Çanakkale Tabipler Odası Çevre Komisyonu tarafından yapılan değerlendirme ile Madenci şirketin genel müdürünün halkı kandırma noktasındaki girişimleri boşa çıkarıldı. Tabipler Odası tarafından yapılan açıklamada;”Maden şirketlerinin yerli temsilcileri tarafından verilen haberin detayında, içme sularında klorun kanserojen etki gösterdiği, ancak siyanürün böyle bir tehlikesinin olmadığı ifade edilmiştir. Dünyada siyanürden ölen hiç kimsenin olmadığını iddia eden şirket yetkilileri, Amerika’da suya bir miktar siyanür katıldığını da söylemiştir. Ayrıca şirket yetkilileri ilgili haberde sağlığa çok önem verdiklerini de vurgulamışlardır. Şirket yetkililerinin sağlığa önem vermeleri ve bu noktada içme kullanma sularını düşünmeleri olumlu bir yaklaşımdır. Ancak bugüne kadar yaptıkları ve bundan sonra yapmayı düşündükleri işleri düşününce hiç de inandırıcı değildir. Aynı zamanda yapmış oldukları açıklama bünyesinde eksikleri ve yanlışları barındırmaktadır” değerlendirilmesi yapıldı.
Bugün siyanürün belli miktarları aştığında
ölümcül etkilerinin olduğu tartışılmamaktadır.
Tabipler Odası açıklamasını şöyle sürdürdü: “Öncelikle dikkat çekilmesi gereken noktalardan birisi siyanür meselesidir. Aslında tartışılacak bir yönü olmayan bu konu metalik madencilik faaliyetlerinde daha ekonomik bir yöntem bulunamadığı için hep gündemde olmuştur. Bugün siyanürün belli miktarları aştığında ölümcül etkilerinin olduğu tartışılmamaktadır. Düşük miktarlarda uzun süreli (kronik) alımlarında ise solunum güçlüklerine, kalp ve kas ağrılarına bulantı, kusma ve tiroit bezinde büyümeye neden olabilmektedir.”
Sulara siyanür katıldığı bilgisi doğru değil
“Amerika Birleşik Devletleri’nde sulara özelikle siyanür katıldığı” bilgisi doğru bir bilgi değildir. Bu bilginin sahibi, kaynağını da kamuoyu ile paylaşmak zorundadır. Amerika Birleşik Devletleri’nden içme ve kullanma sularının standartlarının belirlenmesi ve izlenmesi Çevre Koruma Ajansı (United States Environmental Protection Agency-EPA) tarafından yürütülmektedir. Söz konusu ajansın içme suları ile ilgili belirtilen standartları arasında siyanür için izin verilen miktar 0,2 mg/L ya da 200 ppb değerindedir. Bu düzey siyanüre bağlı sağlık etkilerinden korunmak amacıyla izin verilebilen maksimum düzeydir. Ancak bu miktar suda bulunması gereken siyanür miktarı değildir. Siyanür zehirli bir maddedir. Mümkünse hiç bulunmamalıdır; mümkün olamıyorsa da verilen bu düzeyi aşmamalıdır. Bu miktar Avrupa Birliği Standartlarına göre 0,05 mg/L, Dünya Sağlık Örgütü standartlarına göre 0,07 mg/L ve Türkiye’de İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkındaki yönetmeliğe göre ise 0,05 mg/L’dir (50 µg/L).”
