Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Eş Genel Başkanı Mehmet Sıddık Akın, örgütlenme çalışmaları kapsamında Çanakkale’ye geldi. Sağlık ve sosyal hizmet emekçilerine ziyaretler gerçekleştiren Akın ile örgütlenme toplantıları arasında bir araya gelerek, ‘sağlıkta şiddet’, ‘yerel seçim süreci’ ve ‘1 Mayıs Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü kutlamaları’ başlıkları üzerine konuştuk. Çalışma arkadaşlarının ellerinde ders kitapları ile yabancı dile öğrenmeye çalıştığını ve istihdam edilme amacıyla yurt dışına çıkmanın yollarını aradıklarını kaydeden Akın, gençlerin iş bulma sürecinin zorluklarına da değinerek, “Bu ülke içerisinde kendini idame ettirebilmeye dair kaygılar artıyor. Bu kaygılar ile birlikte gençliğin ümidi kırılıyor” ifadelerini kullandı.
İstanbul'da okul müdürü İbrahim Oktugan’ın öğrencisi tarafından silahlı saldırı sonucunda öldürülmesinden bahseden Akın, kamuda ve özellikle sağlık çalışanlarına karşı yapılan şiddet eylemlerinin sürekli gündemde olduğunu aktararak, “Hatta geçtiğimiz yıllarda birkaç kez iş bırakma eylemleri de gerçekleştirmek zorunda kaldık. Tabii biz şiddet olgusuna bir bütün yaklaşmak zorundayız. Belki sağlık şiddet emekçilerine yönelik şiddet çok gündemdeydi ama son dönemlerde eğitim emekçilerine yönelik şiddet de var. Geçtiğimiz günlerde yine Tarım Bakanlığı’nda çalışan veteriner hekime yönelik şiddet olayı vardı. Kamu emekçilerine yönelik şiddet artıyor. Biz şiddeti siyasal ya da toplumsal yapıdan bağımsız değerlendiremeyiz. SES olarak bizim yapmış olduğumuz değerlendirmelerde, şiddeti sadece hasta ve hasta yakınlarının, sağlık emekçilerine uygulamış olduğu şiddet olarak değerlendirmiyoruz. Aynı zamanda şiddeti bizim açımızdan, belki birkaç başlıkta açmak gerekiyor. Şiddet öyle bir şey ki, özellikle işyerinde liyakatsiz yöneticilerin uyguladığı mobbing, muhalif sendika temsilcilerine yönelik bir siyasal şiddet olgusu da söz konusu...” dedi.
Kritik başlıklardan birisinin ekonomik şiddet olduğunu kaydeden
Akın, şunları söyledi: “Yoksulluk sınırı ile açlık sınırı
arasında bir yaşama mahkûm edilmiş kamu emekçilerinden
bahsediyoruz. Bir diğeri de toplumda uzun zamandır devam eden
ciddi bir kutuplaştırma siyasetidir. Toplum kutuplaştığı oranda
farklılıklara tahammül edememe hali gelişiyor ve bu da şiddeti
neredeyse artık toplumsal bir kültür haline getiriyor. Buralardan
bir çıkışın olması gerektiğini düşünüyoruz. Mesela kamusal sağlık
kurumları açısından bir değerlendirme yaparsak, 10-15 yıl
öncesine kadar devlet hastanelerimizde sadece bir tane polis
memuru vardı ve bu bir polis memuru da adlı vakalara bakıyordu.
Ama geldiğimiz aşamada, her kamu sağlık kurumunda onlarca
yüzlerce güvenlik görevlisi var fakat şiddet bitmiyor. Bir
güvenlik sorunu olarak algılanmaya başlıyor ama tek başına bir
güvenlik sorunu değil. Şiddet aynı zamanda o toplum içerisinde
kültür haline gelme durumundan çıkarılması gerekiyor. Bu da
demokratik bir yaşamla ilgidir. Tek başına demokratik bir yaşam
meselesi yasalarla ilgili de değil. Demokrasinin bir kültür
haline gelmesi ve içselleştirilmesi ile alakalı bir durumdur. Biz
elbette tedbir olarak, sağlık ve kamu emekçilerine yönelik
şiddetin önlenmesi için güvenlik çalışma koşulları istiyoruz.
Buna yönelik yasal düzenlemenin yapılmasını istiyoruz. Şiddete
meyledenlerin bir şekilde cezasızlık politikalarından
arındırılmasını istiyoruz. Ama bunun yanında gerçekten de
toplumda bir demokrasi kültürünün gelişmesine de ihtiyaç var.
İlkokuldan üniversiteye kadar da belki insan hakları ve demokrasi
konusunun bir şekilde işlenmesi gerekiyor. Siyasal atmosferin
değişmesi gerekiyor diye de değerlendiriyoruz. Yani aslında bir
bütünlüklü yaklaşıyoruz. Bu bütünlüklü yaklaşımda da biz zaman
zaman Sağlık Bakanlığına da çağrılar yapıyoruz. Mevcut durumu
aşabilmek adına farkındalık çalışmaları geliştirmek gerekiyor.”
Geçtiğimiz yerel seçimlere ilişkin değerlendirmede bulunan Akın,
“Yerel yönetimler, eğer yerel demokrasinin bir aracı haline
gelebiliyorsa anlamlıdır diye düşünüyoruz. Belediyeler birer rant
kapısına dönüşmeye çalıştı, halka hizmet noktasında da ciddi
anlamda sıkıntılar vardı. Ekonomik krizle de birleşince
toplumdaki değişim talebi kısmen ortaya çıkmış oldu. Bu talebi,
hiçbir iktidar görmemezlikten gelemez. Bugün halk, kendine
güvenmek zorundadır çünkü örgütlü olduğu oranda değiştirebilir.
