Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Kazdağları için "El ele insan zinciri" devam ediyor

Kazdağları'ndan İskele Meydanı'na ulaşan, her hafta katılımın biraz daha arttığı 'El ele insan zinciri'nde 7'nci hafta geride kaldı.

5164

 

 

 

“El ele insan zinciri” hareketi, henüz kendi özgünlüğü içerisinde “kendi kültürünü”, “kendi yapılanmasını” ortaya çıkaracak deneyimleri biriktirebilmiş değil… Bu durum, bir kitle hareketinin, dahası “kendi karakteristiği” açısından bakıldığında, “El ele insan zinciri” eyleminin doğasından ve doğallığından bağımsız olarak düşünülemez!... Biraz daha zamana, deneyim biriktirmeye ve zenginleşmeye, kendi iç değerlerini ortaya çıkarmaya ihtiyacı olduğunu söylemeliyiz!... Bu ve benzeri hareketlerin diyalektiği, bu çizgi üzerinden ilerlerler, belirleyenlerini ve etkileyenlerini bu süreç içerisinde netleştirip ortaya çıkarabilir. Tek cümle ile bu her hareketin kendine özgü diyalektiğinden bağımsız bir gelişme değildir.

 

Dönersek Kazdağları’na, orada ise “yerli ve milli” olanla “dış güçler” diye egemen siyasetin söylem literatürüne girmiş olan durum üzerinden saflaşma giderek, yalnızca derinleşmiyor, aynı zamanda genişleme eğiliminin de ipuçlarını ortaya koyuyor… Egemen siyasetin genel söylemlerinin Kazdağları’ndaki verili güçler karşısındaki tutumu ise söylemini yalanlayan, onunla çelişen bir politik-pratik görüntü sergiliyor.

 

Ancak şunu söylemeliyiz, geniş kitleler açısından Kazdağları’nı sahiplenmek, o coğrafyaya sahip çıkmak, her türlü kişisel, grupsal, politik, parti veya organizasyonun bütün söylemlerinden çok daha değerlidir ve çok daha yaşamsaldır. Kazdağları’na sahip çıkma genel ve büyük çizgisinin yanında diğer her şey teferruattan ibarettir.

 

8’inci haftada, İskele Meydanı’nda, daha geniş bir katılım; Yalnızca doğamız ve geleceğimiz için değil, Kazdağları coğrafyasının, Troya’nın, mitolojinin ve oradan günümüze ulaşan kültürün hak ettiği bir beklenti olacaktır.

 

DİKEY ÇÜRÜME

Depremlerin ortasında Kızılay’a yönelik bağış söylentilerini duyunca ve konuyu biraz araştırıp inceleyince; Marshall Berman’ın “Katı olan her şey buharlaşıyor” adlı eseri bende bir çağrışım uyandırdı; hiyerarşiye bağlanan, rotasını ona göre belirleyen her yapı, dikey çürüme ve geleneksel değerlerinden ve işleyişinden kopuş sürecine giriyor!...

 

Rakamları duyunca, yani 8 milyon dolar rakımını duyunca düşündüm, bir şirket bir kuruluşa 8 milyon dolar bağışlar mı!? Kapitalizmin genel mantığı içerisinde bakıldığında, hani o ünlü sözle söylersek; “Gölgesini satamayacağı ağacı kesmek” kültürünün egemen olduğu sömürü ilişkisi içerisinde, öyle 8 milyon dolar “bağışlanmaz”!...

 

Dahası, bu bağışın bir vakıf için yapılması, bu vakfın “bilinen” sicili göz önüne alındığında, birkaç kez düşünmenin gereği de kendiliğinden ortaya çıkıyor.

 

Sonradan anlaşıldı ki, kazın ayağı öyle değilmiş… Kızılay, bir “yol yapmış”/“yol açmış”!... Kızılay yönetiminin tutumu tek sözcükle söylenirse, hatta en hafif sözcüklerle ifade edilmeye çalışılırsa bile; bütün tarihsel, insani, vicdani, dayanışma ve yardımlaşma duygularından kopuşun, insani olanı, vicdani olanı, siyasi olanın yoluna döşeyip çiğnettiği, çürüdüğü, sadece varoluşunu değil, kendi tarihini de itibarsızlaştırıp lekelemekten çekinmeyen bir kokuşmuşluğun ve çürümüşlüğün girdabına garkolduğu gerçeğidir!...

 

Sonrası gelişmeler gösteriyor ki, 8 milyon dolar, Kızılay’ın üzerinden geçmiş, Ensar Vakfı’na ulaşmış, onunla da yetinmeyip sınırları aşarak, Amerika’daki TÜRKEN Vakfı’na ulaşmış. Eee ne de olsa yol uzun, yorulmuştur dolarcıklar! Dahası Kızılay’ın yeni yönetimi koşullarında iddialardan anlaşılıyor ki, “vergiden kaçınma” yol olmuş… Kaçırmak değil ama, kaçınmak isteyenler Kızılay köprüsünü kullanıvermişler…

 

Adam işin teorisini bile yaratmış, “vergi kaçırmak değil, vergiden kaçınmak”!...

 

Hani utanmak değil, utanmazlık değil, utanmazlıktan kaçınmak bile böyle bir “teorileştirmenin” karşısında bir kez daha hiyerarşiye bağlanmış her şeyin,  nasıl kokuşup çürüdüğünü ve dikey çürümenin, değerlerine inanılan, güvenilen kurumları bile, (ki Kızılay böyle bir kuruluş olarak bilinirdi) sarıp sarmaladığını ortaya koymaktadır.

 

Sonuç olarak, öyle anlaşılıyor ki ve iddialar öyle bir noktaya varmış ki, açığa çıkan ve öğrendiklerimizin, bütün gerçeğin sadece küçük bir bölümünü oluşturduğu kaygılarıdır. Soru sormanın, sorgulamanın, yurttaşlık haklarını kullanmanın, engellenmek istenmesinin, nedenlerini, bu gelişmeleri öğrendikçe biraz daha iyi kavrıyoruz.

 

Elbette; herkesi sonsuza kadar inandırıp kandırabileceğini sananlar, bir gün gerçeğin, haklı olanın, doğru olanın duvarına çarpacaklardır. Kızılay başkanı ve yönetimi de unutmamalıdır ki, bu devran böyle sürmez. Bir gün, halkın açacağı gerçeğin yolundan, haklının yolundan hesap vererek geçmek zorunda kalınabilir!... Buradan “kaçınmak”, öyle vergi vermekten “kaçınmak” gibi payandalar üzerinden ve onlar aracılığıyla kolay olmayacaktır!... En azından vicdanlardan kurtulmanın olanağı yoktur. Şimdilik bu kadarını söyleyelim…