İstifaların ardından

Çanakkale AKP örgütünde birbiri ardına yöneticilerin istifaları gelmeye başladı.
Böyle olması normal bir sonuçtur.
Ancak buradan çıkarılması gerekli olan dersler AKP karşıtı mücadele açısından çok daha önemlidir.
Haziran seçimlerinde halkların kırmızı kartını gören AKP, şimdi saha dışına çıkmamak için direnmektedir
Bazı oyuncuları sakin bir şekilde terk etseler de, AKP esas olarak sahada kalmak adına yeni taktikler peşindedir.

437
Seçim sonuçlarının getirdiği koalisyon tartışmalarını da bu temelde değerlendirmek gerekir. AKP halkların kendilerine göstermiş olduğu tepkiyi bertaraf etmek adına iktidarın nimetlerinden faydalanmak konusunu birincil kriter olarak ele almaktadır. Bu süreçte içlerinden bazı yöneticilerin istifasının sadece tribünlere oynama taktiği olduğunu unutmayalım. Bu konuda esas olan; AKP’nin iktidar olanaklarını sürdürmek adına kendi yanına alacağı koalisyon ortağı ile prestijini kurtarma çabasıdır. Başta sermaye olmak üzere sözde istikrar adına yapılan bu girişimlerin esas amacı; sermaye düzeninin devamının istikrara kavuşturulmasıdır. Bu istikrarın nasıl bir “istikrar” olduğunu, 13 yıllık AKP hükümeti döneminde; işçiler emekçiler, gençler, kadınlar, çeşitli milliyetlerden ve inanç gruplarından halklar çok iyi biliyorlar. 7 Haziran seçimlerinde halkların AKP iktidarına dur dediği, demokrasi barış ve özgürlüklerden yana kullandığı iradelerinin şimdi sermayenin sömürü düzenini rahatsız edecek bir gelişime evrilmesi sermayeyi önemli ölçüde ürkütmektedir. Bu gerçek nedeniyle şimdi sistemin tahkim edilmesi konusunda yapılacak girişimler koalisyon çalışmalarıyla sürdürülmektedir. Bunun için AKP’nin içersinde yer aldığı bir koalisyondan yana olmak sisteme payanda olmak demektir. Böyle bakınca koalisyon çalışmalarında CHP, MHP ve HDP’nin yaklaşımlarının son derece önem kazandığını söyleyebiliriz. Ancak MHP bu noktada almış olduğu tutum ile; kendi varlığını da yok edecek şekilde siyasi olarak tıkanmış bir durumdadır. MHP’nin, HDP ‘ye karşı olmak, çözüm sürecine karşı durmayı tek kriter olarak ele alarak sürdürmüş olduğu siyaset günümüz gerçekleriyle taban tabana zıttır. Çözüm süreci denilen süreç demokratik siyasetin yaratılmasından başka bir şey değildir. Zaten bu süreç bugüne kadar AKP tarafından bir oyalamaca olarak ele alınmış demokratik siyasetin getirmiş olduğu düzenlemeler konusunda hiçbir adım atılmamıştır. Türkiye’nin demokratik gelişiminin önünü açacak olan çözüm sürecinin ta kendisidir. Yıllardır sermayenin halkların birliğini engelleyerek yaratmış olduğu ayrımcılık, yok sayma üzerinden sürdürülen politikaların taşeronluğunda şimdi MHP daha aktif bir rol üstelenmek adına sahnededir. MHP kendi içersinde de tam bir tutarsızlık yaşamaktadır. HDP ile hiç bir noktada birlikte olmam diyen MHP, aynı mecliste nasıl birlikte çalışabilmektedir? Meclis komisyonlarında birlikte olup, ortak çalışmalara nasıl imza atabilmektedir? Siyasetteki tıkanıklığın getirmiş olduğu ideolojik çözümsüzlük MHP’nin elini kısırlaştırmakta, varsa yoksa Kürt alerjisi üzerinden kendi