Çanakkale Dayanışması ile birlikte gittik Soma`ya. Çanakkale kafilesi Ultraaslan ekibi tarafından karşılandı. İlk günden beri oradalar. “Günlerce” diyorlar, “Camilerden sela sesleri dinmedi...” Listeler halinde ölenlerin isimleri okunmuş, günlerce, “Hoparlörden çıkan her ismin karşılığı kent içinde bir haykırışa, bağırışa isabet ediyor” diye tarif ettiler. Onlar anlattıkça biz boş Soma sokaklarına, sokağın ucundaki cami minaresine baktık. Soma`nın ardından ikinci durağımız, Soma`nın komşusu, Soma madenlerine en çok işçi veren merkezlerden biri Balıkesir`in Savaştepe ilçesine gittik. İlk ziyaretimiz madende hayatını kaybeden Sedat Toprak`ın evine oldu. İki buçuk yaşındaki Hira Nur Toprak, uyurken, nenesi anlatıyor gözleri yaşlı, “Hira Nur, `Baba` diyor, biz sessiz kalıyoruz...”, devam ediyoruz, Şahin Aydın ile Sabahattin Aydın`ın evine, ziyaret ettiğimiz evler, evlerin sahipleri, o evlerdeki madencilerin isimleri değişiyor, acı aynı acı, dert aynı dert, hesap aynı hesap!
Onlar unutmuyor, unutturmuyor
Biz televizyon ve gazeteler aracılığı iletişim kurduğumuz Soma`da, “aslında olan ile bizim gördüğümüz” arasında çok büyük fark var. “Ya yine mi Soma, tamam kardeşim bitti, geçti” çıkışları giderek artarken bu dönemde, orada her iş yeri ve evin camında “Başımız sağ olsun” yazıyor, siyah bayrak dalgalanıyor. Biz unutmaya çalışsak da Somalılar, Savaştepeliler, Sarıbeyliler, unutmuyorlar, unutturmuyorlar. Hala o günü yaşayarak anlatıyorlar. Belki onlarca kez anlattılar, ama hala sıkılmadan, bıkmadan usanmadan anlatıyorlar, anlatmaya da devam edecekler. “Soma`da yaşanan iş cinayeti” diyorlar, “sorumlusu çalışma bakanlığıdır, sendikadır, patrondur” diye sık sık vurguluyorlar. Misafir soruyor, onlar cevaplıyor; “Ne zaman özelleştirildi madenler, o zaman ölümlerin sayısı arttı. Ne zaman geldi bu taşeron belası, o zaman kömür gibi yanmaya başladık. Taşeron sistemi kalkmalı, ama kaldırmazlar, işlerine gelmez çünkü. Biz ise bedel ödemeye devam ederiz.”
Faciadan sonra örgütlendiler
Önceden gelinlik kızları madencilere verirlerdi, parası iyiydi, ölmezdi insanlar böyle kolay kolay. Şimdi ne parası var, ne yaşamı! Tütün şehriymiş Savaştepe. Orada yaşayanların yüzde 70`i, 80`i tütün ekermiş. “Sonra kota geldi” diyor Savaştepeli, hepimiz madene girmek zorunda kaldık.” Soma`da Savaştepe ve civarda herkesi madene muhtaç bırakmışlar. Ne eke bilmiş insanlar, ne biçe bilmiş. Tarlasını bırakmış, madene koşmuş. Şimdi orada herkes iş arıyor. Daha 20 gün önce en yakın arkadaşını kaybeden madenci, “Açılsın maden yine giderim, gitmeyip ne yapacağım, 24 yaşındayım” diyor. Ama hesabını da soruyor, sendikaya da patrona da güvenmiyor. O nedenle de örgütlenmişler. Kendi aralarında maden faciasının ardından bir dernek kurmuşlar; Savaştepe Madenciler Derneği. Gün boyu oradalar, geleni gideni ağırlayıp, anlatıyorlar durmadan. Çekinmeden gösteriyorlar 1997 yapımı, Çin`den sınırdışı edilen gaz tüplerini. “İşte bunlarla yaşama tutunmaya çalıştık, tek dalımız buydu, bu da çürük çıktı” diyorlar. Mücadeleyi bırakmıyorlar, hem patrona hem de sendikaya. Ne güveniyorlar ne de iş birliği yapıyorlar. Derneğin camı ve duvarında madende şehit verilen canların isimleri ve fotoğrafları var. Unutmuyorlar, iş kardeşlerini, unutmuyorlar, unutturmuyorlar.
