Ne değişti?

12 Eylül askeri darbesinin 32. yılındayız.
32 yıl gibi uzun bir süre geçince insan ister istemez soruyor.
Ne değişti 32 yıldır diye...

380
Sadece 12 Eylül darbesi güzel bir meze oldu, “demokrasi” masalarının…
Demokrasiyi ağzına alan herkes, 12 Eylül ile hesaplaşmadan dem vurmaya başladı.
Uğrunda referandumlar yapıldı.
Göstermelik davalar açıldı ama, hayatta kalan failleri mahkemeye dahi getirilemedi.
 
Demokrasi adına prim yapmak için sözde darbelere karşı olanlar cephesindeki gelişmeler böyle iken, o gün olduğu gibi bugünde demokrasi özgürlükler ve insanca bir yaşam için mücadele edenlerin taleplerinden biride 12 Eylül darbecilerinden hesap sorulması oldu.
 
Bugün 12 Eylül darbecilerinden hesap sorulması gibi göstermelik, lafta kalan, yeri geldiğinde demokrasi mezesi olarak masaya sürülen demokrasi kelimesini ağzından düşürmeyen bir AKP hükümeti var.
 
12 Eylül darbe hukukunun tüm ruhu ile hayatımıza yön verdiği koşullarda darbecilerden hesap sorulması konusunda hayaller yayılmasının önüne geçmek,gerçek anlamda darbecilerden ve 12 Eylül Darbesi ile varlığını sürdüren anti demokratik yapının hedeflenmesini ele alacak demokrasi ve özgürlükler mücadelesini örmek günümüzün önemli bir görevidir.
 
12 Eylül darbesi kapitalist sistemin sınıflar arasındaki çatışmalarının bir sonucudur.
12 Eylül’e yol açan koşullar bugün de aynı şekilde varlığını sürdürmektedir.
Özetle başta işçiler olmak üzere emekçiler, köylüler, kürt halkı ,gençler, kadınlar ekonomik ve siyasal anlamda yoğun bir baskı altındalar.
Burjuvazinin diğer sınıflar üzerindeki baskısı yöntemsel olarak farklılık gösterse de; özü itibarıyla 12 Eylül’de halklar ne ile karşılaşmışlar ise, bugünde aynı şekilde baskı altındadırlar.
Üniformalı güçler ile direkt temas etmeseler de yaşadıkları baskıların özünde bir değişim yoktur.
Ülkemiz bunca gelişme sonrasında tam bir uçurumun eşiğine getirilmiştir.
 
Önümüzdeki günlerin çok daha çetin olacağını kestirmek güç değil.
32 Yıl sonra ülkemiz demokrasi anlamında hiçbir gelişim sağlayamamıştır.
Verilen mücadeleler sonrasında yer yer bazı kazanımlar yaratılmış olsa bile, bu kazanımların örgütlü bir alt yapısı yaratılamadığı için istenildiği zaman istenildiği şekilde ayaklar altına alınan bir “manevra demokrasimizin” olduğunu söyleyebiliriz.
 
Parlamenter sistem aradan geçen 32 yıl sonrasında da işini kitabına uyduracak yeni taktikler ile varlığını sürdürmektedir.
Demokrasicilik oyununun piyonları da bu arada çoğalmıştır.
Demokrasimiz daha bir entrikal boyut kazanmış olup, ileri geri duruşları ile esnekleşerek kendisine kaygan bir zemin yaratmıştır.
AKP politikaları bazında bazı uygulamalar da bu zemine uygun katkılar yapmıştır.
Halkın dini duygularının istismarı ile şekillenen, bir adım ileri iki adım geri yöntemi ile kendini bulan, popülizm ve gerçeklerin dışında özellik ile vatandaşların kafalarını bulandırma temelinde yapılan dezenformasyon ile üniformalı ataklar yok edilmişse de daha sinsi bir tarzın var olduğunu bir gün gelecek halkımızda anlayacak; işte o zaman her şey daha farklı olacaktır.
 
