Lozan'ın 97'inci yılı

1829

 

Özel Haber: Seçkin Sağlam

1’inci Dünya Savaşı, Osmanlı için yenilgiyle sonuçlanmış, ülkede başlayan işgal yılları Kurtuluş Savaşı’na kadar sürmüştü. 4 yıllık işgal dönemini Kurtuluş Savaşı ile sonlandıran Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, “Yurttaş barış, dünyada barış” felsefesi üzerine kurguladığı dış politikasıyla da başarıya ulaşmayı amaçlıyordu. Bu anlamda Lozan, kurulacak yeni Türkiye Cumhuriyeti için büyük önem taşıyordu. İçeride yapılacak devrimler ve değişimler için Lozan’da istediklerin elde edilmesi gerekiyordu. Bunun için Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, büyük bir hazırlıkla Lozan’ın yolunu tutarken, İsmet İnönü’nün tek bir amacı vardı, ya anlaşmak ya da masadan çekilmek. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Asıl Kurtuluş Savaşı”nın Lozan’dan sonra başlayacağını ifade etmesi de hem Lozan’ın hem de Lozan’dan sonra yapılacak atılımların önemine vurgu yapıyordu.

 

“Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşıdır” diyen COMÜ Öğretim Üyesi Dr. Mithat Atabay, Gazetemiz Çanakkale OLAY’a yaptığı açıklamasında, Lozan sürecini ayrıntıları ile anlattı…

 

“Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”

Dr. Mithat Atabay, “I.Dünya Savaşı Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorları ile Rus Çarlığı’nın sonu oldu. Yıkılmaz denen Habsburg, Hohenzollern ve Romanov hanedanlıkları peş peşe tarihteki yerlerini aldı. Osmanlı hanedanı hala imparatorluğun başında görünüyordu ama imparatorluk 30 Ekim 1918 tarihinde aslında fiilen sona ermişti.  Mustafa Kemal Paşa, ‘Osmanlı hanedanını kurtarmak amacıyla değil, kayıtsız şartsız millet egemenliğine dayanan yeni bir Türk devleti kurmak amacıyla’ 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a çıktı. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktığı andan itibaren milletin geleceğine yine milletin kendisinin karar verebileceği düşüncesinden hareketle her yaptığı davranışı, her girişimi milletin bağımsızlığı esasına dayandırarak millete mal etti. Mustafa Kemal Atatürk, iki önemli kavram üzerinde durdu ve bunları gerçekleştirmeyi amaçladı. Bu kavramlardan birincisi; bağımsız milli bir devlet kurulması, ikincisi; milletin egemenliği idi. Temeli vatan sevgisine dayanan, hedefi tam bağımsızlık olan ve millet egemenliğine dayanan yeni Türkiye Devleti zorlu ama emin adımlarla aşama aşama sabırla kuruldu. Önce halk ikna edildi. Erzurum ve Sivas Kongreleri toplandı. Sonra milli hedef açıklandı: ‘Misak-ı Milli’. Mustafa Kemal’in direktifleri doğrultusunda hazırlanan Misak-ı Milli’de Onun bağımsızlık anlayışı en güzel ifadesini buldu: ‘Ulusal ve ekonomik gelişmemize olanak sağlamak ve daha çağdaş düzenli bir yönetimle işleri yürütmeyi başarabilmek için her devlet gibi bizim de tam bağımsızlığa ve özgürlüğe gereksinimimiz vardır. Bu yaşamımızın ve geleceğimizin temelidir. Bu nedenle siyasal, adli, mali ve gelişmemize engel olacak diğer sınırlamalara karşıyız. Saptanacak borçlarımızın ödenmesi koşulları da bu esaslara aykırı olamaz.’ Mustafa Kemal’e göre tam bağımsızlığı sağlamak milletle birlikte onunla el ele gerçekleştirilebilir. Bunun göstergesi her konunun tartışıldığı, her türlü kararın alındığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulmasıdır. Her hareketi millet adına yapacak onun adına karar verecek ve ‘Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir’ şiarını benimseyen Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de toplanacaktı” dedi.

