nısfiyyet üzere taksimini icra etmemiş olduğundan eşyâ-yı mezkûrenin her nev’ hibe ve bey’i keen lem yekûn hükmünde olduğunu ve her nerede bulunur ise da’vâ ve ahz olunacağını Devlet-i Aliyye cümleye ilân eder.

Bu kararlar kısa sürede amacına ulaşmış ve Yunan Temyiz Mahkemesi ilk mahkemenin aldığı kararı 1874 yılının Haziran ayında bozmuş ve hazinelerin iadesine hükmetmiştir. Fakat Schliemann’ın evinde yapılan aramalarda hazineler bulunamamıştır. Bu tarihten itibaren Schliemann’ın evi gözetim altına alınmıştır.

Anton Dethier (1863-1865 arası bir tarihte)

 

Schliemann’ın Osmanlı ile Anlaşması

Açılan yeni davada Schliemann’dan talep edilen tazminat bedeli bir milyon Frank olarak belirlenmiştir. Ancak Yunanistan’daki mahkeme tazminat bedeli olarak 10 bin Frank ödenmesine hükmetmiştir. Bu duruma en çok sevinen kişi Schliemann olmuştur. Kaçırdığı hazinelerin mahkemece biçilen bedeli kendisine az gelmiş olacak ki, 10 bin yerine 50 bin Frank vermeyi teklif etmiştir. Fakat bunu yaparken de bir şartı vardır. Troia’da yeniden kazı yapmak istemektedir.

Bunun üzerine Osmanlı, Atina Sefareti aracılığıyla Schliemann ile görüşmeye karar vermiş ve bu konu Maarif Meclisin’de 3 Nisan 1875 tarihinde tartışılmıştır. Çıkan karara göre kaçırılan hazinelere karşılık Schliemann’ın vereceği 50 bin Frank kabul edilecek, fakat kendisine bir daha kazı ve araştırma izni verilmeyecekti. Bu durumda Osmanlı hazinelerin kendisine ait olan payından vazgeçmiş oluyordu.  

Kazı izni verilmeyeceği kararına rağmen Shliemann her türlü yolu denemiş ve 1876, 1878, 1879, 1882 ve 1890’da büyük çaplı kazılar gerçekleştirmiştir. Fakat bu kazılar döneminde çok sıkı denetim altına alınmıştır. Kazı şartları zorlaştırılan Schliemann’ın kazı sezonları sonunda bölge gezilerine dahi izin verilmemiştir.

Hazineler Şimdi Nerede?

Troia hazineleri Schliemann’ın ölümünden sonra Berlin Müzesi’nde sergilenmiştir. İkinci Dünya Savaşı’na kadar burada sergilenen buluntular, savaş sırasında bir anda ortadan kaybolmuştur. 1992 yılına gelindiğinde hazinelerin savaş ganimeti olarak Rusya’ya götürüldüğü anlaşılmıştır. Bütün buluntular 1993 yılına kadar Puşkin Müzesi’nde saklanmıştır. 1995 yılından itibaren ziyarete açık şekilde Rusya’nın başkenti Moskova’da, Puşkin Müzesi’nde sergilenmektedir.

Büyük Altın Diadem (Moskova-Puşkin Müzesi)

 

 

Schliemann’ın sonraki yıllarda yapılan kazılarında ve Schliemann’dan sonra devam eden kazılarda da yeni buluntular ele geçmiştir. Troia’dan çıkarılan bütün buluntular şu şehirlerdeki müzelerde yer almaktadır: Çanakkale, Moskova, St. Petersburg, Atina, Berlin, Philadelphiya ve Ptorzheim.

Troia’da çıkarılan bütün eserlerin yapılan Troia Müzesi’nde toplu olarak sergilenmesi en büyük amaç ve istektir.

Troia Müzesi

 

Hazinelerin Tarihlendirilmesi ve Özellikleri

Hazine topluluklarının neredeyse hepsi “Denizsel Troia Kültürü” olarak isimlendirilen dönemin içinde yer alan ve bu kültürün en ihtişamlı evresini oluşturan Troia II evresine aittir. Bu dönemin tarihi M.Ö. 2550-2200 yılları arasıdır. Buluntular arasında az sayıda Troia III dönemine ait objeler de yer almaktadır.

