Pandemi sonrası, yaz döneminde iç turizmle birlikte başlayan Çanakkale`ye olan ilgi, sonrasında da devam etti. İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyükşehirlerde, hem kalabalık ve keşmekeş yaşam biçiminden bunalan ve tabiri yerinde ise kaçmak için fırsat gözleyen vatandaşlar, pandemi`nin getirdiği bir takım olanakları böylesi bir fırsata çevirerek, kırsal alanlara geçici veya daimi göç ediyor... Yaz sezonunun hareketli bölgelerinden Çanakkale de bu göç dalgasından en çok etkilenen kentlerden biri olarak, yaz sezonunun ardından, hem düzenli yazlıkçılarını büyük oranda kaybetmedi, hem de doğal güzellikleri ve yaşam standardının yüksek olması gibi sebeplerle yeni göçler aldı... Başta Edremit Körfezine doğru ilerleyen sahil kesimi olmak üzere, Bayramiç ve Yenice gibi doğası ile öne çıkan yörelerdeki orman içindeki köylere ilgi giderek artıyor. Özellikle Ayvacık ve Bayramiç`te, zaten İstanbul başta olmak üzere metropollerden gelerek yerleşen, çoğunlukla ekonomik özgürlüğünü kazanmış, yörede tarımla uğraşmak amacıyla bulunan vatandaşlara ek olarak, pandemi`nin yarattığı olanakları, Çanakkale`de yerleşik bir hayat kurma amacıyla değerlendirenler de oldu. Kimi ise bir-iki kuşak önce veya yıllar önce okul ve iş gibi sebeplerle Çanakkale`den çıkmış, salgın sürecinin de etkisiyle tekrar memleketine dönüyor...
İşte tüm bunlar ve benzeri sebeplerle Çanakkale`ye dönen vatandaşların yarattığı, bu beklenmeyen/yeni göç dalgasını Mimar İsmail Erten değerlendirdi... Göç hareketini yakından gözlemleyen Erten, göçün sebep ve sonuçlarına ilişkin tespit ve öngörülerde bulundu.
"Pandemi süreci kırsal yaşamı tetikledi"
Pandemi sürecinin getirdiği, olanakların yeni bir göç dalgasına neden olduğunu ifade eden Mimar İsmail Erten, "Bizim mimarlık gündemimiz; kentlerin bu yaşanılamaz halinin nasıl dönüştürüleceği üzerinedir. Çünkü Pandemi, bir kent, özellikle de büyük kent, yani metropol hastalığıdır. Biliyoruz ki, virüsün yoğunlaştığı, salgın haline geldiği, açıklanan vakaların yüzde 60`ı gibi büyük bir kısmının İstanbul`da olduğu biliniyor, söyleniyor. Ankara, İzmir, Bursa gibi büyükşehirlerimizi de düşünürsek, Türkiye`deki salgının çok büyük bir bölümünün metropol şehirlerde var olduğu, daha çok ve çabuk yayıldığını söyleyebiliriz... Dolayısıyla, metropolleri, bir anda, tıpkı deprem gerçekliğinde olduğu gibi değiştirip dönüştürmek mümkün olmadığı için, metropollerde yaşayan insanların, metropol dışı alanda, yaşamlarını nasıl sürdürebileceklerine dair bir arayışları başladı. Pandemi sürecinde buna olanak veren fırsatlar da yaratıldı. Mesela mekana bağlı çalışma olanağının dışında, evden çalışma olanakları gibi... Hemen hemen bütün büyük şirketler, bunu tercih etti ve pek çok çalışan da iş yerine gitmeden, kendi özel yaşam alanlarında, özellikle de evlerinde çalışmayı sürdürdüler. O nedenle, iş yerine gitmeden çalışma olanağı olan insanlar, bu kez, İstanbul, Ankara gibi metropollerde değil de, hastalığa