Siyanürün dünya üzerinde hiç ölüme neden olmadığı iddiası cahilce
“Siyanürün dünya üzerinde hiç ölüme neden olmadığı iddiası biraz fazla cesurca ve cahilce yapılmış bir iddiadır. Özellikle ve ivedilikle bilimsel olarak kanıtlanmaya ihtiyaç duymaktadır. Dünyada siyanür havuzlarının yıkılmasına bağlı kazalar ve buna bağlı doğa tahribatları olmuştur. Bunlardan birisi 30 Ocak 2000 yılında Romanya’da Baia Mare madeninde çökelme havuzlarında meydana gelen yıkım sonucu 100 000 m3 içinde siyanür, bakır, çinko ve kurşun gibi ağır metallerin bulunduğu atık suyun yayılmasıdır. Sonuçta Tuna Nehrine kadar sucul canlıların siyanür nedeniyle öldüğü görülmüştür. Bu bölgede yaşayan insanların zehirlenme bulguları ile tedavi olduğu bildirilmiştir. Ancak şunu da belirtmek gerekmektedir ki siyanüre bağlı akut zehirlenme nedeniyle oluşacak ölümlerin tanısı şüphelenmeyi ve otopsi çalışmalarını gerektirmektedir. Bu nedenle ölümlerin çoğu zaman siyanürle ilişkilendirilmesi çok kolay olmayabilmektedir. Ancak bir madenden kaza nedeniyle yüz binlerce ton atığın bölgeye yayılması ve sucul canlıları ölmesi ve bu durumun insanlara ulaşmaması akla ve mantığa uygun değildir”.
Siyanür kanser riskini arttırma potansiyeline sahiptir
“Kaldı ki bugüne kadar yapılan açıklamalarda, altın madenciliği ile ilgili tek endişe kaynağının siyanür kullanımı olmadığı defaatle ifade edilmiştir. Siyanür altın elde etme sürecinin bir parçasıdır. Zehirlidir, sıcak ve kuru havalarda buharlaşır ve yakın çevrede yaşayan insanların sağlığını olumsuz etkileyebilir. Ancak altın madenciliği süreci, yapılan işlemle birlikte asidik kaya drenajı yaratmak ve bölgedeki ağır metalleri ortaya çıkarma riskine sahiptir. Bu durum maden bölgesindeki su ve toprağı kirleterek, su ya da besin zinciri üzerinden orta ve uzun vadede kronik hastalıklar ve kanser riskini arttırma potansiyeline sahiptir. Çan havzasında yıllardır kömür madenciliği yapılmaktadır. Bu madenciliğe bağlı asidik göller ve bu göller etrafındaki toprağın ağır metal yönünden kirlendiğine dair bilimsel çalışma verileri elimizde mevcuttur. Bir diğer ibret alınacak örnek de Balya Madenleridir. Neredeyse 100 yıldır çalışmayan bu maden bölgesinde halen ağır metal kirliliği ve asit kaya drenajına ait bilimsel veriler bulunmaktadır. Altın madenciliğinin zaten kirlenmeye başlamış bölgede asit kaya drenajını ve ağır metal kirliliğini arttırması kaçınılmazdır. Eğer şirketlerin kendi hazırladıkları ÇED raporları dikkatli okunursa bu durumun itirafı raporlarda açık bir şekilde görülecektir”.
Klor ile dezenfeksiyon tüm dünyada en yaygın olarak kullanılan sistemdir.
“Şirketin yaptığı açıklamada bir diğer önemli konu klorlama ile ilgilidir. Suyun temizliği hayati derecede önemlidir. Tarih, su ve su kaynaklı salgınların neden olduğu kitlesel ölümlerin örnekleri ile doludur. Su kaynaklı salgınlar çok özel karaktere sahiptir. Birden ortaya çıkarlar, milyonlara varan bir nüfusu hastalandırabilirler ve hatta ölüme neden olabilirler. Kaynağın fark edilmesi ve kirliliğin ortadan kaldırılması ile birden de ortadan kaybolurlar. Günümüzde en azından gelişmiş toplumlarda milyonlarca insanları olumsuz etkileyen salgınlar görülmemektedir. Bunun nedeni modern şehirlerimizde temiz içme ve kullanma suyunun bilimsel arıtma yöntemleri kullanılarak evlerimizdeki çeşmelere kadar ulaşabilmesidir. Bugün kolera gibi, tifo gibi salgınların artık gündemimizde olmamasının en önemli nedeni temiz sudur.