Öncü’nün ağzından çıkardığı bakla
Palabıyık’ın Çanakkaleliler için yaptığı hakaretler turnusol kâğıdı özelliği kazandı.
Her şey bir bir açığa çıkıyor.
Bu tartışma ile ilgili görüş belirten bazı siyasiler popülist yaklaşımları konusunda kendilerini ele verir iken aynı zamanda demokrasi sınavından da sınıfta kalıyorlar.
Özellik ile değişim konusunda sorumluluklarını bugüne kadar yerine getirmeyen siyasiler Palabıyık’ın değerlendirmelerine altın bulmuşçasına sarıldılar.
İşin meali şu; Çanakkale gelişemedi çünkü “istemezükçüler” var halbuki biz 10 yıldır ne kadar çok uğraştık( ! )
Siyasilerin Palabıyık’ın arkasına gizlenmelerinin nedeni tam da bu.
Bizim işimiz de, bu gizlenenleri açığa çıkarmak ve kamuoyuna gerçekleri göstermek.
 
AKP İl Başkanı Muzaffer Kutlu önce yapılan değerlendirmelerin kabul edilemeyeceğini bildirmiş, sonrasında herhalde bir yerlerden yapılan bir uyarı ile Palabıyık Hocanın arkasına geçmişti.
Kendisine, Palabıyık’ın yazısındaki mantığın yansıması temelinde; Siz AKP İl Başkanı olarak AKP dışındaki vatandaşlarımızı, Çanakkalelileri bu şekilde yaftalar mısınız? diye sormuştum.
 
Cevap AKP İlçe Başkanı Adnan Öncü’den geldi.
 
Öncü Palabıyık’ın yazısı için “ kendi kendime hocanın söylediklerinin eksiği var fazlası yok demeden geçemedim” ifadeleri ile kendisi gibi düşünmeyenleri yaftalayan bu mantığın altına imzasını koymuştu.
Hem de eksiği olduğunu söyleyerek...
 
Bakın burada hassas bir çizgi var.
Çanakkaleliler olarak bunu anlamak zorundayız.
 
Çeşitli uygulamalarda olduğu gibi Çanakkale’de de bizlere bazı şeyler dayatılmak istenmektedir.
Kabul etmeyenler, kendi gerçekleri temelinde yaşama bakanlar için de hemen bir karalama kampanyası geliştirilmektedir.
Bu da oldukça sistemli bir şekilde yapılmaktadır.
AKP İlçe başkanının Palabıyık’ın yazısındaki yaftalamalara verdiği destek AKP’yi Çanakkale halkı nezdinde tartışılır hale getirmiştir.
 
“Biz birlikte Türkiye’yiz.” sloganı ile verilmek istenen mesaj; kendileri gibi düşünmeyenlere “geç saatlere kadar kafayı çeken aylak aylak dolaşan balo kıyafetliler, çocuk yapma sorunu olanlar, çöpler ile yaşayanlar, lağım kokusuna itirazı olmayanlar” değerlendirmesine verilen destek ile yaralanmıştır.
Palabıyık’ın değerlendirmelerini aklama çabaları sürdükçe, Çanakkaleli vatandaşlarımızda bu konuda değerlendirmelerini gazetemize taşıyarak tepkilerini sürdürüyorlar.
 
Bu konuya ilişkin bir okuyucu mektubunu daha sizler ile paylaşıyorum.
 
Hamit Palabıyık’a Açık Mektup
Sayın Palabıyık,
Huzur kenti olarak bilinen Çanakkale, sizinde içinde bulunduğunuz ekibin Onsekiz Mart Üniversitesinde göreve gelmesi ile birlikte ne yazık ki huzursuzluğun had safhaya çıktığı bir kent haline geldi. Bu huzursuzluk zincirine son halkayı da siz “Çanakkale’de değişime direncin nedenleri” başlıklı yazınız ile ilave ettiniz.
 