Kişi başı gelirin 13 bin dolara yükseltildiği söylendi. 4 kişilik
bir ailenin hanesine girmesi gereken tutarı 52 bin dolar. Bunu
biz TL’ye çevirdiğimiz zaman, 1 buçuk milyon TL’yi aşan bir
rakamdan bahsediyoruz. Tam da bizim emekçiler, halk olarak
dememiz gereken olgu şudur: ‘kişi başına düşen gelir neyse biz
onu istiyoruz’. Bunun mücadelesini yürüttüğümüz oranda bu rantın
önünü kesebiliriz. Biraz mücadeleyi buradan yükseltmek gerekiyor.
Bugün bir asgari ücretlinin ödediği vergi, bir kuyumcudan ve bir
müteahhitten daha fazladır.” ifadelerini kullandı.
Yerel seçimleri kamu çalışanları perspektifinden okuyan Akın,
“Elbette ki toplumda bir değişim umudu var, bu açığa çıktı. Biz
de il il geziyor ve örgütlenme çalışmaları yürütüyoruz.
İşyerlerinde emekçilerle görüşüyoruz, onlarda dahi o umudu ciddi
anlamda görüyoruz. Ama bireysel olarak bana sorarsanız, 4-5 yılda
önümüze getirilen sandık demokrasisi, bir demokrasi değil. Bunu
görmek lazım. Aynı zamanda geçen dönemde yapılan en büyük
hatalardan bir tanesi, ana muhalefet partisi ve diğer muhalefet
partilerinin tamamı bizi sürekli seçime kanalize ettiler.
‘Nasılsa seçim gelecek, seçimle değiştireceğiz’ gibi bir
yaklaşım, aynı zamanda toplumu örgütsüz ve eylemsiz kılıyor.
Toplumu örgütsüz ve eylemsiz kılarsanız, toplumsal muhalefetin
sesini de kısarsınız. Bizim artık bunlardan vazgeçmemiz
gerekiyor. Elbetteki temsili demokrasinin önemli araçlarından bir
tanesidir seçim… Buna yükleneceğiz, demokrasiden, emekten,
emekçiden, insandan yana mücadele edeceğiz, bu temel
yaklaşımlarımızdan bir tanesi ama eylemsel hattı güçlü
tutacağız.” dedi.
İçinde bulunan süreçte 1 Mayıs’ın kendileri için önemli olduğunun
altını çizen Akın, “Taleplerin en fazla toplumsallaştığı,
emek-demokrasi-barış güçlerinin birlikte alanlara inebildiği
dönemlerdir 1 Mayıs’lar… Ve toplumun taleplerinin en üst perdeden
dile getirildiği dönemler… Pandemi dönemi geçirdik, 2 sene evlere
hapsolduk, ardından 6 Şubat depremlerinin gölgesi vardı… Bu sene
neredeyse son 7-8 yılın belki de en kitlesel, en kalabalık 1
Mayıs’ını kutladık. İnsanlar taleplerini yüksek bir sesle dile
getirdi. 1 Mayıs’larda açığa çıkan temel olgulardan bir tanesi
ortak mücadele talebi olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Ortak
mücadeleyi, önümüzdeki dönemlerde yükseltmek gibi temel bir
sorumluluk, örgütlü olan yapılara düşüyor. Biz de üstümüze düşen
sorumluluğu yerine getirmeye çalışacağız.” şeklinde konuştu.
Asgari ücretin temel bir istihdam modeli haline geldiği bir
ülkede yaşadığımızı ifade eden Akın, “Türkiye neredeyse artık
Avrupa’nın Çin’i haline gelmiş, kapitalist ülkelerin ucuz iş gücü
ürettiği bir yer olmuş durumda. Bir diğeri, coğrafyamızda yaşanan
savaşlar nedeniyle milyonlarca göç almış durumdayız. Bu göçlerin
tamamı ucuz iş gücü olarak çalıştırılıyor. Sağlık alanında da biz
zam talebinde bulunup, ücretlerimizin artırılmasını isterken,
angarya çalıştırılmak istemediğimizi ifade ederken, bizlere
‘giderlerse gitsinler’ deniliyor. Evet maalesef, öyle bir aşamaya
geldik ki baskıdan, mobbingten, çalışma koşullarının
ağırlığından… Neredeyse hangi sağlık kurumuna giderseniz gidin,
çalışma arkadaşlarımız ellerindeki kitaptan Almanca ya da
İngilizce öğrenmeye çalışıyor. Yani yurt dışına çıkmanın
yollarını bulmaya çalışıyor. Çok sayıda yeni üniversite açılıyor,
vasıfsız, kadro gücü olmayan… Fakat nitelikli eğitim alabilenler
de atanamıyor. Atamaların ve görevde yükselmelerin tamamı,
liyakat kriterlerine değil; mülakat kriterlerine bağlanmış
durumda ve yandaşlık ilişkileri üzerinden insanlar iş
bulabiliyor. Hal böyle olunca bu ülke içerisinde kendini idame
ettirebilmeye dair kaygılar artıyor. Bu kaygılar ile birlikte
gençliğin ümidi kırılıyor. Öz eleştirel yaklaşacak olursak, bu
gençlerin umudunun kırılmasında bizim yeterince mücadele
etmememiz de yer alıyor, tek başına sistemde suçu aramıyoruz.
Ortak mücadele eksikliği de bizim bir şekilde geleceğimizi
karartarak, beyin göçüne de sebep oluyor.” dedi.
(Sevi Gözay Uğurlu)
(HABER MERKEZİ)