tabanını tahkim etme dışında bir çözüm üretememektedir. Bu durum doğal olarak MHP’yi AKP’nin kucağına götürecektir. Bu kısır ve dar politik yaklaşım MHP’yi de sürecin kaybedeni haline getirecektir. MHP’nin olmazsa olması olan çözüm sürecine karşı olma noktasında AKP ile MHP’nin özünde hiçbir farkı yoktur. MHP Kürt alerjisi üzerinden çözüm sürecine karşı olurken AKP’de demokratik siyasetin kazanımlarından, kapitalist sömürünün güvencesi rolünü üstlendiği için korktuğundan dolayı, özünde çözüm sürecinin karşısındadır. Şu çözüm sürecini biraz daha net ve anlaşılır bir cepheden ortaya koyalım. Çözüm süreci demek; barış demektir. Çözüm süreci demek; ölümler olmasın acılar yaşanmasın demektir. Çözüm süreci demek; hiç kimsenin dini inançlarından, etnik kimliklerinden, cinsiyetlerinden, düşüncelerinden, yaşam tarzlarından ötürü ötekileştirilmediği, yok sayılmadığı eşit bir yaşam demektir. Çözüm süreci demek; insanca yaşam koşularının tesis edildiği insanın doğayı sömürüp yok etmediği, halkların iradesine saygı gösterip farklılıklarımızın zenginliğimiz olduğu bilinciyle yaratılacak bir hoşgörü ortamı demektir. Yıllardır bir bölücülük propagandasıyla yaklaşılan çözüm süreci algısı tamamıyla sermeyenin bir çabasıdır. Şimdi görev; AKP düzeninin bugüne kadarki şiddet baskı politikalarını, her türlü ayrımcı, yok sayıcı, ötekileştirici uygulamalarıyla yaratmış olduğu anti demokratik yaşama karşı demokratik siyaset ile yeni bir yaşamı savunmaktır. AKP’nin 7 Haziran ile başlayan tecrit sürecine can simidi olmamak son derece önemlidir. Bu kapsamda HDP Eş Genel Başkanının, “bizim ilkelerimizi de içine alacak AKP-CHP koalisyonuna destek sunarız” yaklaşımı karşısında temkinli davranmak gerektiğini belirtmek isterim. Şimdi demokrasi ve emek güçlerinin önündeki görev; işsizliğin önlenmesi, açlık ve yoksulluk karşıtı politikaların ertelenmeksizin uygulanması, ücretlerin ve asgari ücretin yükseltilmesi, sermayeden gelirlerine oranlı daha fazla vergi alınması, halkın sırtına yüklenen %70’i aşkın vergi yükünün azaltılması, çalışma ve iş koşullarının işçi güvenliği ve halkın genel sağlığı esas alınarak iyileştirilmesi, uluslararası ve iç tekelci sermayenin halk üzerindeki yoğun sömürü ve baskısına sınır çekilmesi, emeklilerin, bakıma ihtiyacı olanların, hastaların ve engellilerin devlet bakımına alınmaları, Kürtlerin ulusal tam hak eşitliği taleplerinin karşılanması ve yasal teminat altına alınması, kadın-erkek tam hak eşitliği(ücret ve öteki tüm alanlarda), dinin ayrımcı ve baskı aracı olarak kullanılmasına ve devletin din dayatmasına son verilmesi, Suriye başta olmak üzere komşulara karşı yürütülen saldırgan, savaşçı ve provokatif politikaya son verilmesi ve daha da sıralanabilecek tüm halk taleplerinin karşılanması noktasındaki talepleri savunmaktır. Bu talepler için AKP’nin içinde yer aldığı bir hükümeti düşünemiyorum. ‘Ön yargılı olmayalım, niyet okumayalım’ gibi yaklaşımlarda bulunan bazı dostların sesini duyar gibiyim. Söyleyebileceğim tek şey; AKP’nin 13 yıllık uygulamalarının bir kez daha gözden geçirilmesidir.
Paylaş