Aramızda geçen konuşma aynen şöyle:
--16 numara burası mı?
--Yok, bu blok zaten 14 daireden oluşuyor
-- ………… kişiyi tanıyor musun ?
--Hayır
--Yöneticiniz kim, telefonu ne?
--Telefonunu bilmiyorum.
Bu diyalogda icra memuru öyle bir tonla konuşuyordu ki gerçekten insanın tahammül sınırlarını zorlar duruma gelmişti.
Zaten hasta olan bir kişi olarak kapının bu şekilde vurulmasından rahatsız olmuş, birde üstüne tam bir şiddet kültürü ile ifadeye çekilmenin psikolojisi ile sinir katsayım biraz yükselmişti. Yine de sakin bir şekilde kendilerine vatandaşın kapısını bu şekilde sert bir tarz ile vurmamaları gerektiğini hatırlattım.
Aldığım cevap; “ne olmuş yani” olunca içimden bir ses , ‘haydi Sermet başına belayı alacaksın’ dedi ve hemen kapımı kapayarak içeri girdim ve gelişebilecek bir olumsuzluğun bu şekilde önüne geçtim.
Kendime bir kahve yapıp sakinleştim...
Sonra düşündüm…
Bir icra memuru bir vatandaşa evinde hem de olay ile ilgilisi olmayan bir vatandaşa böyle davranma hakkını nereden buluyor sorusu ilk cevaplandırmaya çalıştığım soru oldu.
Şiddet kültürü o kadar içimize işlemiş ki; haklı olduğunu, borcunu ödemediği için baskı yapabileceği meşruluğunun psikolojisine bürünmüş bir görevli, o ruh haline öyle bir kendisini kaptırmış ki; tam bir astığım astık, kestiğim kestik havasında.
Bu görevlinin muhatap olacağı kişi borcunu ödememiş ya, ev eşyalarını haczedecek ya, kim bilir bu durum bu görevlide nasıl bir şiddet ve baskı yapma psikolojisi yaratıyordu?
Cevap bulmaya çalıştığım İkinci soru, icra işlemine gelen görevlilerin karşılaştığı şiddet konusu oldu.
Bu konuya cevap bulmaya çalışırken ODTÜ’de protesto hakkını kullanıp saldırıya uğrayan öğrencilerin gözaltına alındığına dair televizyon haberi; şiddet kültürünün toplumsal hayattaki konumu noktasında daha geniş bir pencereden yaklaşımda bulunmam konusunda bir etkide bulundu.
O zaman düşündüm ki güvenlik güçlerinin toplumsal olaylarda da bir önyargı yüklenmesi içinde olmaları gerekir. Bir de konu tamamen bir güvenlik politikaları nezdinde ele alınıp, demokratik hakların kullanımını engellemek tavrı ile birleşince ortaya çıkan manzaraların bu boyutta olması hiç de garipsenecek bir durum değil.
Sen vatandaşın demokratik hakkını kullanmak konusundaki en doğal hakkını şiddet ile engellersen, doğal olarak o insanlarda bir takım tepkiler gösterirler.
Bunu Başbakan’ın sözlerine cevap olsun diye yazıyorum.
Başbakan ODTÜ öğrencilerini lastik yakmakla , taş atmakla suçladığı için yaşanan olayın gerçek yönünü çarpıtarak yaklaştığından dolayı icra görevlileri ile yaşadığım olay bu konuda daha net sonuçlara ulaşmamı sağladı.
Demokratik ülkelerde herkesin demokratik protesto hakkı vardır.
Bu engellenemez.
İşte biz bu bilince ulaşıp, içselleştirdiğimiz ölçüde şiddet kültürünün bütün bu yansımalarının getirmiş olduğu olumsuzlukları bertaraf edebiliriz.
Tüm bunları düşünürken aklıma, 12 Eylül döneminde üniversitede sabahın köründe okul bahçesine dikilen soğukta saatlerce bekleyen askerlerin ilerleyen saatlerde okuldaki bir forum veya başka bir etkinliğe saldırırken içlerindeki öfkenin bu şekilde harekete geçirilmesi taktikleri geldi.
Arınç, geri adımını Çanakkale’de attı.
Bir AKP klasiğidir; bir adım ileri iki adım geri takdiği.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç BDP`li Gülten Kışanak`a yönelik; `onun gördüğü işkenceleri görsem ben de dağa çıkardım`sözlerine Başbakan Erdoğandan tepki gelince Bülent Arınç geri adımını Çanakkale’de attı.
Böylece Çanakkale siyasal arşivine Arınç, AKP’nin siyasal taktiğinin geri adım hamlesi ile olumsuz anılacak bir iz bıraktı.
Neyse olur böyle şeyler diyelim,
Alıştık artık; “kuvvetler ayrılığı önümüzde engel” diyen Başbakan’ın,”biz kuvvetler ayrılığını çok iyi biliriz. Biz kuvvetler ayrılığını onların bildiği gibi değil, bir demokraside olması gerektiği şekilde biliriz” diyerek hemen yeni bir duruma hükmetmiştir.
Ya Maliye Bakanının emekliler için söylediği “yüksek maaş alıyorlar” sözlerinden sonra söylediklerinin yanlış anlaşıldığını açıklamasına ne demeli ?
Bunlar bir tesadüften ibaret değil.
Halk dilinde yoklama derler bu taktiğe, nabız yoklamadır,
Herkesin taktiği kendine, birde foyalar ortaya çıktıkça günah keçisi olarak basın devreye sokulmasa…