 

İşte Atabay’ın gazetemiz OLAY’a yaptığı açıklamaları…

“Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın en zor koşullarında bile bağımsızlıktan ödün vermemiş, hatta en küçük bir yardım alırken bile yanlış anlaşılabilir veya kendilerine bu savaşta pay sahibi olma hakkını görebilirler diye o kişi, kurum veya devletlere karşı çok dikkatli davranmıştır. Sivas Kongresi bitip Ankara’ya yola çıkılacağı zaman mevcut üç otomobilin hem benzini hem de lastiği yoktur. O sırada Sivas’ta otomobile sahip tek kuruluş Sivas Amerikan Okulu’dur. Ona başvurulur. Okulun müdürü, para karşılığı lastik ve benzin veremeyeceğini bu konuda ısrar edilmemesini ister. Verdiği benzin ve lastikler için para kabul etmez. Mustafa Kemal, alınan benzin ve lastikler için para kabul etmediklerine dair Amerikan Okul Müdüründen bir yazılı belge verilmesi durumunda bunları kabul edebileceklerini belirtir. Mazhar Müfit Bey, Atatürk’ün bu konudaki sözlerini şöyle ifade eder: ‘Biz parasız istemiyoruz, onlar almıyor, evet amma ileride ne olur, ne olmaz, onların bizim ısrarımıza rağmen para almadıklarına dair elimizde bir vesika bulunsun.’

Mustafa Kemal Atatürk, tam bağımsızlığı siyasal, ekonomik, kültürel, sosyal, hukuksal, askeri ve tüm alanlarda bağımsızlık ve tam serbestlik olarak algılamıştır. Savaş bitmiş ve iş antlaşma koşullarının belirlenmesine gelmişti. Batılı devletler hem İstanbul’daki hükümeti hem de Ankara’daki hükümeti Lozan’da yapılacak konferansa çağırdılar. Bunun üzerine Mustafa Kemal, artık İstanbul’da bir hükümet kalmadığını belirtmiş ve 1 Kasım 1922 tarihinde saltanat Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından İstanbul’un işgal edildiği 16 Mart 1920 tarihinden geçerli olmak üzere kaldırılmıştı. Bunun anlamı, padişah ve hükümetinin Türk halkı için aldığı kararları Ankara’nın tanımadığıdır. Mustafa Kemal, saltanatı kaldırarak batılı devletlerin bir oyununu da böylece bertaraf etmişti. Bu arada Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal (Tengirşek) Bey’e Dışişleri Bakanlığı’ndan istifa etmesi için ricada bulunan Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Dışişleri Bakanı seçilmesini de sağlamıştı.  Bakanlar Kurulu da İsmet Paşa başkanlığında Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur ve Eski İktisat Bakanı Hasan Saka’dan oluşan bir heyeti Lozan’daki müzakereleri yürütmek üzere görevlendirdi. Ayrıca Lozan Konferansı’nda seçilen heyete yardımcı olmak üzere; yirmi danışman, iki basın danışmanı (Ruşen Eşref ve Yahya Kemal Beyatlı), bir genel sekreter (Reşit Saffet Atabinen), bir tercüman (Robert Kolej İkinci Müdürü Hüseyin Pektaş), sekiz sekreter (Ali Türkgeldi, Mehmet Ali Balin, Cevat Açıkalın, Celal Hazım Arar, Saffet Sav, Süleyman Saip Kıran, Dr. Nihat Reşat Belger ve Rıfat Bey) ile iki yaver (Suvari Binbaşı Atıf Esenbel ve Suvari Binbaşı Sabri Artuç) seçildi. Hükümet ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İsmet Paşa başkanlığında Lozan’a gidecek heyete ondört maddelik bir talimat verdi. Bu talimatın en önemli iki maddesinden biri Anadolu’da bir Ermenistan kurulmasının söz konusu olamayacağı, diğeri kapitülasyonların kaldırılması idi.  Eğer bu iki konu masadaki devletler tarafından kabul edilmezse hemen konferans terk edilecekti.