karşı daha steril, yaşam kalitesi olarak da daha rahat, özgür olan doğal alanlara yönelme eğilimi gösterdi. Özellikle ekonomik durumu iyi veya emekli olmuş insanlar için, hayatlarının son üçte birini metropollerde geçirmek neredeyse imkansız hale geldi. Üst gelir grubundan emekli olmuş birçok ailenin yaşamının, kırsalda sürdürmeleri kaçınılmaz hale gelmişti zaten, pandemi süreci de bunu tetikledi... Öyle bir tetikledi ki, tüm coğrafyaların içinde Çanakkale, çok ciddi bir oranda, bir veriye göre yüzde 500`lere varan, tapu-emlak satışı açısından kırsal kesime göç almaya başladı. Verilere göre ikinci sıradaki yerleşim bölgesi Didim, Çanakkale`deki oranın yarısı kadar göç alırken, Datça yine yüksek oranda göç alırken, mesela Bodrum bunların arasına giremedi. Çünkü Bodrum`un metropol alternatifi bir alan olamaması, büyükşehirlerden kaçışta ilk tercih edilecek yer olmaması nedeni ile; düzenli, doğal ve sağlıklı yaşam gibi kriterler gözetildiğinde, Bodrum tercih edilmeyen bir alan oldu..." dedi
"Göç dalgası pandemi ile birlikte arttı"
Erten, "Büyükşehirlerden kırsala göçte, "Yeni" diyebileceğimiz bir yaşam biçimine başlama, doğal, sağlıklı bir ortamda yaşamı sürdürme hedefinden ve Çanakkale`ye olan ilgiden bahsederken, kent merkezini kastetmiyoruz. Hatta ilçe merkezlerini de söylemiyoruz. Kırsalından, yani köylerinden bahsediyoruz. Metropollerden gelen insanlar, hızla köylerde veya civarlarındaki parselleri satın almaya başladı; varsa mevcut evleri onarmaya ve boş arsa ise yeni bina yapmaya başladı. Öncelik Ayvacık`ın sahil köyleri, Ezine`nin sahil köyleri olmak üzere, bu alanların dışında da, Bayramiç, Yenice, Biga, Çan ve Kaz Dağları`nda bulunan dağ ve orman köylerini tercih etmeye başladılar... Bu bölgelerdeki birçok köyde, zaten metropollerin o zorlu yaşam biçiminden bıkarak, yeni bir yaşam hedefleyen, ekonomik özgürlüğünü kazanmış veya maddi açıdan güçlenmiş insanların varlığını ve ilgisini biliyorduk. Geçtiğimiz yıllardaki bu küçük, bireysel göç dalgası, pandemi ile birlikte daha da arttı ve yoğun bir göçe neden oldu" dedi.
"Ranttan öte insani bir gereksinim"
"Bu insani bir durumdur..." diyen Erten, "Metropollerde gerek pandemi gerekse yaşanılabilir koşulların giderek zorlaşması hatta yok olması, buralarda yaşayan insanların, Çanakkale gibi alanlara yönelmesini, bu alanları tercih etmesini anlaşılabilir kılıyor. Bu emlak değişimi, eşittir rant olarak görülüyordu, Çanakkale`nin aydın, entelektüel kesimi buna "küçük İstanbul olmayalım" mottosu üzerinden bir karşı duruş sergiliyordu. Ancak, bahsettiğimiz nedenlerin, çok daha insani ve kabul edilebilir olması, bu durumun rant olarak görülmemesini sağlıyor. Önceden sahillerin yağmalanması, bölgenin ikinci konut alanları olarak görülmesi gibi tepkiler söz konusuydu. Ancak bugün baktığımızda, özellikle köy alanlarında doğal, ekolojik nedenlerle yaşanan nüfus artışı, ranttan öte insani bir gereksinimin sonucu olarak ortaya çıkıyor" ifadelerine yer verdi.
