Kalkınma ajanslarının kuruluş felsefesini daha iyi anlayabilmek için bazı verileri doğru analiz etmek gerekir.
Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse; bölgesel kalkınma ajanslarının, temelde, özel sektöre dayalı, KOBİ temelli, ihracata yönelik bir ulusal/bölgesel/yerel kalkınma anlayışını yaşama geçirmek üzere tasarlandığı görülmektedir.
Kuruluş felsefesinin ekonomik gelişmede KOBİ’lere ağırlık veren yaklaşımı, “adem-i merkeziyetçi” yönetim anlayışıyla desteklenmektedir. Kurama göre, KOBİ’lere dayalı ekonomik gelişmede “yerel topluluklar” ve “yerel yönetimler” de önemli roller üstlenmekte; yerel yönetimler ekonomik gelişmeye katalizörlük etmektedirler. Bu yaklaşım, yerel yönetimlere, “yerel kaynakları harekete geçirerek yerelliğin rekabet gücünü arttırmak”, “girişimcilere teşvik ve muafiyetler biçiminde destekler sunmak” ve “yereldeki ekonomik potansiyelin ortaya çıkarılması yoluyla yabancı sermaye yatırımları açısından cazibeyi arttırmak” gibi işlevler yüklemektedir.
Bu genel yaklaşımın ekonomik alt yapısının gereklerini yerine getirmeden, kamucu uygulamalardan vazgeçmek, hele hele sosyal politikaları göz ardı ederek neoliberal ekonomik uygulamanın kucağına atılan bu politikalar ile ancak yandaşlara özel imkanlar yaratılabilir.
KOBİ’ler temelinde ihracata dönük sanayileşme stratejisinin, temelde, gelişmiş ülkelerin azgelişmiş ülkelere dayattığı “emek yoğun sanayilerde uzmanlaşma” ve “ucuz emeğe dayanma” seçeneğinden başka bir sonuca götürmediğini belirtmek gerekmektedir.
Azgelişmiş ülkelerde, KOBİ’ler temelinde ve ihracata yönelik olarak geliştirilen sanayileşme stratejisinin gerçek etkisinin, bu ülkelerin “sanayisizleşmesi” doğrultusunda olduğudur.
Zira, ithal ikameci sanayileşmenin ilk aşamasından daha ileriye geçemeden ihracata yönelik sanayileşme stratejisini uygulamaya başlayan ülkelerde, ihracata yönelik sanayileşmenin “hafif sanayiler”le sınırlı kaldığı ve bunun da ülkenin sanayileşmesi açısından önemli bir atılım oluşturmadığı bilinmektedir.
Dünyada ihracata yönelik sanayileşmede “başarı kazanan” ülkelerde (Brezilya, G. Kore, Meksika, İspanya vb.) merkezi devletin etkin bir rol üstlenmekte oluşudur.
Oysa, 1980 sonrasında Türkiye’de uygulanan modelde, merkezi devletin etkin katkısından yararlanma yoluna gitmek yerine, sanayileşme bütünüyle özel sektörden beklenmiş, bu da ihracata yönelik sanayileşmede başarı kazanılamamasına yol açmıştır.
Günümüzde egemen kılınmaya çalışılan model ise, merkezi devletin dolaylı katkılarını da sınırlamakta, sanayileşmeyi destekleme rolü büyük ölçüde yerel yönetimlere bırakılmak istenmektedir.
Oysa, bilinmektedir ki, sanayileşmenin özel sektörden beklendiği durumda da, özel girişimi desteklemek açısından merkezi yönetim yerel yönetimlere oranla çok daha geniş olanaklara sahiptir.
Dolayısıyla, ihracata dönük bir sanayileşme için ne merkezi devletin etkin müdahalelerini ne de dolaylı katkılarını devreye sokmayı öngören, ağırlıkla yerel yönetimlerin dolaylı katkıları ile yetinen bir modelin başarı olasılığı oldukça düşük olacaktır.
KOBİ’ler temelinde ve ihracata dönük olarak kurulan sanayiler, çokça söylendiği gibi “yüksek teknolojili”, “rekabet gücü yüksek”, “gelişkin” ürünler temelinde değil, “ilkel teknolojili” ve “emek yoğun” ürünler temelinde gelişmektedir.
Bu durum, bu sanayilerin rekabet gücünün asıl olarak düşük işgücü maliyetlerinden kaynaklanmasına yol açmaktadır.
KOBİ’ler temelinde ve ihracata dönük olarak geliştirilen sanayilerin bu özelliği, bu türden bir sanayileşme stratejisi izleyen ülkelerde sosyal hakların kısıtlanıp emeğin baskılanmasına neden olmakta, bu da azgelişmiş toplumlarda toplumsal refahın ve demokrasinin geliştirilememesi sonucunu yaratmaktadır.
Toparlamak gerekirse, tasarıya esin veren kuramsal yaklaşım ve buna dayanılarak önerilen kalkınma stratejisi, Türkiye’nin azgelişmişlik durumunun ortadan kaldırılıp ciddi bir gelişme sağlayabilmesi doğrultusunda bir potansiyel taşımamaktadır.
Gerek ulusal, gerekse yerel/bölgesel kalkınma amacı doğrultusunda devletin etkin katkılarını devreye sokmak yerine, bütünüyle piyasa mekanizmasına bel bağlayan bu yaklaşım, mevcut durumdaki azgelişmişlik döngüsünün kırılmasına olanak tanımamaktadır.
Tersine, bu kuramsal yaklaşım, “küreselleşme dönemi” olarak adlandırılan çağımızda geçerli olan uluslararası işbölümünü meşrulaştıran ve yeniden üreten bir niteliğe sahiptir.
Özetle Kalkınma ajansları vasıtasıyla ekonomik kalkınma sistemi piyasacı bir yaklaşımdır.
Kent halkının da kendi deneyimleri ile gördüğü gibi bu politikalar ancak bazı yandaş iş çevrelerine devletin imkanlarının aktarılmasından başka bir sonuç vermektedir.
Sosyal politikaların unutulduğu; istihdam ,emek anlamında hiç bir gelişimin ele alınmadığı bu modelde sorun genel sekteterin değiştirilmesi sorunu değil.
Küreselleşmiş, neoliberal kapitalist sistemin piyasacı uygulamalarıdır.
Kalkınma ajansları ile halkın sorunlarının çözümü noktasında hiçbir gelişmenin olmayacağı bizzat GMKA’nın performans kriteri olarak sunduğu 2010 yılında Çanakkale ve Balıkesir’de gerçekleştirdiği iktisadi kalkınma mali destek projeleri kapsamında 58 proje için harcamış olduğu 10,5 milyon TL bütçe sonrasında yaratmış olduğu istihdamdan 156 tam zamanlı ve 50 yarı zamanlı olmak üzere ancak 206 kişi yararlanabilmiştir.
Dağ fare doğurmuştur,halkın gözü boyanmaktadır, kalkınma ajanslarının geldiği boyut işte budur.
Not: www.sendikaorg sitesinde yayınlanan ‘Bölgesel Kalkınma Ajansları’ Modelinin ‘Kalkınma’ Anlayışı-Faruk Ataay” makalesinden yararlanılmıştır.