Lozan Konferansı’na Türkiye ile birlikte sekiz devlet görüşmeci olarak davet edilmişti. Sadece Boğazlar ve ticari sorunların ele alınacağı toplantılara katılmak üzere bazı devletler de konferansa çağrıldılar. Lozan Konferansı’na çağrıyı yapan devletler Birinci Dünya Savaşı’nın galibi olan; İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’dır. Tüm görüşmelere çağrılan devletler; TBMM Hükümeti, Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı (Yugoslavya) idi. Amerika Birleşik Devletleri gözlemci olarak tüm konferanstaki görüşmelerde yer aldı. Boğazlar konusu görüşülürken Sovyet Rusya ve Bulgaristan, ticaret konularında ise Belçika ve Portekiz Lozan Konferansı’na katılan devletlerdi. Lozan Konferansı’nın resmi adı ‘Yakındoğu Sorunları İçin Lozan Konferansı’dır. Dolayısıyla Lozan Konferansı Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar, Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz ve Anadolu gibi oldukça geniş bir coğrafyayı ilgilendiren konular için toplanmıştı. Bugün Lozan Konferansı’nda görüşmelere konu olan coğrafyada altmışaltı devlet bulunmaktadır. Konferans, 20 Kasım 1922 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde Uşi Şatosu’nda toplandı. 4 Şubat 1923 tarihinde bir kesintiye uğradı. İsmet Paşa bu kesinti sırasında Ankara’ya gelerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne konferans görüşmeleri konusunda bilgi verdi. Lozan konferansın ikinci dönemi 23 Nisan 1923’te başladı ve antlaşmanın imzalandığı 24 Temmuz 1923 tarihine kadar devam etti. İki dönemde gerçekleşen Lozan Konferansı toplam sekiz ay sürdü. İsmet Paşa, konferansa TBMM Heyeti ‘Mudanya’dan Geliyor’ diye eşit şartlarda konferansa katıldığına vurgu yaparken, batılı devletler ise ‘Mondros’tan Geliyoruz’ diyerek kendilerinin Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olarak bu konferansı topladıklarına vurgu yapıyorlardı. Mustafa Kemal, batılı devletlerin Lozan Konferansı sırasında özellikle kapitülasyonlardan vazgeçmemek için her türlü yola başvuracaklarını bildiğinden Kurtuluş Savaşı’nın askerî harekât kısmının İzmir’de sona erdiğini ama asıl Kurtuluş Savaşı’nın bundan sonra başlayacağını belirtmiş her alanda bağımsızlığın sağlanması için ekonomiye dikkat çekmiş ve Lozan Konferansı daha sonuçlanmadan gelecekte ülkenin tam bağımsızlığını sağlayacak koşulların hayata geçirilmesi için İzmir İktisat Kongresi’ni toplamıştı. Orada söylediği şu söz hepimiz için bugün de çok anlamlıdır: ‘Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferler ile taçlandırılamazlarsa elde edilen zaferler kalıcı olamaz, kısa zamanda söner. Bu nedenle, en kuvvetli ve parlak zaferlerimizin bile sağladığı ve daha da sağlayacağı faydalı sonuçlardan yararlanabilmek için ekonomimizin, ekonomik egemenliğimizin sağlanması, güçlendirilmesi ve genişletilmesi lazımdır.’

Türkiye Cumhuriyeti’ni hiçbir batılı devlet kabul etmek istemedi. Hatta her başarıyı küçümsediler. İsmet Paşa, Lozan görüşmeleri sırasındaki batılıların tavırlarını şöyle ifade ediyor: ‘Müsavî(eşit) şartlarla konferansa başladık. Biz müsavî şartlar diyoruz ama, o dört sene harp etti. Bütün Arabistan’ı işgal etti. Müsavî şartlarla demiyor, galebe ettim diyor. İçinde, mağlup olmuş Yunanistan... O kendisini öyle anlıyor.’ Yine İsmet Paşa Lord Curzon’un kendisine şu dersi verdiğini belirtiyor: ‘Memnun değiliz. Lozan Muahedesinin müzakeresinden… Hiçbir dediğimizi yaptıramadık. Reddettiklerimizin hepsini cebimize atıyoruz. Harap bir memleket alıyorsunuz, bunu kalkındırmak için mutlaka paraya ihtiyacınız var. Bu parayı almak için gelip diz çökeceksiniz. Cebime attıklarımın hepsini çıkaracağım size’ diyordu.

Lozan Konferansı böyle çetin tartışmalarla geçti ve sonunda Türkiye Büyük Millet Meclisi Heyeti’nin tam bağımsızlıktan taviz vermeyeceğini anlayan batılı devletler, Lozan Antlaşması’nı kabul ettiler ve antlaşma 24 Temmuz 1923’de imzalandı. Mustafa Kemal, İsmet Paşa’ya Lozan Antlaşması’nı imzalaması için altından bir kalem vermiş, İsmet Paşa imza töreninden sonra Türkiye’ye dönüşünde bu kalemi İstanbul Üniversitesi’ne hediye etmiştir.

