Prof Dr. Hamit Palabıyık’ın yazısındaki ifadeler talihsiz açıklamalar olarak göze çarparken bir yandan da kentin yaşam tarzına müdahale ederek, kentin modern ve çağdaş yapısına temel teşkil eden dünya görüşünü değiştirmek isteyen bazı kesimlerin çabalarına bağlı olarak bu yazının çok da masum bir yazı olmadığı yorumları yapıldı. Son günlerde Çanakkale’deki yaşam tarzına karşı tahammülsüzlüğün getirdiği bazı şiddet olaylarının geliştiği düşünüldüğünde; bu denli ötekileştirmenin olumsuz sonuçlar yaratabileceğine vurgu yapıldı.
ÇOMÜ yönetiminin kent dinamikleri ile süren uyumsuzluğuna Prof Dr. Hamit Palabıyık’ın yazısı yeni bir boyut kazandırdı. Kendileri gibi düşünmeyen Çanakkalelileri aşağılayan bu yazı karşısında Palabıyık, Çanakkalelilerden özür dilemelidir. Her şeyin ötesinde bu nefret söylevinin getirmiş olduğu ötekileştirme bir şekilde meyvelerini verir. Kendisi gibi düşünmeyenlerin özel yaşamları üzerinden yapılan bu karalama kampanyasının yaratacağı sonuçlar hepimizi üzebilir ve o zaman geç kalınmış olabilir. Daha bayramdan önce bu kentte içki içtiği için sopalar ile saldırıya uğramış gençlerin olayına tanıklık ettik. Çanakkalelileri “sabahlara kadar içki içen, tek dertleri şaraplarını yudumlamak” şeklinde yaftalayan bir anlayışın varacağı noktalar üzerine bir ipucudur yaşanan. Çanakkale’nin gelişimi hepimizin sorunudur, kimsenin tekelinde değildir. Bu konuda tabiî ki farklı düşünceler olacaktır. Farklı düşündükleri için bu insanları nefret söylevi ile ötekileştirerek yaftalayan bir anlayışın ürünü olan Prof. Dr. Hamit Palabıyık’ın yazısından bazı bölümleri sizler ile paylaşarak takdir hakkını kamuoyunun iradesine sunarız.
“Pek çok kişi Çanakkale’ye çalışmak için değil, dinlenmek ve eğlenmek için geliyor. Gelenlerin önemli bir kısmı emekli kişiler. Ya gerçekten emekli olup Çanakkale’ye yerleşmişler, ya da kafadan kendilerini emekli ilan edip çalıştıkları yerlerde işlerini safsaklayarak gün sayıyorlar. Emekli deyip geçmeyin, bu göçler nedeniyle Çanakkale merkezde yaş ortalaması 40’ı bile aşıyor. İl genelinde zaten çocuk yapma sorunu var, yaş ortalaması Türkiye’nin zirvesinde: 36,6. Anlayacağınız Türkiye’nin en yaşlı kentiyiz ve bazılarımız artık çalışmak istemiyor. Daha doğrusu zora gelmek istemiyor. Yeni projeler, daha çok çalışmak, daha çok gelişmek hiç de cazip gelmiyor. Bu kişilerden bazıları ise bahçesinde domates yetiştirmekle, ya da balkonunda çay içmekle meşgul, yaşananlara kulak bile vermiyor. Direnç sadece emekli ve yaşlı kişilerle sınırlı kalsa iyi. Bir de rölantide çalışmayı hayat şekli olarak seçmiş, hatta bu yaşam şeklini felsefesi haline getirmiş kişiler var. Yaşları genç de olsa onlara göre Çanakkale demek sakinlik demek, doğallık demek, akşamları geç vakitlere kadar kafayı çekmek demek, dans etmek demek, denizde yüzmek, dağda yürüyüşler demek. Hatta aylak aylak dolaşmak demek. Dolayısıyla bu kişiler Çanakkale’yi hareketlendirecek her şeye karşılar. Gazetelerde, barlarda, sokaklarda asıl gürültüyü çıkaranlar da bunlar zaten. Kırık dökük de olsa ‘eski Çanakkale’yi savunuyorlar. Bu kişiler için Çanakkale’de kanalizasyon arıtması olmasa da olur, sokaklar lağım kokabilir. Çöpleri toplanmayınca da fazla gürültü yapmaz bu kişiler. Depreme dayanıksız evlerde oturan, daracık ve kirli sokaklardan geçen bu kişilerin arabalarının lüks, kıyafetlerinin ise her daim baloluk olduğunu görürsünüz.
Ancak Çanakkale gelişiyor, değişiyor. Son dönemde Çanakkale’ye tatil yapmanın dışında gelenlerin sayısında bir hayli artış var. Küçük kasabamız 10 yıl içinde 100 bini aşan bir nüfusa ulaştı. Üstelik gelenlerin ezici bir çoğunluğu Çanakkaleli bile değil. Onlar belki de Çanakkale için bazı Çanakkalelilerden daha çok çalışıyorlar, çünkü onlar buraya tatil için gelmediler. Kasaba büyüyünce çatışmalar da başladı elbette. Eski köylerinde tek dertleri şaraplarını yudumlamak isteyenler ile ‘gelişmiş Çanakkale’ isteyenler arasında görüş farkları, hatta çıkar çatışmaları başladı bile. Kim çalışıyor, kim çalışmıyor ayan beyan ortaya çıktı. Eski rantlar tehlikeye düşünce panik de başladı. Bu direniş öyle bir boyuta ulaştı ki ‘istemezükçüler’ işi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne karşı çıkmaya, Üniversite Uygulama Radyosu’nu kapattırma kampanyalarına, Yat Limanı’na karşı çıkmaya kadar götürdüler.”