Troia II Sur Duvarları ve Giriş Rampası (AHazinesinin bulunduğu yer)

 

Hazinenin içinde; Schliemann’ın karısı Sophia Schliemann’a takarak fotoğrafını çektiği buluntular dikkat çekicidir. Bunların içinde yer alan ve “A Hazinesi”ne ait olan iki altın diadem; ince altın bir banda dikey olarak asılmış zincirlerden oluşur. Zincirlerin üzerinde yaprak şeklinde takılar vardır. Zincirlerin uçlarında ise “W” ve “idol”e benzer takılar vardır. Büyük diademde toplam 16353 parça kullanılmıştır. Söz konusu bu diademin bir benzerine henüz rastlanmamıştır. Fakat bunlarda kullanılan zincir yapım tekniği ile zincire takılan takılar ve bu işlemler yapılırken yapılan uygulamalar “H Hazinesi ve J Hazinesi”nde yer alan sepet küpelerde yapılan uygulamalarla aynıdır. Bu küpelerde sepet formunu veren teller dökümle ya da lehimle yapılmıştır. Elde edilen levha bükülerek sepet formu verilmiştir.

Sophia Schliemann

 

 

Troia hazinelerinde çok sayıda boncuk ele geçmiştir. Bir diğer buluntu topluluğu ise saç halkalarıdır. “lüle halkaları” olarak bilinen bu halkalar, İlk Tunç Çağı’ndan Antik Döneme kadar dünyanın birçok bölgesinde ortaya çıkmıştır. Mezopotamya, İran, Kafkasya, Ege ve Anadolu’dan Doğu Avrupa’ya kadar birçok yerde bu buluntulara rastlanmaktadır.

Troia Hazineleri arasında ki en önemli hazinelerden bir tanesi de “L Hazinesi”dir. Bu grubun içinde yer alan baltalar en önemli eserlerdir. Bu baltaların bir tanesi lapislazuliden, bir tanesi yeşimden ve iki tanesi de yeşil nefritten yapılmışlardır. İki tanesinde altın kaplama izine rastlanmıştır. Bu derece iyi bir işçilikle yapılmaları, iyi korunmuş ve altın kaplanmış olmaları, baltaların asa olarak kullanıldıklarını göstermektedir.

Kalay ticaretinin yapıldığı Tunç Çağı’nda, birçok değerli maddenin daha ticaretinin yapılmış olması gerekmektedir. Yeşim taşının da Asya, özellikle Sajan ve Pamir dağlık bölgelerinde kalay ile birlikte bulunuyor olması, bunların ara ticaret noktaları yoluyla Troia’ya ulaştığını göstermektedir. Bu durumu destekleyen diğer önemli buluntular ise Troia hazineleri arasında yer alan karneol, kehribar ve fayanstan yapılmış nesnelerdir. Bir diğer önemli grup, takı yapımında kullanılan araç gereçlerdir. Döküm kalıpları, altın ve gümüş külçeleri, kullanılmayan eski takı kalıntıları ve büyüteç olarak kullanılan dağ kristalinden merceklerdir.

Metal hammaddelerinin belli bir bölgede bulunması, insanları uzun mesafelerden ticaret yoluyla bunları elde etmeye zorlamıştır. Deniz ticaretinin bu dönemde daha kazançlı olması nedeniyle boğazların önemi artmıştır. Çanakkale Boğazı’nın Anadolu yakasında yer alan Troia’nın önemi bu noktada artmıştır. Güneyden aldıkları değerli yüklerle Çanakkale Boğazı’nı geçmek isteyen yelkenli gemiler; boğazdaki ters akıntı ve kuzeyden esen sert rüzgarlar yüzünden Troia önlerinde demirleyip, yılın belli dönemlerinde esen güney rüzgarlarını beklemişler ve yelkenli gemileriyle ancak bu sayede boğazı geçebilmişlerdir. Bu durum özellikle yaz aylarında, Mayıs’tan Eylül’e kadar ki dönemde daha belirgindir. Çanakkale Boğazı’nda yol almanın zorlukları, Piri Reis’in Kitab-ı Bahriyesi’nde yer bulmuştur. Bunun yanında birçok gezgin ve denizcinin anılarında yer almış ve yirminci yüzyılın sonlarına kadar özellikle vurgulanmış bir gerçektir. Avrupalı denizciler için hazırlanmış deniz kılavuzu olan Black Sea Pilot’ta şöyle yazmaktadır; “Kuzey rüzgarı bazen o kadar uzun sürer ki Bozcaada kanalında veya diğer limanlarda uygun bir rüzgar bekleyen 200 veya 300 gemi görmek olağan bir hadise haline gelir. Gemiler güneyden gelen rüzgarı yakalasalar bile, bununla ancak bir limandan diğerine geçebilirler ve bu nedenle Marmara Denizi’ne ancak rotalarını kısa mesafeler kat ederek tamamladıktan sonra ulaşabilirler…”.

Troia ise bu gemilere konaklama sağlamış, ticaret yapmalarına olanak tanımış ve vergi almıştır. İşte Troia’nın zenginliğinin kaynağı ticaret ve rüzgar olmuştur.

Manfred Osman Korfmann tarafından “Troia’ya zenginliği rüzgar getirdi” sözünün söylenme nedeni de budur.