Eğitim-Sen Çanakkale Şubesi tarafından düzenlenen “OHAL’de Düşünce ve Basın Özgürlüğü” paneli geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirildi. Çanakkale Belediyesi Prof. Dr. Türkan Saylan Sosyal Tesisleri’nde gerçekleştirilen panelin moderatörlüğünü gazeteci Sermet Atadinç yaparken, Evrensel Gazetesi’nden Özer Akdemir ve BirGün Gazetesi’nden Berkant Gültekin konuşmacı olarak katıldı. Panelde açılış konuşmasını yapan gazeteci Sermet Atadinç; “150’ye yakın gazeteci tutuklandığı mahkeme salonlarının gazetecilerin ikinci mekânı haline geldiği, her gün iki gazetecinin gözaltına alınıp sorgulandığı, kendileri gibi düşünmeyen herkese yaşam hakkı vermeyen, özellikle ifade özgürlüğünü yok sayan faşizmin uygulamalarının en azgınca kendisini gösterdiği bir dönemdeyiz. Böylesi bir dönemde basın ve ifade özgürlüğü kavramlarını tartışmak nasıl bir duygudur bilemiyorum. Ancak bu konuda önümüzü açacak, bu konuda iktidarın hışmına uğramış olan Berkant Gültekin arkadaşlarımız aramızda. Kendisi hakkında onlarca açılan dava ile basın özgürlüğünün ne denli gasp edildiğinin özelliklerini Berkant arkadaşımız yaşıyor. Ancak gazeteciler her zaman için halkın gerçekleri öğrenme hakkını savunmak, gerçekleri ulaştırmak için ilkeli olarak mücadele etmeyi sürdürüyorlar. Gazetecilik aynı zamanda bir emek ve demokrasi mücadelesinin bir parçası haline gelmiş durumda. Özellikle günümüzde bu bağlamda gazeteciliği değerlendirmek, emek ve demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak tüm emek ve demokrasi güçlerinin gazeteciler ile dayanışmayı sağlamak zorunda. Gazeteciler gerçekleri halka ulaştırmak için büyük ölçüde her türlü baskıya direnerek bu mücadeleleri sürdürüyorlar. Bu kapsamda Özer Akdemir arkadaşımız da 1998’de Zonguldak’ta kömür işçilerinin mücadelesi ile onları haberleştirerek başladığı meslek hayatını daha sonra İzmir’de çevre mücadelesi ve çevre sorunları noktasındaki konular ile devam ettirmiştir” dedi.
“Hakim sınıfın bir engeli ile karşı karşıyayız”
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında gazetecilere yönelik gerçekleştirilen baskı ve sansürün daha da arttığını ifade eden Atadinç; “Gazeteciler gerçeklerin peşinde olarak her zaman için halkın haber alma özgürlüğü ve gerçekleri öğrenme hakkının savunucusu olacaklardır. Ancak, bu mevcut olan emperyalist ve kapitalist sistemin yönetememezlik krizinin getirmiş olduğu boyutta, mevcut olan hakim sınıfın bir engeli ile karşı karşıyayız. Özellikle FETÖ darbe girişimi ile başlayan ve OHAL uygulamaları ile devam eden, bugün hepimizin gözlemlemiş olduğu gelişmeler yaşamış olduğumuz dönemde ifade ve basın özgürlüğü noktasındaki sıkıntıları çok net bir şekilde gündeme getirmektedir” dedi.
