İlki 6 Şubat tarihinde 5.3 şiddetindeki depremle başladı sallantılar Ayvacık’ta. Daha öncesi de var tabi ki bu sallantılar, bir aydır sıklaşan ve yıllardır da depremler olur, gider… Ama bu kez gitmedi… 10 gündür sürüyor… 7’den 70’e, çoluk-çocuk, kadın-erkek, genç-yaşlı, herkes diken üstünde. 6 Şubat tarihinde gerçekleşen ve Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü kayıtlarına göre binin üzerinde deprem yaşamış bölge. Gülpınar’dan Tuzla’ya, Çamkalabak’tan Tamış’a Çam Köy’den Taşağıl’a Taşboğaz’dan Yukarı Köy’e kadar birçok yerleşim yeri etkilenmiş. 7 Şubat tarihinde 17 olan depremden etkilenen yerleşim birimi sayısı 15 Şubat itibariyle Çanakkale Valiliği’nin verdiği bilgiye göre 26’ya ulaştı… 10 günde beşi 5.0’ın üzerinde 16’sı 4.0’ın üzerinde binin üzerinde deprem… Her sallantıda devrilen dolaplar, yıkılan duvarlar, bozulan sinirler, korkular, belirsizlikler…
Depremler durmuyor, korkular artıyor
Ayvacık’a bağlı çok sayıda köyde yüzlerce yurttaş yıkılan duvarlara bakıyor 10 gündür… İzmir’den Sakarya’ya, Bolu’dan İstanbul’a Tekirdağ’dan Edirne’ye Çanakkale’den Van’a, AFAD’çılar, UMKE ekipleri, sağlıkçılar, belediyeler, muhtarlar, sivil toplum kuruluşları tam bir ‘seferberlik’ hali içinde Ayvacık’ın yaralarını sarmaya çalışıyor. Çok geniş bir alanda, çok sayıda köyde çalışma yürütülüyor… Tek bir alan, tek bir köy veya yerleşim birimi değil… 10’larca kilometrekarelik alanda onlarca köy yüzlerce yurttaş… Kadını, çocuğu, genci, yaşlısı… Kiminin evi ilk depremde yıkılmış, kimi ağır hasarlı, kimi hasarlı… Kimin evini ikince 5.3’lük deprem yıkmış, kiminin evinin üçüncü 5.3’lük deprem… Kiminin evi sağlam, hiç yıkılmamış, ağır hasar almamış hatta kiminin evini hasar dahi almamış… Ama hepsi korkuyor; hepsi yaşamlarının normale dönmesini, çocuklarının okula, hayvanlarının meraya, kendilerinin tarlaya, bağa, bahçeye gideceği günü bekliyor… Hepsi “Tamam, artık geçti, deprem bitti” denilecek anı, günü bekliyor… Ama kimse, bilim insanlarından hükümet-devlet yetkililerine bunu söylemiyor/söyleyemiyor… Dahası, her şey geçmiş değil… Bölgedeki 20 kilometrelik fay hattı durmadan kıpırdıyor ve işin daha da kötüsü, daha da korkulanı, çevresindeki daha uzun fay hatlarını da tehdit etmeye devam ediyor…
Günlük yaşam altüst olmuş, herkes korkuyor
Biz de Kent Konseyi’nden Aytekin Er ve Muhammet Şapçı ile deprem bölgesine giderek hem yurttaşlardan hem de vatandaşlardan bilgiler almak, durumu yerinde görmek için yola çıktık… Sabah 7’de başlayan yolculuğumuz yaklaşık 12 saat sürdü ve 10 köyde, muhtarlar, vatandaşlar ve çeşitli kurum temsilcileri ile görüştük… Son durumu, insanların psikolojilerini, yapılan yardımları görme fırsatımız oldu… “Her şeyimiz var, devlet buraya geldi” diyen de oldu, “Bize kimse gelmedi, ilk gün gelip gittiler daha da uğramadılar, uğrasalar da bilgi alıp ayrıldılar, zor durumdayız” diyen de… Yıkılan evleri de gördük, çatlayan duvarları da, yaşamını her şeye rağmen, “Öleceksek evimizde ölelim” diyerek evinde yaşayanı da, yıkılan duvarını “Ben tamir ederim” diyeni de, arabasında yatanı da, çadırda kalanını da konteynırda hayatına devam edenini de! Kimi, soğuğa dayanamamış çadırına evinden elektrik çekmiş, kimisi çadırının içine soba kurmuş! Ama bölgede herkesin hayatı altüst olmuş, herkes korkar olmuş… Aynı dönemde önceki yıllarda uğrasanız o köylere, kahvelerin dışında sokakta insan az görürsünüz, şimdi; herkes sokakta… Kimi yemek çadırında yemeğini yemiş, çadırına gidiyor, kimi çamaşırını yıkamış çalılıklara sermiş, kimi dışarıya ateş yakmış kazanını kaynatıyor… Her köyün kahvesinde televizyon açık, gelecek bir haber, bir açıklama bekliyor normal hayata döndüklerine dair!...