Ultraaslan`dan Soma`ya sosyal merkez!
Ultraaslan Türkiye Koordinatörü Ulaş Bayam, hem Ultraaslan Taraftar Grubu`nun açacağı sosyal merkezin çalışmalarını yapıyor, hem de orada Somalılarla, Savaştepelilerle birlikte hayatı paylaşıyor. “Yaklaşık 20 gündür burada hem maden işçilerinin ve yaşamını yitiren işçilerin ailelerinin yanında oluyoruz, hem buraya gelen yardımların organizasyonunu yapıyoruz hem de kuracağımız merkezin hazırlıklarını yapıyoruz” diyen Bayam, “Psikolojik danışmanlığın yanında sosyal bir merkezin çalışmalarını yapıyoruz. Yeni içinde müzik kursları, futbol kursları gibi sosyal merkezin hazırlıklarını yapıyoruz. Merkezi burada Ultraaslan olarak açıyoruz. Burada merkezin ön hazırlıklarını yapıyoruz, bugünlerde da ailelerle tanışıp, kaynaşmaya çalışıyoruz” diye anlatıyor.
“Burada değişen bir şey yok”
Biz soruyoruz, “Televizyonlardan, gazetelerden takip ettiğimiz kadarıyla, Soma`da işler yoluna girmeye başladı izlenimi alıyoruz, bu doğru mu?”, o da tahmin ettiğimiz cevap veriyor; “Soma`nın dışında, televizyon ve gazetelerden burayı takip edenlere `bir şeylerin düzeldi` izlenimi veriliyor olabilir ama burada düzelen hiçbir şey yok. Evler hala aynı evler, yaşantı hala aynı yaşantı. Şuanda gördüğümüz evler en iyi evler! Köylerdeki evlere gitsek insanın içi sızlıyor, tek odada, 6 çocuk, yiyecek yemekleri, yakacakları olmayan insanlar yaşamaya çalışıyor. Şuanda hiçbir şeyin düzeldiği yok, belki düzelir diye bekliyorlardır. Burada ilk bir haftada müthiş bir travma vardı insanlarda, bir öfke vardı. Bir suçlu aranıyor ama suçlu bulunamıyordu. Bir kaza değil, bunu herkes biliyor. Ortada bir ihmal var, insanlar ölmüş, normal bir durum değildi, kadar değildi bu. Sonrasında insanlar yaşama çalışmak zorunda olduklarının farkındalar, çünkü çocukları var. Toplam 600`e yakın babasız kalan çocuk var. hepsinin söylediği o, `çocuklar için yaşamak zorundayız` diyorlar.”
“Burada kadere razı olunmadı”
“Ölüm bu işin fıtratında var” diyen Başbakan`ın aksine, Bayam, “Burada kadere razı olunmadı, kimse kabullenmiş değil. Burada herkes bu olayın takipçisi olacaktır. Soma bir örnektir, Zonguldak`ta ya da başka şehirlerdeki maden ocaklarında veya halen ülkemizde kötü şartlarda çalışan yüz binlerce insan var. Dikkat çekilmesi için biz sürekli buradayız. Farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Biz olmasak, ya da Çanakkale`den heyet gelmesi, bir başkası gelmesi burası unutulup gidecek. Herkes `kader` deyip unutularak gidecek. Buradaki facia ile ilgili olarak 301 rakamına inandırılmak zorundayız belki. Daha ilk günlerde bile onlar 7 derlerken, 14 derlerken bizim çocuklar soğuk hava depolarında 120 diyordu, televizyonlar 200 derken bizim çocuklar 300 diyordu. Çünkü onlar en yakın görenlerdi. Bilmiyoruz ne olup bittiğini. Sorduğunuzda `kartla giriş yapıldığını ama çıkarken kart basılmadığını` söylüyorlar” ifadelerini kullanıyor.
