İHD’nin 27. kuruluş yıldönümünde Türkiye’de otoriterlik sorununa değinen İHD Çanakkale Şube Başkanı Serpil Bayar; “İHD, 17 Temmuz 1986 tarihinde 98 insan hakları savunucusu tarafından sıkıyönetim koşullarında kuruldu. İHD’nin tek ve belirli amacı “insan hak ve özgürlükleri” konusunda çalışmalar yapmaktı. 27 yılda çok şey değişti. Türkiye’de insan hakları bilincinin ve hak arama özgürlüğünün gelişmesinde İHD’nin önemli katkıları oldu. Bugün aramızda olmayan ve yaşamını yitiren kurucularımızı (Emil Galip Sandalcı, Gülizar Çağlayan, Didar Şensoy, Mahmut Tali Öngören, Mehmet Ali Aybar, Niyazi Ağırnaslı, İbrahim Tezan, Ahmet Tahtakılıç, Aziz Nesin, Hamdi Konur, İsmet Pekdemir, Nusret Fişek, Haldun Özen, Recep Cüre, Cahit Talas, İbrahim Açan, Jülide Gülizar ve Halit Çelenk) minnetle, şükranla anıyoruz. İnsan hakları mücadelesi Türkiye gibi darbe anayasasıyla yönetilen ülkelerde zordur. 27 yılın bedeli ağır olmuştur. İnsan hakları mücadelesinde öldürülen yönetici ve üyelerimizi de (Vedat Aydın, Sıddık Tan, İdris Özçelik, Kemal Kılıç, Orhan Karaağar, Cemal Akar, Şevket Epözdemir, Muhsin Melik, İkram Mikyaz, Tacettin Aşçı, Abuzer Öner, Ahmet Aydın, M. Şirin Polat, Medeni Göktepe, Şükrü Fırat, Yahya Orhan, Eyüp Gökoğlu, Cengiz Altun, Habip Kılıç, Mehmet Sincar, Metin Can, Hasan Kaya, Sedat Özevin, Sadi Özdemir, Salih Özdemir) minnet ve şükranla anıyoruz. Bu mücadelenin her türlü olumsuzluğunu, mahpusluğunu ve hastalığını gören yüzlerce üye ve yöneticimizi de anmak gerekir. Onların şahsında halen Diyarbakır D Tipi Cezaevi’nde 23 Aralık 2009’dan bu yana tutuklu bulunan MYK üyemiz Muharrem Erbey’iinsan hakları mücadelesindeki katkıları nedeniyle selamlıyoruz. Bu mücadelede yargı baskısına daha fazla dayanamayıp, özgürlüklerini korumak için ülke dışına çıkıp mülteci yaşamı benimseyen onlarca üye ve yöneticimizi önceki dönem Adana Şube Başkanımız Ethem Açıkalın şahsında anmak gerekir. Bu arkadaşlarımız bulundukları ülkelerde insan hakları mücadelesine devam etmektedir. 27 yılda Türkiye’de değişmeyen tek şey sistemin ve siyasal iktidarın otoriter yapısıdır. Türkiye’de çoğulculuğa, açıklığa ve katılımcılığa dayalı bir demokrasi kültürü gelişmediğinden, siyasal iktidarlar tekçi ve otoriter yapılarını muhafaza edebilmiştir. Değişim ve dönüşüm sürecinin hızlandığı günümüzde AKP iktidarı, tekçi veotoriter yapısını ısrarla devam ettirmeye çalışmaktadır. Bu anlayış Türkiye’ye çok şey kaybettirdi ve kaybettirmeye devam ediyor” dedi.
“Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt sorununun demokratik çözümünde yeni bir aşamaya gelinmiştir” diyen Bayar; “Bu yeni aşamaya barış ve çözüm süreci demek mümkündür. 23 Mart 1993 yılında PKK tarafından ilan edilen ilk ateşkesten bu yana 20 yıldan fazla süre geçmiştir. Abdullah Öcalan’ın 21 Mart 2013 günü Diyarbakır Newroz alanında okunan tarihi çağrısı ile PKK 21 Mart 2013 tarihinde 8. ateşkesi açıklamıştır. Devlet görevlileri ve Abdullah Öcalan arasında devam eden barış görüşmeleri uyarınca PKK militanları 8 Mayıs’tan itibaren Türkiye topraklarından çekilmeye başlamıştır. Siyasal iktidarın sorunun demokratik yoldan çözümü için atması gereken adımları hala bir türlü atmayıp otoriter yapısını devam etmekte ısrar etmesi sürecin önündeki en büyük engellerden biri olarak değerlendirilebilir. Görüldüğü gibi demokrasi kültürünün gelişmediği ve otoriterlikte ısrar eden siyasal anlayış Türkiye’nin sorunlarının çözümünü geciktirmeye devam etmektedir. Siyasal iktidarın otoriter yapısı yurttaşların yaşam tarzına müdahaleyi de beraberinde getirmiştir. Bunun yanı sıra siyasal iktidarın neo-liberal yapısı çevre ve kentli haklarını hiçe sayan, rant uğruna her türlü ekonomik yatırımı yaparken insanları değersiz gören bir yaklaşım ortaya koymuştur. Taksim Gezi Parkı direnişi ve sonrasındaki yaygın gösteriler Türkiye tarihinde önemli bir dönemeç olarak değerlendirilebilir. Denilebilir ki, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra tekçi ve otoriter sisteme karşı Kürtlerin başkaldırısından sonra Türkiye’nin bütününde ama özellikle de Türk halkı nezdinde ciddi bir başkaldırıyı beraberinde getirmiştir. Böylece Türkiye 12 Eylül askeri darbe düzeninin yaratmak istediği depolitize olmuş, sinmiş ve korkmuş halk gerçekliğini reddetmiş, itiraz eden ve başkaldıran bir halk gerçekliğine ulaşmıştır. Bu durum Türkiye demokrasisinin geleceği bakımında önemli bir kazanım olarak değerlendirilmektedir. Taksim Gezi Parkı direnişi ve sonrasında yaşanan gösterilere karşı polisin şiddeti kendisini işkence ve kötü-muamele olarak ortaya koymuş, Türkiye’de işkence aleni olarak biçim değiştirmiş biçimde uygulanmaya devam etmiştir. Siyasal iktidarın işkencecileri koruyan tutumu ise cezasızlık politikasının devam ettiğini maalesef ortaya koymuştur. İHD, Taksim Gezi Parkı Direnişi ve sonrasında yaşanan toplumsal gösterilerde meydana gelen ihlalleri (27 Mayıs-10 Temmuz 2013 tarihleri arasını) raporlaştırmıştır. Gezi Parkı direnişi sonrası siyasal iktidar cadı avı başlatmış, yüzlerce gözaltı ve tutuklama yaşanmış ve yaşanmaya devam etmektedir. Bununla yetinmeyen siyasal iktidar bir gece yarısı operasyonu ile TMMOB gelirlerine el koyarak toplumsal muhalefeti cezalandırmaya başlamıştır. Siyasal iktidarın yargı yolu ile baskı politikası değişmemiş, son bir yıl içerisinde 8 bölgedeki özel yetkili Ağır Ceza Mahkemesi 11 bölgeye çıkartılarak yargı yolu ile baskı politikası iyice kurumsal hale getirilmiştir. Türkiye’nin temel sorunlarından birisi yargı tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanamamış olmasıdır. Eskiden olduğu gibi bugün de yargı siyaset ilişkisi siyasetin müdahale ve etkinliği çerçevesinde belirlenmektedir. Bu haliyle yargı kişi hak ve özgürlüklerinin güvencesi olmaktan uzaktır” şeklinde konuştu.
