Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

ERKEN SEÇİM TARTIŞMALARI ÜZERİNE

2027
TBMM’nin tatile girmesi ile, erken seçim tartışmaları, şimdilik hız kesmiş görünüyor.
Anlaşılan odur ki; erken seçim isteyen parti ve çevreler, TBMM’nin yeni çalışma dönemine kadar geçecek süreyi; güç toplayarak, taktiklerini yenileyerek değerlendireceklerdir.
Sonbaharla birlikte şenlik başlayacak.
Muhalefet partileri, uzunca bir süredir, çabalarını; bir yandan AKP Hükümetini şıkıştırma, öte yandan da halkı, erken seçimin kaçınılmazlığına ve gerekliliğine ikna etme ekseninde sürdürdüler.
Bu parti ve çevrelerin tamamına yakını, söylemlerinin merkezine: “çözüm millettir”, “millet iradesinden kaçılmaz!”, “sorunları millet iradesi çözmeli!” ve benzeri argümanları koydular.
Bir başka ilginç tartışma da, ‘seçmen’ profili üzerinden yapıldı; ‘merkez’, ‘merkez sağ’, ‘merkez sol’, yeniden tanımlanarak, öngörülen sayısal oranlar yazılıp-çizildi, konuşuldu.
Bu seçmen kategorizasyonuna uygun olarak siyasi partiler, bulundukları pozisyonları gözden geçirerek, kimi ‘merkez’e, kimi ‘merkez sağ’a yelken açmak üzere rota belirlediklerini ilan ettiler.
Demirel, Rahşan Ecevit ve Mesut Yılmaz’ın arz-ı endam etmelerini de ekleyince, manzara tamamlanmış oldu böylece!..
Şimdi, yeniden ‘millet iradesi’ne ve ‘millet iradesi’ diye, söylemde bulunanlara dönelim: Bu seçim sistemi, Siyasi Partiler Yasası, yüzde onluk barajlarla, ‘millet iradesi’ gerçekleşir mi?
Bir yandan ‘millet iradesi’ diyeceksiniz, öte yandan millet iradesinin önüne konulan yasaklara ve barajlara ses çıkarmayacaksınız?
Bu nasıl bir iki yüzlü tutumdur?
Bu sistemle her yıl seçim yapılsa ne olur? Türkiye’nin hangi sorunları çözülür?
Millet iradesinin önündeki engeller  kalkmadan yapılacak seçimler, demokratik ve adaletli bir sonuç doğurur mu? Barajlarla, yasaklarla malül bir sistem, çözümleri değil, ancak sorunları yeniden üretmez mi?
Tartışmalara ilişkin, sorular ve sorunlar çoğaltılabilir. Ancak, bu kadarı bile yeterlidir, sanıyorum…
Bir başka şey de, subjektif niyetlerle emekçileri (seçmen) sınıflandıranlara sorulmalıdır; açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayanlar, işsizler, gençler, kadınlar, emekliler hangi sınıflandırmaya giriyor? Sağ mı, merkez mi, yoksa merkez sağ mı? Ne dersiniz!..
Sonuç olarak; seçimler demokrasinin ve halk iradesinin araçlarından yalnızca birisidir. Seçim, demokrasinin kendisi değildir. Seçimi, demokrasinin ‘kendisi’ gibi gösterenler bilinçli(!) bir, anti-demokratik tutum içerisinde olanlardır.
Türkiye’nin temel ihtiyacı demokrasidir.
Seçimler; engelsiz, barajsız ve özgür koşullarda yapıldığı ölçüde demokratik bir sonuç doğurabilir.