"Köyler, kaybettiği insan hareketini yeniden kazanıyor"
Mimar İsmail Erten, "Tabi bu "yeni yaşam biçimi" üzerinden, hem fiziki mekan olarak yerel kimliği, hem de sosyo-kültürel açıdan bir takım etkileri olacaktır. En olumlu tarafından baksak bile elbette ki olumsuz yönleri ile de karşılaşılacaktır, bir değişime neden olacaktır. Çünkü gelen insan, geldiği yerde tarımla uğraşan, kırsal yaşam biçimini bilen insan değil sonuçta. Ki bunlar daha önceki yıllarda yaşandı; rant amaçlı köy yaşamı hedefi ile Behramkale, Adatepe, Yeşilyurt gibi köylerde bunların örneklerini yaşadık. "Horoz ötüyor" diye metropolden gelen insanların yarattığı tepkisel davranışlar, kültürel çatışmalara neden oldu. Bunlar göze alınması gereken bir başka gerçekliktir. Aslında Çanakkale, 1950`lerden itibaren, 60`lar, 70`lerde zirve yaparak, hatta 80`lerde de devam eden köylerden kente doğru oluşan göçten büyük oranda etkilendi. Hem kent merkezine göçler yaşandı, hem de eğitim veya başka nedenlerle köylerden çıkan insanlar, büyükşehirlerde yaşama devam ettiler. Dolayısıyla köyleri birer çöküntü alanlarına dönüştürdük. Bugün, kırsalda birçok köy, bir kahvehaneyi/bakkalı açık tutacak sayıda ve kahvecinin / bakkalın ekonomik olarak geçimini idame ettirecek nüfusu barındıramaz haldedir. Köyler asgari yaşam standardını sürdüremez nüfustadır. Şimdi bu köylere, metropolden insanlar geliyor ve bir canlılık katıyor; hem ekonomik anlamda hem yaşam değeri, hem de kültürel olarak bir canlılık katıyor. Dolayısıyla bu durum biraz da, yapı sermayesi/kapitali olarak değerlendirilmeli. Yani, metruk olan, yapı malzemesiyle, taşıyla, tuğlasıyla, orada var olan mevcut evlere, çok küçük müdahalelerle yaşam hakkı tanınabilir. Zaten geldiğimiz noktada da, göç eden bu insanların istediği de böylesi bir durumdur; doğal çevrede, doğal malzeme, yerel mimariyle özgün bir yapı, mekan üzerinde yaşamak istiyorlar. Dolayısıyla bizim köylerimizde, o atıl olan, tüm sosyal kültürel değerlerin tekrar harekete geçmesinin yanında, fiziki mekanların ihya olarak yaşama katılması, o atıllıktan kurtulmasını da çok önemli ve anlamlı görüyorum. Bu çerçeveden baktığımda, Çanakkale`nin, merkez ve belli başlı kent merkezlerinin, azmanlaşarak, büyük kent haline dönüşmesi hiçbir zaman talebimiz değildir. Kırsalın, boşluklu olan kısımların sağlıklı göçlerle dolarak, dengeli bir büyümenin ve iyileşmenin gerektiğinin altını çizmek gerek diye düşünüyorum" dedi
"Çanakkale, yaşamı planlamaya hazır mı?"
Erten, "Esas mesele şu tabii; Bu göçü durdurup-devam ettirme veya özendirme konusunda, burada yaşayan yerel toplulukların; siyasi karar vericiler, seçilmişlerin, atanmışların, mimarların, mühendislerin, yani burada yaşayan insanların beyanda bulunması gerekmektedir. "Biz bunu istiyor muyuz, istemiyor muyuz?" sorusu üzerinden, bu göçün etkilerinin nasıl olacağını, nasıl olması gerektiğini tartışmamız, buna hazırlıklı olmamız, bunu daha sağlıklı ve yararlı bir biçime dönüştürmemiz konusunda bir yol haritası, bir olgunlaşma ve bilinçlenme süreci yaşamamız gerekiyor. Eğer biz, bu yeni durumla yaşamasını öğrenemezsek, ciddi problemler de ortaya çıkacaktır. Ben, böylesine bir göçün, atıl yerleşim alanı olan köylerimizin tekrar ihya edilmesi için olumlu bir durum olduğuna inanıyorum. Fakat, sonuçlarının