Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

HERKESİN DEĞERİ SÖZÜ KADARDIR

Sağır Sultanların bile malumu olduğu üzere, Türkiye'nin sürekli gündemi, ekonomik kriz ve etrafında dönen tartışmalar ve iddialar..

7755

 “Ekonomik kriz vardı-yoktu”, “bizim krizimizdi, değildi”, “dış güçlerin manipülasyonuydu”, “psikolojikti”, falan da filan…

Ancak, bu gündemin yanında, geçtiğimiz günlerde üçüncü havalimanı işçilerinin, esas olarak dört temel talep etrafında iş bırakmaları ve sonrasındaki gelişmeler de gündemin baş sıralarına yerleşti ve tartışmalara neden oldu. 
Biliniyor, ama biz bir kez daha işçilerin taleplerini sıralayalım; 1)Tahta kuruları temizlensin, 2)Yemekler düzelsin, 3)Ücretler tam ödensin, 4)İş cinayetleri önlensin. Bu dört insani ve basit talep üzerine sanki kıyamet koptu! “Vur abalıya abalıya!” , “Öküz altında buzağı aramalar”, terör bağlantısı yakalama uğraşları, “Alo Fatihgiller” familyası, dört koldan seferberlikle, can siperhane işçilere saldırıya geçtiler! Bakınız, Yeni Akit’in köşe yazarı Mehtap Yılmaz 17.09.2018 tarihli köşe yazısında hırsını alamayarak,işçilere ne diyor; “ Bu işte bir tezeklik arayacaksın! Şayet bu itler, bitlendik falan diyorsa da üzerlerine biber gazı sıkıp, içlerindeki şeytanı çıkartacaksın! Madem kaşınıyorlar, madem kaşı beniiiii kaşı beniii diye debeleniyorlar! Madem bitlendik diye kuduruyorlar! Birilerinin bu itlerin kafasındaki bitleri ayıklayıp içeri tıkması lazım!”. Biz yazılarımızda, küfür ve hakaret dilinden olabildiğince uzak durmaya, en karşıt olan görüşlere bile küfür ve hakaret etmeden cevap vermeyi bir çizgi olarak benimsedik. Şunu söyleyelim, yukarıdaki alıntı ve onun yazarı için; söylediğiniz, yazdığınız her şey size yakışıyor! Eğer küfür ve hakareti, aşağılamayı siz kendinize yakıştırıyorsanız bence bunun bir sakıncası yok, küfür ve hakaret dilini kullanmayı seçiyorsanız buna itiraz etmiyorum, demek ki kendinize yakıştırıyorsunuz, ben de yakıştırıyorum. Küfür ve hakaret etmek için köşe yazarı olmaya gerek yok. Bunun için bir köşe tutmaya, köşe sahibi olmaya hiç gerek yok, hatta bilgiye ve bilgeliğe de gerek yok, hatta okur yazar olmaya da gerek yok. Sadece, emek düşmanı olmanız, insani taleplere, anayasaların ve evrensel hukukun çalışan insanlara, işçilere ve yine onların mücadelesi sonucu tanıdığı haklara karşı olmanız yeter. Bu köşe yazısı sadece yazarın kendi niteliklerini ortaya koyması bakımından bir anlam taşıyor. Ötesi laf-ı güzaf bile değildir! Herkesin değeri sözü kadardır, herkesin değeri kendisi kadardır.
Dönelim ekonomiye, damat Berat bey, kendileri aynı zamanda Maliye ve Hazineden ve akçeli işlerden sorumludurlar. AKP Genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kriz yok” sözünden sonra Yeni Ekonomik Programını (YEP) açıkladı, orta vadeli programmış! Aslında “kriz yok” sözünü tekzip eden bir programdı açıklanan. Ama esas söylemek istediğim programla ilgili değil, Hürriyet yazarı -ki Hürriyet’in yayın politikası O’na O da Hürriyet’e çok yakışıyor- Ahmet Hakan, Berat beyin açıkladığı programı eleştirenlere; “Yahu biraz zaman tanıyın, bir bakalım ne olacak? Hemen karşı çıkmayın” anlamında eleştiriler (!) yöneltti. Günaydın Ahmet Hakan! Tam 16 yıldır zaman tanındı, bir 16 yıl daha mı bekleyelim? Ahalinin tuzu zat-ı âlinizin tuzu gibi kuru değil. Bilinir ki bazen söylenen şeyden daha çok kimin söylediği önem kazanır. 
Ama en önemli sözü Adalet bakanı Sayın Abdülhamit Gül söyledi. “ Türkiyede yaşanan bu sıkıntıların rasyonel değil psikolojik olduğunu görüyoruz” (ekonomik “sıkıntılardan” bahsediyor.) Bakanın bu sözü bana,-ülkücü çevrelerin bileceklerini düşündüğüm- Nihal Atsız’ın, Bozkurtların Ölümü romanındaki, iri yapılı Pehlivan  Yamtar’ı hatırlattı. Bir oturuşta bir kuzudan fazlasını yer. Çinlilerle güreş tutar, karşına birden fazla Çinli çıkar, aynı anda ve hepsinin sırtını yere getirir. Sonra bir Çinli filozof, Yamtar’ı gözüne kestirir ve ona felsefe öğretir ve der ki “ Aslında açlık-tokluk yoktur, biz öyle zannederiz, biz kendimi aç ya da tok zannederiz”. Yamtar bu sözlere inanır ve yemeyi içmeyi bir yana bırakır. Zayıflar, ve son güreşinde bir Çinli onun sırtını mindere yapıştırır. Abdülhamit Bey, Türkiye’de yaşanan sıkıntıların rasyonalitesinin olmadığını ve her şeyin psikolojik olduğunu söylediğinde aklıma Yamtar gelmişti. Her şey psikolojik! Kriz yok! Biz öyle sanıyoruz! Çünkü rasyonel değil. Birileri, muhtemelen dış güçler, bizi krizin varlığına inandırıyor. Şimdi burada uzun uzun kanıtlar ileri sürmenin de bir alamı yok. Ekonomik sıkıntıların rasyonalitesinin olmadığı bir ülkede, “adalet var, hukuk var”, demenin de bir rasyonalitesi yoktur. Tamamen psikolojik, yani birileri bizi manipüle ederek psikolojimizi yönlendirerek, olmayan adaleti, “adalet var, hukuk var” diye bize yutturmaya kalkıyor! 
Eğer olmayanı olmuş gibi, olanı olmamış gibi gösterme cambazlığına soyunup, nesnel gerçekliği ve sonuçlarını perdelemeye kalkışanlara ve ahaliyi uyutma çabası içine girenlere hatırlatalım ki; adaletin, hukukun ve genel olarak demokrasinin ve demokratik değerlerin küçüldüğü, yok edildiği, emeğin ve emekçilerin aşağılandığı bir toplumda ekmekler büyümez ve bu çarpıklık sonsuza kadar sürdürülemez! Ekmeğin büyüklüğü de, hukukun, demokrasinin ve adaletin büyüklüğü kadar olur! Her şeyi belirleyecek olan “itler” diye, “bitler” diye aşağılanan o geniş yığınların, işçilerin ve emekçilerin bütün bu manipülasyonlardan ve bilinç bulandırmalarından sıyrılmaları, aşağılanma ve küfürlere, baskılara, hapislere karşı tarihsel rollerini kavramaları ve bu rolün gereğini yerine getirmeleriyle doğru orantılı olarak gerçekleşecektir!