Seçkin Sağlam

ssboreas17@gmail.com

Seçime doğru...

18719
Bir önceki yazıda, sandığın demokrasinin bir göstergesi olmadığı, yani yukarıdan (parti genel merkezlerinden) belirlenen adayların seçilmesine dönük "Bu adaya veya şu adaya oy vereceksiniz" anlayışındaki seçim sisteminin demokratik olamayacağı konusunda genellemeler yapmıştık... 
 
Seçim sisteminin antidemokratik yapısına bağlı olarak organize edilen yerel veya genel seçimlerin; demokratik talepleri, seçmenin iradesini ve tercihlerini yansıtmaktan uzak olduğunu söylememiz gerekiyor. Zira belirlenen, `atanmış` adaylarla gerçekleşen seçim, her şeyden önce seçmen iradesini yönlendirmeye dönük, siyasi merkezlerin herhangi bir "aksaklığa" sebebiyet verilmemesini sağladığı, siyasetin kendisini güvenceye aldığı, istemediği herhangi bir adayın çıkmasının bir bakıma önüne geçtiği bir düzlemde sürüyor seçimler. 
 
Burada CHP Genel Başkan Yardımcısı ve gelecek dönemin Bakanlarından Muharrem Erkek`in bu konuya özellikle değindiğini, seçim sisteminin demokratikleştirilmesi konusunda adımlar atılacağına dair açıklamalarını hatırlatmakta fayda var. 21 yıllık baskı döneminin sonuna gelirken, demokratikleşme konusunda atılacak en küçük adım bile büyük önem taşıyor. CHP`nin Hukuk Politikalarından Sorumlu olan Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek`in, hem seçim sistemi, hem de parlamenter sistemin güçlendirilmesi ve demokratikleştirilmesi konusundaki mesajları çok önemli. 
****
Toplumsal ve siyasi olarak gelişmemiş, demokrasisini oturtamamış, 100 yıllık tarihinde neredeyse her 20 sene bir darbeler ve darbe girişimleri, muhtıralar ile genel olarak çeşitlik biçimlerde, siyasi alana yönelik antidemokratik müdahalelerle ağır aksak ilerlemiş Türkiye ve benzeri ülkelerde, seçimin demokratik olması da ne yazık ki beklenemiyor. 
 
Yurttaşların önlerine konulan sandıktan çıkacak iradenin, temsilde adaleti sağlamaktan uzak olması, en azından eşit ve adil bir seçim ortamı bekleme haklarını ellerinden alamaz. Kirletilen siyaset ortamında, küfre varan iddialar ve ifadelerin havada uçuştuğu bir süreçte yurttaşlar, en azından propaganda faaliyetlerinin despotik bir tarzla manipüle edilmemesini, miting ve diğer araçların sabote edilmemesini beklerler. Sandık demokratik mücadelenin araçlarından biri olmasının yanında, sadece sandığa endeksli bir mücadele düşünülemez. "Demokratik dönüşüm" hedefinin araçlarından biri olarak sandık, örgütlü ve kitlesel mücadeleye dayanan bir hatla desteklenmediği sürece, seçim alanının provokatif müdahalelerle yönlendirilmesi ve buna bağlı olarak da seçmenin demoralize edilmesi kaçınılmaz olur. 
 
İşin bir yanı böyleyken, diğer yönüyle iktidar güçleri de bu işe böyle bakar. Muhalefet ne kadar eşit ve adil bir seçim ortamı beklerse, iktidar ve onlara bağlı güçler de seçimin eşitliğini bozmaya dönük hamlelerle kendi sandık mücadelesini desteklerler. Yani sadece sandığa dönük bir mücadele, hiçbir zaman ne iktidar güçlerince ne de iktidara aday muhalefet güçlerince yeterli görülemez. Sandık her ikisinin de ortak hedefiyken, ikisi de bu hedefe giden yolda, kendi yaşam alanlarını sağlamaya çalışır. 
****
Tüm bu genellemelerden sonra merceği biraz yakınlaştırıp, 14 Mayıs seçim sürecindeki alana daralttığımızda da bunu daha açık bir biçimde görebiliriz. 
 
"14 Mayıs siyasi darbedir" minvalindeki açıklamalarla startı verilen seçim sürecinde, birkaç gün önce Erzurum mitinginde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu`na yönelik taşlı saldırıdan tutun da, Yeşil Sol Parti`nin araçlarına yönelik saldırılar ile diğer muhalefet partilerinin seçim çalışmaları sırasında yaşadıkları provokatif eylemler ve sonrasındaki iktidar cephesinden yapılan açıklamalar süreci anlamamıza ışık tutuyor. Bir miting ya da seçim aracıyla yapılacak propaganda faaliyetinin her şeyden önce güvenliğini sağlamak mevcut hükümetin göreviyken, "Orası miting alanı değil, olsaydı güvenliğini sağlayabilirdik" açıklaması, tam da güvenliğin sağlanmadığının açık itirafıdır. Saldırının sebebinin konuşmacı olduğuna yönelik söylemlerle gölge düşürülen, sadece "eşit ve adil bir seçim" süreci değil, aynı zamanda sandığın da ta kendisidir. 
 
Seçim sistemi ve siyasi partiler kanunu, seçimlerin demokratik işlemesine izin vermezken, yine bu bağlamda ifade ve basın hürriyeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşleri özgürlüğünün de sağlanamıyor olması demokrasi mücadelesinin merkezinde olmalıdır. 
 
Sözün özü; Sandık "tek başına" değil, ama demokrasinin araçlarından biri olarak, ekonomik, sosyal ve siyasal taleplerle desteklenen mücadele araçlarının bir parçası olarak görülmeli ve her şeyin sandıkla bitmeyeceği, seçim sonrası mücadelenin de örgütlü bir şekilde örülmesi birincil hedef olmalı. 
 
Bize seçim sürecinde sunulanları, bunlar ve bunlara benzer uygulamaları görüp bilerek, sandıkla baş başa kaldığımız o noktada, irademizi kararlılıkla sandığa yansıtmamız 14 Mayıs`ın kaderini belirleyecek. 
 
Seçim sonucundan bağımsız, kaybedilen ya da kazanılan şeye sandık olarak değil, asıl kazanımın demokratik dönüşüm mücadelesinin yükseltilmesi olduğu unutulmamalı.