“Türkiye yeni ve demokratik bir anayasaya hala kavuşamamıştır”
Türkiye`nin yeni ve demokratik bir anayasaya hala kavuşamadığına dikkat çeken Bayar şu şekilde konuştu: “İHD’nin kuruluşunun üzerinden 27 yıl geçmesine rağmen Türkiye’nin ifade özgürlüğü üzerindeki baskısı değişmemiştir. Bunun yanı sıra toplanma ve gösteri hakkı en çok ihlal edilen haklar arasında yer almıştır. Siyasal iktidarın otoriter tutumunun sonucu olarak ifade, örgütlenme ve toplanma hakkı üzerindeki baskılar devam etmiştir. İHD’nin 27. yılında Türkiye yeni ve demokratik bir anayasaya hala kavuşamamıştır. 27 yıldır Kürt Sorunu çözülememiş, ancak çözüm sürecine girilmiştir. 27 yıldır Alevilerin talepleri yerine getirilmemiş, sadece konuşulur hale gelmiştir. 27 yıldır işçi ve emekçiler neo-liberal politikaların amansız bir şekilde uygulanması ile daha fazla sömürülmüştür. 27 yıldır cezaevlerinde bulunan mahpusların sorunları çözülmemiş, çürütmeye dayalı infaz rejiminde ısrar devam etmiştir. Türkiye’deki olumsuz tablo daha da sıralanabilir. Kısacası tipik bir polis devleti uygulamasıyla karşı karşıyayız. 27 yıl önce ordu tarafından yönetiliyorduk; şimdi ise ordu zihniyetini aratmayan polis zihniyetine sahip siyasiler tarafından yönetiliyoruz. 27 yıldır başardığımıza inandığımız tek şey insan haklarının bir değer olduğu ve uğruna her türlü mücadelenin verilebileceği düşüncesinin yaygınlaştırılmasıdır. İnsan hakları her türlü otoriter rejime karşı insanların mücadele azmini ayakta tutan bir değerdir. İHD bu değerin savunulmasına olan katkısını devam ettirecektir.”
“İHD’nin kuruluş günü aynı zamanda uluslararası adalet günüdür”
İHD`nin 27 yıldır verdiği mücadeleye devam edeceğini kaydeden Bayar; “Birleşmiş Milletler, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni (UCM) kuran Roma Statüsü’nü, 17 Temmuz 1998’de kabul etti. Bugün 139 devletin imzaladığı, 122devletin taraf olduğu Roma Statü’yle kurulan UCM soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçunun takibi konusunda tüm dünya üzerinde etkili tek hukuk mekanizması olarak varlığını sürdürmektedir. Türkiye hâlâ bu mahkemenin yargı yetkisini tanımamakta ısrar etmektedir. Statü’nün kabul edilişinden beri bütün dünyada 17 Temmuz, Uluslararası Adalet Günü olarak kutlanmaktadır. İHD’nin kurucuları arasında olduğu ve halen sözcülüğünü yaptığı, Türkiyeli 26 devlet dışı kuruluşun oluşturduğu Uluslararası Ceza Mahkemesi Koalisyonu, Türkiye’de evrensel adaletin yerleşmesi;soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçunu işleyen faillerin cezasız kalmasının önlenmesi için, Türkiye’nin Roma Statüsü’yle kurulan sisteme dâhil olması için çaba sarf etmektedir. Türkiye’nin UCM’yi kuran Roma Statüsü’ne katılımı, Türkiye’yi her türlü iç ve dış sorunuyla yüzleşebilen medenî toplumların bir parçası haline getirecektir. Ancak siyasal iktidar bu yüzleşme sürecinden uzak durmak istemektedir. Türkiye UCM’nin yargı yetkisini tanımak yerine, soykırım ve insanlığa karşı suç işlediği iddiasıyla hakkında UCM tarafından tutuklama kararı çıkarı çıkarılan Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir’le antlaşmalar imzalamıştır. Roboski Katliamı gibi katliamların açığa çıkarılması noktasında etkili soruşturma ve kovuşturma yöntemlerinden uzak durmaktadır. Türkiye bir bütün olarak Ermeni ve Dersim soykırımları başta olmak üzere geçmişinde yaşanan soykırım ve insanlığa karşı suçlarla yüzleşmeli ve bunun gereği olarak hakikat komisyonlarını bir an önce kurmalıdır. İHD, kuruluşunun 27. yılı dolayısıyla uluslararası insan hakları sisteminin en önemli kazanımları olan Roma Statüsü ve BM Kayıplar Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından onaylanması için aktif bir mücadele yürütecektir. İnsan hakları mücadelesi bağımsız ve gönüllü bir mücadeledir. İHD 27 yıldır verdiği bu mücadeleyi kesintisiz bir şekilde vermeye devam edecektir” ifadelerini kullandı.