yusuf@canakkaleolay.com
Artık kabullenmemiz gerekiyor: Beşiktaş ileri gitmiyor, geriye doğru savruluyor. Tribündeki öfke, saha içindeki çaresizlikle birleşince ortaya sadece futbol değil, bir hayal kırıklığı hikâyesi çıkıyor. Dün akşam Başakşehir karşısında yaşananlar da bunun bir özeti gibiydi.
Taraftar ağlıyor. Evet, gözümle gördüm; formasını sahaya atan, gözyaşlarını tutamayan insanlar vardı. Bu kulüp, bu renkler onlar için bir yaşam biçimi. Ama sahadaki takım o yaşamı karşılayacak en ufak bir enerji, ruh ya da tutku göstermiyor.
Solskjaer artık hedefte. Haksız mı? Hayır. Bu kadar ruhsuz bir takımın başında olup hâlâ “yeni geldim” diyemez kimse. Hele ki maç sonunda tribünleri gülerek alkışlıyorsa, o zaman bu işte bir sorun vardır. Sadece sonuç değil, duruş da sorgulanır. Ve maalesef Solskjaer’in duruşu, Beşiktaş ruhuna hiç uymuyor.
Mustafa Hekimoğlu… 17 yaşında bir çocuk. Belki geleceği parlak ama o çocuğu böylesine baskılı bir ortamda sahaya atmak nedir? Kimi kurtarmaya çalışıyorsun, kimi harcıyorsun? Kadronun yetersizliğini gençlerle kapatmaya çalışmak bir plan değil, bir tükeniştir.
Kadro mühendisliği deseniz tam bir fiyasko. İmmobile, Arthur Masuaku, Alex Oxlade Chamberlain, Ernest Muçi, Onur Bulut, Salih Uçan, Keny Arroyo... Hepsinin üstünde kocaman bir soru işareti. Kim bu oyuncuları aldı, hangi oyun sistemine göre transfer etti, kimden hesap sorulacak? Beşiktaş formasını taşımak yürek ister, bu formayı terletmek karakter ister. Ama görüyoruz ki bazıları için bu forma sadece bir antrenman tişörtü gibi.
Ve asıl mesele: kulübenin içi boş. Ama sadece yedek kulübesi değil, kulübün kendisi de boşaltılmış gibi. Plan yok, strateji yok, vizyon yok. Bir zamanlar Avrupa’da ses getiren, Türk futboluna yön veren o büyük camia, şu anda “sezon bitsin de kurtulalım” ruh haline düşmüş durumda.
Bu takımın, bu taraftarın tek istediği şey sahada ter. Mücadele. Ruh. Ama şu an olan tek şey, koskoca bir kulübün göz göre göre erimesi.
Beşiktaş bu değil. Olmamalı.