Ancak suyoluyla olan tek sorun mikrobiyal kirlilik değildir. Kimyasal kirlilik de insan sağlığını olumsuz etkileme potansiyeline sahiptir. Temiz içme suyunun insanlara ulaşması bir dizi süreci gerektirmektedir. Bunun için öncelikle temiz ve yeterli su kaynağının olması gerekmektedir. Su miktarı açısından bakıldığında ülkemizin yeterli içme ve kullanma suyunun olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Özellikle gelecek nesilleri ciddi miktarda su kıtlığı sorunu beklemektedir. Çanakkale bölgesinde şu anda bile sınırlı olan su kaynaklarının uluslararası altın şirketlerinin kâr etmek amacıyla kullanması, gelecek nesilleri temiz içme suyu aramak zorunda bırakacaktır. Temiz ve yeterli içme suyu bulunduktan sonra bu suyun güvenli bir şekilde insanlara ulaştırılması gerekmektedir. Bunun için bölgede yaşayan insanların ihtiyacını karşılayacak bir arıtma ve şebeke dağıtım sisteminin olması gerekmektedir. Bu noktada en önemli olan suyun önce mikrobiyolojik sonra da kimyasal dezenfeksiyonudur. Özellikle mikrobiyolojik dezenfeksiyonun başarılması bugün sular yoluyla bulaşan salgınların kontrolünde çok katkısı olmuştur. Bu amaçla farklı dezenfeksiyon yöntemleri kullanılmaktadır. Bunlar kaynatma, ozon, iyot, basınçlı ısı, bakırlı dezenfektanlar, ultraviyole ve klorlama gibi yöntemlerdir. Özellikle klor şehir şebekelerinin arıtma sistemlerinin dezenfeksiyonunda çok tercih edilmektedir. Ozon da güçlü dezenfektan etkisi olan bir sistemdir. Ancak pahalı olması ve şebeke sisteminde devamlılığının olmaması tercih edilmemesine neden olan dezavantajlarıdır.
Klor ile dezenfeksiyon tüm dünyada en yaygın olarak kullanılan sistemdir. Güvenilirliği kanıtlanmıştır. Klor elementi 1774 yılında İsveçli kimyager Scheel tarafından bulunmuştur. 1846 yılında Viyana Genel Hastanesinde germisit olarak kullanılmıştır. 1847 yılında Dr.Ignaz Semmelweis kalsiyum hipoklorit ile el yıkamanın hastalıkları önlediğini göstermiştir. 1800’lü yılların sonunda bilim adamları mikroorganizmaların hastalık nedeni olduğunu göstermeye başlamışlardır. 1896 yılında klor ilk defa Amerika Birleşik Devletleri’nde(ABD) Louisville şehrinde kullanılmıştır. 1897 yılında İngiltere’de ortaya çıkan bir tifo salgınında Sims Woodhead kireç kaymağı kullanarak içme sularını dezenfekte etmeyi başarmıştır. 1908 yılında ABD’nin New Jersey ve Chicago şehirlerinde içme suyu dezenfeksiyonunda klor sürekli olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1932 yılında ülkemizde ilk defa İstanbul Terkos içme ve kullanma suyunun Kâğıthane’deki arıtma tesisinde kireç kaymağı ile klorlama işlemi başlamıştır. 1940’lı yıllarla birlikte klorlama Türkiye çapında yaygınlaştırılmaya başlanmıştır. 1960’lı yıllarla birlikte klorlama işlemi dünya genelinde yaygınlaşmaya başlamıştır. 1970’li yıllarla birlikte klordioksit diğer formlarına göre daha fazla kullanılmaya başlanmıştır. 1974 yılında klorla su dezenfeksiyonu sonucunda halojenli yan ürünlerin oluştuğu görülmüştür. 1991 yılında Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumu klora bağlı halojenli bileşiklerin insan sağlığı için tehlikeli olmadığı ve kanserojen etkisinin bulunmadığını açıklamıştır.
Klor içeren dezenfektanlar bilinen mikroorganizmaların çoğuna etkilidir ve bunların yok olmasını sağlar. Suyun işlendiği noktadan kullanıcıya kadar sürekli dezenfeksiyonu sağlayan tek yöntemdir. Koku ve tat kontrolü sağlar, içme sularında kötü koku ve tada neden olabilecek organik maddeleri okside eder. Suda bulunabilecek hidrojen sülfiti, amonyak ve diğer nitrojenli bileşikleri parçalar. Klorun suların temizlenmesi ile sağladığı ekonomik katkı diğer dezenfektanlara göre oldukça fazladır”.
