Türkiye, belki de tarihinin en zor, ekonomik ve siyasi olarak en sıkıntılı sürecini yaşıyor. Hangi iktidar, hangi güç dengesi yönetimi olursa olsun, sıkıntılı süreçleri en hissederek yaşayan kesim gazeteciler olur. Her dönem baskıyı en çok hisseden ilk meslek grubudur gazeteciler. Bu dönem de böyle oldu. Dün itibariyle en az 148 medya çalışanının cezaevinde olduğu ifade edilirken, 20 Temmuz 2016’da ilan edilen ve bu ay, bir üç ay daha uzatılması gündeme gelen olağanüstü hal sürecinde 200’e yakın medya kuruluşunun kapalı, bine yakın sarı basın kartının iptal ve binlerce gazetecinin işsiz olduğu biliniyor. Çok sayıda gazetecinin yurt dışına çıkışı yasaklanırken, tüm bunların ötesinde halen çalışabilen binlerce gazetecinin ise baskı ve sansür altında mesleklerini devam ettirdikleri biliniyor.
Medyada farklı bir gazetecilik dönemi!
İktidar-medya ilişkisinin son durumu bu haldeyken, televizyon kanallarında, milyonlarca yurttaşın izlediği kanallarda, ‘işkence’, ‘öldürme çeşitleri’ gibi konularda açık açık görüşlerini açıklayan gazetecilerin varlığı da bir gerçek! Doğası gereği, hangi iktidar olursa olsun muhalif olmak, barışı ve yaşamı savunmak zorunda olan gazetecilik mesleği, son dönemde farklı bir boyut kazanarak, yeni ama oldukça kötü bir döneme girdi. Yazdıkları, söyledikleri, haberleri nedeni ile yargılanan, cezaevlerine atılan gazetecilerin yerini, işkenceyi olağan gören gazeteciler almışken, Çalışan Gazeteciler Gününü kutlamak, ya da böyle bir günün varlığı ile mutlu olabilmek zor olmanın ötesinde, ‘vurdumduymazlığın’ bir göstergesi oluyor.
Çanakkale’de durum farklı mı?
Nüfusu oranla en çok gazetecinin ve basın kuruluşunun olduğu kentlerin belki de en başında geliyor Çanakkale! Çok fazla gazete ve gazeteci var. Bunun ‘iyi’ ya da ‘kötü’ olmasının ötesinde, ortaya çıkan gazetecilik üretimi nitelik konusunda sorgulanması gerektiğini bize gösteriyor. İnsanları ‘lakapları’ ile ifade eden, gazetecilik dili, basın meslek ilkelerinden uzak, haberin ifade şartlarını taşımayan, hakaret ve aşağılamanın doruk noktasına ulaştığı bir dönemi yaşıyor Çanakkale! Böyle bir gazeteciliğin kabul edilmesinin mümkün olmadığını bilerek, barışı, yaşamı, demokrasi ve kardeşliği savunmaya, basın hürriyetini, ifade ve düşünceyi açıklama hürriyetini, evrensel hukuku ve insan haklarını vazgeçilmez kabul ederek mesleklerini sürdürecek, hakikatin peşinden iz sürmeye devam edecek gazeteciler var olacaktır.
Aslında söylenmesi gereken, gazeteci Sermet Atadinç’in yazısında belirttiği gibi; “Bırakın güzel sözlerle süslenmiş mesajları, kahvaltıları, yemekleri, hediyeleri, biz birbirimizi biliriz. ‘Yaşasın dayanışma’ deyip gereğini yapabiliyor musunuz, işte bütün mesele bu!...”dur! (Seçkin Sağlam)