vselvitop@gmail.com
1970’lerin sonlarında, soğuk bir Ankara gecesi… Gençlik yıllarımın en kaygısız anlarından birini yaşıyordum. Küçük bir sobanın başında, birkaç arkadaşla toplanmıştık. Gece uzundu, sohbet koyuydu. Ama o gece hayatımın akışını değiştirecek bir karar aldığımı henüz bilmiyordum.
Arkadaşlardan biri cebinden kırmızı-beyaz bir paket çıkardı. Üzerinde büyük harflerle yazılmış bir isim vardı. Paketi açarken yayılan tütün kokusu, bulunduğumuz küçük odayı hızla doldurdu. Sanki bir ritüelin parçası gibiydi: Paketi açmak, içinden bir sigara çekip parmakların arasında çevirmek ve dudaklara götürmek…
“Yak bir tane, bir şey olmaz,” dedi biri.
O an tereddüt etmedim. Sigara, bir aidiyet sembolü gibiydi. Bir gruba dahil olmanın sessizce kabul edilen ritüeliydi belki de. Uzatılan sigarayı aldım, ilk fırtı çektim… Göğsüme yayılan sıcaklıkla birlikte başım döndü. Ama bu his o kadar kısa sürdü ki ne olduğunu bile anlayamadım. Ardından ikinci, üçüncü derken… O gece farkına bile varmadan bağımlılık yolundaki ilk adımımı atmıştım.
Sigara benim için sadece bir alışkanlık mıydı, yoksa gençlik yıllarının kaçınılmaz bir parçası mı? O zamanlar bunun üzerinde hiç düşünmedim. Şimdi geriye dönüp baktığımda, o gün sigarayı içmem için hiçbir gerçek sebep bulamıyorum. Ama içmiştim. Ve o günden sonra, sigara hayatımın her anında benimle olacaktı.