Ülkemizde şehirlerin tamamına yakınında
dezenfeksiyon yöntemi olarak klor güvenle kullanılmaktadır
“Klor içme ve kullanma sularının dezenfeksiyonunda ülkemizde de yaygın olarak kullanılan maddelerden birisidir. Kullanım sırasında diğer tüm kimyasallar gibi dikkat edilmesi gereken noktalar bulunmaktadır. Dezenfeksiyon sonucunda oluşan yan ürünleri dikkatlice incelenmiş ve herhangi bir sağlık sorunu kaynağı olmadığına karar verilmiştir. Ülkemizde şehirlerin tamamına yakınında dezenfeksiyon yöntemi olarak klor güvenle kullanılmaktadır. Kırsal alanda ise halen sorunlar bulunmaktadır. Bu durum zaman zaman mikrobik hastalıklara neden olabilmektedir. Ancak tabi ki kimyasal birçok etken için etkili bir yöntem değildir. Zaten su dezenfeksiyonu birçok işlemi gerektiren karmaşık bir süreçtir. Güven içinde yapılması insanların temiz içme ve kullanma suyuna ulaşması demektir. Bu durum koruyucu hekimlik açısından çok önemlidir. Çünkü su kaynaklı olabilen onlarca hastalık bulunmaktadır. Bunların hepsi de hayati derecede önemli sorunlardır.
Sermaye sahipleri ve ortaklarının daha fazla zengin olabilmek adına su kaynaklarını tüketmeyi, asidik karakterli ağır metalli sularla kirletmeyi göze almış bir anlayış ile hiçbir bilimsel kaynağa ve yetkinliğe dayanmadan etkin bir su dezenfeksiyon yöntemi konusunda açıklama yapması iyi niyetli bir yaklaşım değildir.
Bu durum, uluslararası şirketlerin ülkemiz doğal kaynaklarının, dünyanın diğer yerlerindeki ibretlik örneklerinde olduğu gibi, her ne pahasına olursa olsun yok etmeyi planladığını göstermektedir.
Bu yağmacı ve talancı anlayış 100 yıl önce Balya’da olduğu gibi yeraltındaki zenginlikleri alacak, sadaka gibi devlet hakkını verecek ve atıkları ile bizi baş başa bırakarak gidecektir. Belki de cevheri çıkarırken bize bıraktıkları devlet hakkı ya da diğer vergiler, işletme sonrası atıkların temizlenmesi ve bölgenin ıslahına yetmeyecektir.”
Artık halkı kandırmak eskisi gibi kolay değil
“Bugün, klorun siyanürden daha tehlikeli olduğunu, ABD’de sulara siyanür katıldığını söyleyebilen şirketlerin hazırladığı ÇED raporlarında bölgeyi eskisi gibi bırakacaklarına dair sözlerine inanmak için herhangi bir gerekçemiz yoktur.
Ülkemizde 100 yıl önce maden şirketlerinin yalanlarına kanmak çok kolaydı. Çünkü o zamanlar, bu halkın kaynakları ile yetişmiş ve halkın çıkarlarına hizmet eden doktorlar, mühendisler ve diğer uzmanlar yoktu. Şirketler bu durumdan yararlanarak ve insanların gözlerini boyayacak illüzyonlarla Balya’yı cehenneme çevirerek gittiler.
Tekrar ediyoruz; bugün ülkemizde, neyin ne olduğunu anlayabilecek ve doğruyu yanlıştan ayırabilecek eğitimli yurtsever birçok doktorlar, mühendisler ve diğer uzmanlar yeterince mevcuttur. Elimizde metalik madencilik şirketlerinin yaptığı açıklamaların yanlışlığını kanıtlayabilecek Türkçe yazılmış yeterince bilimsel kaynak bulunmaktadır. Arzu edildiği takdirde bu kaynaklarımızı ve bilgilerimizi isteyenlerle paylaşabiliriz.
Çanakkale Tabip Odası hekimlerinin tek amacı insanların sağlıklı bir çevrede yaşayabilmeleri ve bunu gelecek kuşaklara ulaştırabilmeleridir.”