 

Lozan Antlaşması tek bir metinden oluşmamaktaydı. Esas Antlaşmaya ekli onyedi ayrı protokol ya da sözleşme bulunmaktadır. Esas Antlaşma yüzkırküç madde olup dört bölüm olarak düzenlenmişti. Musul sorunu antlaşmanın imzalanmasından sonraya bırakılmıştı. Lozan Konferansı’nın tüm tutanakları ve antlaşma metni ile ilgili haritalar Seha Meray tarafından çevrilerek basılmıştır. Lozan Antlaşması, Kurtuluş Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin yerine bağımsız yeni bir devletin kurulduğunu kabul eden Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletlerinin kabul ettiği bir antlaşmadır. Antlaşma ile Misak-ı Milli büyük ölçüde gerçekleştirilmişti. Avrupalıların Türkleri Avrupa’dan atmak diye tanımladıkları ‘Şark Meselesi’ politikası Lozan’la iflas etmiştir. Ünlü İngiliz tarihçi Arnold Toynbee Lozan Antlaşması için; ‘Türk ulusal istekleri, Lozan’da müttefikler tarafından kabul edilmiştir. Ve dünya, tarihte eşi olmayan bir olayla karşılaşmıştır. Yenilmiş, parçalanmış, bir milletin, bu harabe içinden ayağa kalkması ve dünyanın en büyük milletleri ile tam eşit şartlar içinde karşı karşıya gelmesi ve Büyük Savaşın bu galiplerini dize getirerek her isteğini kabul ettirmesi şaşılacak bir şeydi’  Lozan Antlaşması Türkiye’de genel olarak olumlu karşılandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bazı milletvekilleri Musul, savaş tazminatı ve adalar konusunda antlaşmayı eleştiren konuşmalar yaptılar. Lozan Antlaşması 23 Ağustos 1923 tarihinde ondört ret oyuna karşı, ikiyüzonüç oyla kabul edildi.

Lozan Antlaşması’nın onaylanması konusunda yine batılılar ağırdan alacaklardı. İsmet paşa bu konuda şunu söyler: ‘Lozan Muahedesi hemen tasdik olunmadı. Biz tasdik ettik. Diğer akitlerin, imza sahiplerinin meclislerinde tasdik olunması için hemen bir seneye yakın sürüklediler. Niye sürüklediler? Eski Türkiye’yi bilerek kabul olunan maddeler iç karışıklıklardan dolayı tatbik olunmayacak, yeniden karışıklıklar çıkacak, yeniden ihtiyaçlar çıkacak. Bu ihtiyaçlar karşısında bunlardan, aldıklarından, pazarlık eder, geri alırız’  Lozan Antlaşması’ndan sonra Avrupa’nın bir başka girişimi Ankara’nın başkent olarak tanınmamasıdır. Ankara’nın başkent olmasını istemeyen İngiltere, bunun için Fransa, İtalya, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri’ne bir nota göndererek Türk hükümeti nezdinde Ankara’ya atanacak temsilcilerin “Elçi mi?” yoksa “Büyükelçi mi?” olacağını ve bunların “İstanbul’da mı, yoksa Ankara’da mı oturacaklarını” sormuştu. Türkiye bu dış baskılara boyun eğmedi ve batılı devletler uzun süre Ankara’da büyükelçilik açmadılar. Ancak Türkiye’nin kararlı tutumu karşısında 1920’li yılların sonları ve 1930’ların başlarında her biri elçiliklerini Ankara’ya getirmek zorunda kaldı. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan tüm anlaşmalar bir süre sonra yürürlükten kaldırıldı ancak Lozan Antlaşması hala yürürlükte kalan tek antlaşmadır ve geçerliliğini eskisi gibi korumaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin mimarı Mustafa Kemal Atatürk,  Atatürk’e göre de “Lozan’ın mimarı İsmet Paşa (İnönü)”dür. Lozan Antlaşması’nın imza tarihi olan 24 Temmuz uzun yıllar “Lozan Günü” olarak resmi olarak kutlamıştır.

 

Atatürk, Lozan Antlaşması’nın imzalandığı günün anısına (1930 yılında) çektiği telgrafta şunları yazar:

“Başvekil İsmet Paşa Hazretleri’ne

Lozan Muahedesini imzaladığınız büyük günün şerefli hatırasını tebcil bundan duygum iftiharlarımı eder ve muhabbetle gözlerinizden öperim.

Reisicumhur

 

Gazi Mustafa Kemal

İsmet Paşa ise Atatürk’e şu cevabı vermişti:

“Teşekkür ederim. Müşterek çalışma ve müşterek netice için sizi tebrik ederim. Harpte ve sulhta en yakın arkadaşlığımızın hatıralarından minnettarım. İsmet”

Paylaş