Çünkü bu değerlendirme Çanakkale’nin bütün gerçekliğini alt üst edebilecek sonuçlar doğurabilir.
Özetle” Oxford vardı da biz mi okumadık” anlayışına kadar gidecek bir tespit olarak Çanakkale’nin geri kalmışlığının sorumlularını yanlış yerde aramamıza sebep olur. Çanakkale’ye bugüne kadar kim ne verdi de Çanakkale reddetti. Kim hangi yatırım için girişimde bulundu da; “istemezükçüler” engel oldu. “Küçük olsun bizim olsun” diyerek gelişmelere engel olanlar kim?
Bunlar ciddi iddialar; böylesi sorumlular var ise, Çanakkale halkının bunu bilmesi hakkıdır.
Yeni yatırımları bir yana bırakalım, Çanakkale elindekileri dahi süreç içersinde kaybetmiştir. Sümerbank’dan Tekel Şarap Kanyağa, Truva Deri’den Akfa’ya, Kepez Konserve’den Yenice Gıda Sanayi’ne kadar bir çok fabrika kapanmış, bir çok fabrika da yaşanan krizlere karşı ayakta durma mücadelesi vermekte olup, düşük kapasiteler ile üretimlerini sürdürmeye çalışmaktadır.
Çanakkale’nin gerçeği; yapılmak istenen yatırımların engellenmesi değildir. Çanakkale’nin gerçeği yeni yatırımların yapılacağı koşullardan yoksun olmasıdır. Bu koşuların olmaması; merkezi iktidarın ihmalinden başlayarak, Çanakkale’nin ekonomik alt yapısının özelliklerine kadar birçok nedeni içinde barındırır. Ama bizim bilmediğimiz bazı gelişmeler olmuş, bunu birileri engellemiş ise bunu da bilmek hakkımız.
Bunun dışında “istemezükçüler” olarak ÇTSO tarafından gündeme getirilen yat limanına karşı olanlar kastediliyorsa orada biraz durulacak. Eğer öyle ise; “Siz kimsiniz” ile başlayarak, şimdi de “istemezükçü” olarak sürdürülen bu propaganda ile Çanakkale halkına saygısızlık yapılmaktadır.
Öncelik ile şurada bir anlaşalım ;Çanakkale ‘de eğer “istemezükçü” olarak değerlendirdikleriniz yat limanı projesine karşı çıkanlar ise onlar yat limanına değil yat limanının yerine karşı çıkmaktadırlar.
Böyle bir iradenin gelişmesi de son derece normaldir.
Kentler hepimizindir, kent halkı kendi yaşamsal alanlarına ilişkin alınacak kararlarda söz sahibi olmalıdır. Demokrasilerin gereği budur.
Bu anlamda iradelerini yat limanının yerine karşı olma noktasında koyanlar için “istemezükçü” gibi bir yargıya vararak, buradan hareket ile bu kavrayışın kentin gelişmesinin önündeki anlayış olarak sunulmasının gerçekler ile hiçbir ilişkisi yoktur.
Yine kent gündemini meşgul eden önemli konulardan biriside Kazdağları’ndaki altın madenciliği konusudur. Bu konuda da Kazdağları’nda altın üretimine karşı çıkanlar içinde aynı spekülasyon yapılmaktadır. Onlar için de yok gelişmeyi engelliyorlar, yok yerin altındaki değerin ekonomiye kazandırılmasının önünde engel teşkil oluşturuluyor gibi yaftalamalar yapılmaktadır.
Bu konudaki gerçekleri de doğru bir şekilde kavramalıyız.
Gerek ekonomik değerler gerekse çevresel değerler açısından sürdürülebilir yaşam kriterleri bu konuda esas alınması gerekli kriterlerdir. “Ölüler altın takmaz” sloganı esasında çok şeyi anlatmaktadır ama, gelin biz sürdürülebilir yaşam kriterleri kavramına biraz açılık getirelim.
Getirelim ki; bu karşı çıkışın iddia edildiği gibi ekonomiye karşı değil, bizzat ekonominin gerçek anlamdaki değerlerine sahip çıkma adına olduğunu daha iyi anlatmış olalım.
Prof. Dr. Kenan Kaynaş tarafından hazırlanan bir raporda , Kazdağları`nın tarımsal ve hayvansal üretimden elde ettiği değerin yıllık toplam 7.5 milyar dolar olduğu belirtildi.
Ya altın rezervlerinin katkısı ne olabilecek?
10 yıllık bir işletme sonrasında elde edilecek altının 338 ton olacağı bugünün fiyatları ile (onzu 1600 $) bunun 40 milyar dolar bir değer yaratacağı hesaplanmaktadır. 10 yıl içerisinde tarımsal üretimden kazanılacak değer yaklaşık 75 milyar dolara ulaşacaktır.
Görülüyor ki atılan taş, kuşları ürkütmeye değmiyor.
Ayrıca Altın madencilerin çok uluslu şirketler olması itibarıyla kazanç özelleştiriliyor, risk kamulaştırılıyor.
Peki altın üretimi sonrasında kamulaşan risk içersinde neler var.
2.5 milyar ton kayaç ve toprak işlenecek, yaklaşık 400 bin ton siyanür kullanılacak, başta 10 milyon adet zeytin ağacı olmak üzere tüm bitkisel üretim olumsuz etkilenecek, yöre tarımının can damarı olan su kaynaklarının tamamı kirlenecek, tarımla uğraşan yaklaşık 750 bin kişi etkilenecektir.
En önemli nokta ise, tarım yapılacak toprak kalmayacak, yöredeki tüm sular içme ve kullanma suyu olarak kullanılmayacak, başta yöre halkı olmak üzere yaşayan tüm canlılar olumsuz etkilenecektir.
Tarım insan beslenmesine hizmet ederken, altın insanların hastalanmasına hatta ölümüne neden olacaktır.
Peki şimdi soruyorum; altın madeni üretimine karşı olanları “istemezükçü” olarak değerlendiren anlayışa… Bir yanda 75 milyar dolarlık bölgenin kendi dinamiklerinin yaratacağı bir değer diğer yanda 40 milyar dolarlık çok uluslu şirketlerin kasalarına gidecek altın çıkarmanın getireceği hasılat.
Ayrıca, yaşamınızın, suyunuzun toprağımızın yok olması, yaşanacak sağlık sorunları ve ölümler işin cabası.
Siz böyle bir durumda altın üretimini mi, yoksa bölgenin kendi kaynakları ile sürdürülebilir bir yaşam politikasını mı savunursunuz?
Bu konudaki tercih hiçbir zaman” istemezükçülük” değildir, bizzat yaşamın sağlığımızın suyumuzun topraklarımızın kalitesini istemek demektir.