“Devletin ne yaptığını bilmiyoruz”
“Buraya devletin ne kadar geldiğini ailelere sormak lazım” diyerek sorumuza cevap veren Bayam, devlet kurumlarının hantallığını gözler önüne seriyor. “Biz sürekli buradayız, devletin ne yaptığını, nasıl bir yardım ve hazırlık yaptığını bilmiyoruz. Devlet belki sadece maddi yardım yapacaktır. Tazminat verecektir, işlerini hallettireceklerdir. Devlet şuanda bizden aldığı yardım malzemelerini dağıtıyor. Koordinasyonu biz yapıyoruz, onlara sorsan dünyanın en iyi ekipler var ama şuan biz yapıyoruz. Bu konuda da çok başarılı olduklarını söyleyemeyiz” diyor.
“O günleri unutamıyorlar”
Facia sırasında madende olan madencilerden Erdal Bıçak, madenden belki de şans eseri kurtulanlardan biri. Dernekte duruyor. Biz soruyoruz, o cevaplıyor; “Ben madenden yaralı olarak kurtuldum. O sırada baya arkalardaydım. Bizim oradan kurtulmamız bir mucize oldu. Biz de nasıl kurtulduğumuzu bilmiyoruz. Biz tam yürüyorduk birden dumanlar gelmeye başladı. Ondan sonra bize `geri çıkın` dediler, `kaçamak` denilen bir yer vardı, temiz havanın olduğu oraya gittik. Orada bir iki saat kaldık ondan sonra şefler `ağaçtan duvar yapalım` dediler. Bir süre de o duvar sayesinde hayata tutunduk.”
“Birbirimizi tokatladık”
“Daha sonra yine temiz havanın bittiğini anladık, zaten o sırada bizim ustalar namaz kılmaya falan başladılar” diyen Bıçak, “Ondan sonra `öleceğiz` demeye başladılar. Kendimize gelmek için birbirimize tokat falan vurduk. Baya bir gittik zaten ondan sonra ben bayılışım, ilk yardımcılar falan gelmiş, bizi çıkarmışlar. Ben aşağı yukarı 7-8 saat kadar içerde kaldım. Aramızda bayılanlar oldu, tokat atarak kendine getirdik” diye hatırlıyor o saatleri.
Devlet nerede?
“Böyle bir facia oldu, anlarca insan öldü, yüzlercesi ölümden döndü ve yüzlerce insan bu acıyı yaşadı. Devlet kurumları nerede? Devlet maddi manevi ne kadar yanınızda oldu?” diye soruyoruz, madencilerden Veli Kabak, “Maden faciasının ardından ben hiç kimseyi görmedim daha. İki gün Celal Bayar`da yattım, daha `sen necisin` diye arayan, soran olmadı” diye söylüyor. “Taşeron sistemini kaldırmayı istemiyorlar, kaldırmazlar” diyen Veli Kabak, “Çünkü işlerine geliyor bu sistem. Bu işin sorumluları, sendika, çalışma bakanlığı ve patronlardır. Bu bir ekmek savaşıdır. Sendika ne yapıyor? İstifa ediyor, yerine yedekler geçiyor. Herkes delegesini üyesini belirlemiş bizi saf dışı bırakıyorlar. Bizim Savaştepe`de bin 500 tane arkadaşımız var çalışan. Sendika ne ki? Adı sendika. Hepsi aynı, seçimi kazanma derdinde. Onlar da yine patronun yanındalar sonuçta” ifadelerini kullanıyor.
“Arkadaşlarımız öldü nasıl unuturuz”
“Şimdi durum nedir?” diye soruyoruz, “değişin nedir?” “Bu iş benim anladığım kadarıyla soğutulmaya gidiyor. Gündem değişsin, Soma`da yaşanan facia unutulsun isteniyor” diyor Veli Kabak, “Onlar öyle istiyor ama, biz onlarca arkadaşımızı kaybettik, nasıl unuturuz. Olan her zaman işçiye oluyor. Biz bugüne kadar hep bedel ödedik, ödemeye de hazırız. Ama bizim ödediğimiz bedel en zoru” dile bitiriyor. Daha öğreneceğimiz, bilmemiz gereken çok şey, daha çok kereler gidilmeli Soma`ya, Savaştepe`ye. Oradan öğrenilecek çok şey var! Çünkü orada her şey kömür karası, orada tüm umutlar gün ışığı...