Yaşamlar çadırda, konteynırda sürüyor
‘Normal’ bir zamanda gitseniz, fotoğraf çekmek isteseniz, biraz garipserler, belki çekinirler, şimdi alışılmış, poz veriliyor! Yüzyıllardır bir köyde yaşamış insanlar, şimdi konteynırda kalabilmek için kavgaya ramak kalan tartışmalar yaşıyor… Normal bir zamanda kimsenin hiçbir şeye ‘ihtiyacı yok’ diye düşünürsünüz, şimdi gelen giysi kamyonları, ayakkabı yardımlarının önünde itiş-kakışlı, biraz ürkerek, biraz çekinerek sıraya giriliyor… Gelen yemeklerin lezzeti ikinci plana itiliyor, herkes karnını doyurabilmenin, çocuğunu besleyebilmenin derdinde… Günlük yaşam olağanüstü bir rutine binmiş; gece çadırlarda ya da konteynırlarda kalınıyor, gündüz yıkıntıların arasında sağlam kalmış ya da yıkılmamış evlerindeki günlük ihtiyaçlarını alıp çıkıyor… Çadırda, konteynırda süren bir yaşam yürüme mesafesinde evlerinin uzağında!... 10 gündür devam ediyor, daha da ne kadar sürer belli değil… “Allaha şükür önümüz yaz” diye hiç de serin olmayan bir su serpiyorlar içlerine kendilerinin… Belki bir avuntu, belki de “yazın normale döneriz, evlerimiz onarılır” düşüncesi… Önceki akşam saatlerinde döndük, bölgeden, o gece 4.6 ile sarsıldı yine… Ne hissettiler, ne yaşadılar, nasıl bir panik havası içinde, çocuklarını avutan kadınlar, kadınlarının yanında güçlü durmaya çalışan erkekler!... Yaşlı amcalar, teyzeler, nineler…
Bilinçsiz, paldır küldür değil, ihtiyaca göre yardım
Deprem bölgesinden notlarımız devam edecek, ancak çok önemli not da sosyal medyada #Ayvacık, #Deprem etiketleri ile paylaştığınız ziyaretlerine ve yardımlarınıza dair!... Herkes yardım etti, götürdü, gönderdi… Elbette acıyı paylaşmak, ortak olmak, yaraları sarmak, kelimelerle anlatılamayacak kadar güzel, umut veren bir duygu ve hareket… Acıyı hissedip yardım yapamamak da en az onun kadar değerli… Ancak öyle trajik yardımlar da yapılıyor ki; yapılmasa daha iyi dedirtecek türden. Bu nokta da dikkatli olunmalı; Sosyal medya takipçileriniz sizin ne kadar yardımsever, duyarlı olduğunuzu görmek zorunda değil, hele ki yaptığınız yardımlar bir işi yaramıyorsa! Bu noktada orada kurulan kriz merkezi ile iletişime geçip, gerçekten ihtiyaç olunan yardımların yapılmasında, hatta yardımın da ötesinde oradaki çalışmaların takipçisi olarak yurttaşların yaşamlarının bir an önce normale dönmesinin yollarını aramak da fayda var. “En geç Nisan ayında başlarız” dedi Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak… Daha önce başlamalı… Bunun yolları aranmalı…
Yani içinde ‘altından klozet’ de olsa, orada insanların birçoğu çadırda/konteynırda kalıyor… Bunun farkında olunmalı… O insanların bir an önce, kendi evlerinde kalmaları sağlanmalı, bir an önce kendi yaptıkları yemekleri yemeli, çocukları okula, hayvanları meraya gitmeli… Bunun için orada bulunan kamu kurumlarına, kuruluşlara yardımcı olunmalı… En büyük derdimiz bu olmalı…
(Seçkin Sağlam)
(Devam edecek)