Bu yazınızda ifade ettiğiniz görüşlerinizde ne kadar haklı (!) olduğunuz, gelen yerel ve ulusal tepkilerden belli… Ortalığı o kadar karıştırdınız ki gelen tepkilere cevap yazarak mesainizi harcıyorsunuz. Elbette kuyuya attığınız taşı çıkarmak da size düşer.
 
En son 01.09.2012 günü Demokrat Çanakkale sitesinde “Yusuf Estroti’ye Açık Mektup” yazdınız. Bu mektubun içeriği Sayın Estroti’nin sizinle ilgili düşüncelerine bir cevap niteliğinde olmakla birlikte, kullandığınız kısasa kısas kokan bir paragraf var ki tüm COMÜ çalışanlarını ilgilendirmektedir. Bu paragrafta diyorsunuz ki,
“28 Şubat ve sonrası dönemde bu şehirde milliyetçi, mütedeyyin, muhafazakâr ve diğer pek çok grup yaşam şekilleri ve inandıkları değerler nedeniyle pek çok zulme uğradılar. Ağır Ceza da bile yargılanan Dekan oldu. İşinden olan gencecik yeni evli asistan, kalbine yenik düştü. Nice kıymetli akademisyen ağlayarak bu şehri terk etti. Pek çok akademisyen yaşam şekilleri kınanarak işlerini kaybettiler, ancak bu durumu eşlerinden bile aylarca gizlemek zorunda kaldılar. İşsiz kalan arkadaşlarımız için gizlice süt ve mama parası toplamak zorunda kaldık. Ne yazık ki o günlerde sizleri zulme uğrayanların yanında göremedik Sayın Yusuf Estroti. Bugün İstanbullardan Çanakkale’de yaşayan bizlere, üstelik mesleğimi ve memleketimi bile bilmeden, bırakın açıp sormayı öğrenmek için zahmet bile etmeden, akıl verirken o karanlık günlerde neredeydiniz Sayın Estroti?”
 
Bugün ÇOMÜ’de neler olmaktadır?
* Siyasi görüşleri ve hayat felsefeleri üniversite yöneticilerininkinden farklı olan 97 akademisyene hak ettikleri kadrolar verilmemektedir.
* Üniversiteler Arası Kurul tarafından yapılan doçentlik sınavını başaran akademisyenlere özlük haklarıÊyasalara ve hukuka aykırı olarak verilmemektedir.
* Son 1,5 yılda akademik ve idari personelin görev yaptıkları birimlerden ilçelerdeki birimlere sürülmesi had safhaya ulaşmıştır.
* Akademik ve İdari personele baskı ve yıldırma amaçlı olarak açılan disiplin soruşturmaları artık vak’a-i adiyeden sayılmaktadır.
* Üniversitenin verdiği akademik ilanlarda yer alan “Açıklama” sütununda o kadronun candaşlardan kime verildiği, isim belirtilmeksizin tanımlanmaktadır.
* Dekan vekilliğini yürüttüğünüz Biga İİBF’den 2, Fen Edebiyat Fakültesinden 2 ve Su Ürünleri Fakültesinden 2 akademisyenin üniversite ile ilişikleri kesilmiştir.
* Baskı ve yıldırma politikalarına dayanamayan pek çok akademisyen de kendi istekleri ile üniversiteden ayrılmışlardır.
 
Sayın Palabıyık,
Halen üniversiteyi yöneten ekibe dahil olmanız hasebiyle, bu yaşananlarda sizinde payınız bulunmaktadır. Bu sorumluluktan kaçamazsınız….
 
Diyorsunuz ki,
“ O günlerde sizleri zulme uğrayanların yanında göremedik Sayın Yusuf Estroti. Bugün İstanbullardan Çanakkale’de yaşayan bizlere, üstelik mesleğimi ve memleketimi bile bilmeden, bırakın açıp sormayı öğrenmek için zahmet bile etmeden, akıl verirken o karanlık günlerde neredeydiniz Sayın Estroti?”
Bu gün siz neredesiniz Sayın Palabıyık?”
Paylaş