“15 Temmuz sürecinde ilk saatlerde 5 haber sitesine erişim engellendi”
Panele konuşmacı olarak katılan gazeteci Özer Akdemir, panelde yaptığı konuşmasında, son süreçte gazetecilere ve basına yönelik uygulanan baskıların giderek daha da arttığını ifade etti. AKP iktidarının 15 yıl boyunca gazetecilere yönelik yaptığı baskıların sonucu olarak Türkiye’nin basın özgürlüğü konusunda dünyada 151’inci sıraya gerilediğini ifade ederek; “Türkiye’de gazeteci olmak dediğimiz, gazeteciliğin meslek ilkeleri deyince neler aklımıza geliyor. Ben bu ilkelerden sadece ikisini aldım. Gazetecinin temel görevi nesnel durumu sansürlemeden, çarpıtmadan yansıtmaktır. İkincisi demokratik değerlere ve insan haklarına aykırı davranamaz. Bizim temel unsurlarımız bu. Gazeteci dediğimiz bu temel ilkelere uymak zorundadır. Bu ilkeler evrenseldir. Ne yazık ki 2002’den günümüze kadar gelen durumda gazeteciler, gazeteci olmaktan çıktı. Basın özgürlüğü açısından dünyadaki en kötü ülkelerin arasındayız. Sayısal olarak, 180 ülke arasında şu anda Türkiye 151’inci sırada. Daha önceleri Türkiye basın özgürlüğü açısından 99’uncuydu. 15 yılda 151’inci sıraya indi ve hızla da daha aşağılara iniyor. Darbeler, muhtıralar her 10 yılda bir tekrarlanıyor. Bu süreç devam ediyor ve hangi darbe, hangi muhtara olura olsun, en çok mağdur olan, en çok ezilen kesimlerin başında gazeteciler, basın mensupları geliyor. 15 Temmuz darbe sürecinde de bu böyle oldu. 15 Temmuz sürecinde ilk saatlerde 5 haber sitesine erişim engellendi. 24 yayın organının lisansı, 34 gazetecinin sarı basın kartları iptal edildi. Leman dergisinin yaptığı darbe özel sayısının dağıtımı engellendi ve toplatıldı. 56 gazeteci hakkında gözaltı kararı verildi. İşten çıkarmalar, istifalar, baskılar artan bir ivme ile devam etti” dedi.
“Muhalif yerel basın üzerinde bir baskı aracı olarak kullanabilecek”
Anayasa paketinin referandumdan geçmesi halinde Türkiye basınını daha zor günlerin beklediğini ifade eden Akdemir; “Basına son darbeyi ise Anayasa değişikliği geçerse, ülkenin birçok demokrasi insan hakları konusunda olduğu gibi basın mensupları ve gazeteciler de hak ihlalleri ile karşılaşacak. Yeni Anayasa ile seçilecek olan Cumhurbaşkanı istediği zaman yönetmelik çıkarabilecek; örneğin, Basın İlan Kurumu ile ilgili bir yönetmelik çıkaracak ve Basın İlan Kurumu da şu gerekçe ile şu gazetelere ilan vermiyorum diyecek. Bu durum özellikle muhalif yerel basın üzerinde bir baskı aracı olarak kullanabilecek. Bunun örneklerini de bu süreçteki ‘Evet’ ve ‘Hayır’ ayrışmasında görüyoruz” dedi.
“Çok farklı kesimlerin ‘Hayır’larını birleştirmek gerekiyor”
Panelde konuşan gazeteci Berkant Gültekin ise, basın ve düşünce özgürlüğünün yaygınlaşabilmesi için Anayasa referandumundan çıkacak sonucun önemli olduğunu belirtti. Gültekin, basına karşı uygulanan baskılara karşı Anayasa referandumunda güçlü bir “Hayır” kampanyası yürütülmesi gerektiğini ifade ederek; “Eğer biz gazeteci isek sizler de okursunuz, yurttaşsınız. Dolayısı ile bizim gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, bizim gördüğünüz baskıyı görüyorsunuz, okuyor ve biliyorsunuz. İçinde bulunduğumuz durumu yaşayan insanlardan biri olarak. Gazetelere ve gazetecilere cezalar yağdırılıyor. 150’ye yakın meslektaşımız gözaltında. Halen iddianamelerini görebilmiş değiliz. Gazetecilere yönelik, medyaya yönelik Türkiye’de ciddi bir baskı var. Birçok gazete, televizyon kapatılıyor. Gazetecilere medya organlarına cezalar yağdırılıyor. Gazeteciler olarak kötü bir süreçten geçiyoruz. Memleketin geleceği güçlü bir ‘hayır’ politikasının örgütlenebilmesinden geçiyor. Burada sadece sol muhalif, ilerici demokrat kesimlerin ‘Hayır’ı yetmiyor. Çok farklı kesimlerin ‘Hayır’larını bu ‘Hayır’ ile birleştirmek gerekiyor. Bunu sağlayabilmemiz için ‘Hayır’ın sesini daha güçlü, daha gerçekçi bir şekilde örgütlememiz lazım. Kimse bu sürecin dışında tutmamalı kendini. Her birimize çok önemli görevler düşüyor. Ülkenin geleceği açısından çok önemli, ilk önce bunu anlamamız gerekiyor” dedi.
(Seçkin Sağlam)