ve sürecinin düşünülerek, katılımcı süreçlerle "programlanması ve planlanması" gerekiyor. Aksi takdirde; çok ciddi çatışmalar çıkabilir; kırsal muhafazakar kesimle, muhafazakarlığı aşmış, seküler, modern ve diğer yaşam biçimindeki kesimin, kırsal merkezde karşı karşıya gelip kültürel çatışma içinde olmasını engelleyecek, öngörüsü yüksek bir çalışma oluşturulmalı... Bunun için de, muhtarlardan İl Genel Meclisine, ilgili müdürlüklerden yerel yönetimlerin tüm hiyerarşisine kadar geniş kademelerde buna hazırlık yapılmalı, bu bilinç, bilgi ve sorumlulukla hareket edilmeli ki, bu göçü taşıyabilelim. Yaşamı tekdüze ve anlamsız planlamaktan bahsetmiyorum, ama buna hazırlıklı olunmalıdır, tesadüflerle yönetilen bir süreç olarak yaşanmamalıdır. Pandemi süreci ile birlikte uzaktan çalışma olanağına sahip en önemli kesim, entelektüel, aydın, sanatçılardır. Yazar-çizer insanların burada bir yaşam kurmaları, bu coğrafyaya, bu coğrafyanın bilgi birikimine, sosyal ve kültürel yaşamına da mutlaka önemli katkılar yapacaktır. Buraya, resim yapmak, senaryo yazmak için gelmiyorlar, yaşamlarını kurgulamak için geliyorlar. Bu göç dalgasının önemi burada... Bunun da farkına varmalıyız" dedi
"Kent merkezi hüsranı kırsalda da yaşanmasın"
Erten, ayrıca kent merkezinin göç etkileşimine ve planlamasına değinerek, "Altını çizelim ki; Çanakkale kent merkezi, nüfusu 1960`larda 20 binlerde olan bir kent iken, bugün 6-7 kat nüfusa sahip bir durumda. Bugüne kadar, kent merkezinde bu nüfus artışına yönelik planlama, buna uygun, bu büyümeyi karşılayabilecek doğru, iyi ve güzel bir planlama yapılmış mı? Planlı modern Çanakkale kenti bizi mutlu edebiliyor mu? Hayır! Hep eklemlenmiş. İki tip planlama yapılmış; önce Hastane Bayırı civarına yüksek katlı binalarla başlamış, sonra ise stadyum ve civarı ile Barbaros Mahallesi`ne yönelik bir planlama yapılmış... Sonra da zaten "6 kat yapalım" denilmiş... Bütün bunlara baktığımızda, aslında kent çökmüş! Çünkü kentin altı su... Onun için biz, 10 yıl kadar önce Kent Eylem Planı çalışmasında, bu planlamayla, bu yoğunluğu bu kentin kaldırmayacağını söyledik. Bakıyoruz, "Sosyal Konutlar" dediğimiz çay kenarında, 6 katlı binalar yıkılıp daha yüksek katlı binalar yapılmaya çalışılıyor. Son 10-15 yıl içinde yine Sarıçay kıyısına yüksek katlı binalar yapılmaya, cezaeviyle yeni otogar kavşağı arasındaki alan yüksek katlı binalarla doldurulmaya devam ediliyor. Bütün bunlar, kentin ranta bağlı bir büyüme ve değişmeyle planlandığını gösteriyor. Çanakkale`de büyümeye bağlı olarak, afete, pandemi gibi olağanüstü durumlara uygun bir kentleşme göremedik. Hiç olmazsa köylerimiz de kent haline dönmesin. Bunların mutlaka planlanarak, köylerdeki yeni yaşam; yerel malzeme, yerel mimari kültür ile yapılanmalı, doğaya, çevreye uygun bir yapılaşma süreci yaşanmalı... Dolayısıyla, kentlerde yaşadığımız çarpık yaşamları, köylerde de oluşturmamalıyız, kırsala olan göçü nasıl yöneteceğimizi planlamalıyız" dedi.
"Göçü iyi planlarsak, depreme karşı önlem almış oluruz"
Erten, son olarak, "İzmir depremi dolayısıyla, gündemimiz bir taraftan da deprem gerçeğidir. Depremin de yıkıcılığı kenttir, kırsal kesim değildir. 3 kat ve daha az katlarda ölümler ya yoktur, ya çok azdır. Yıkılabilir ama insanlar kurtulur. Biz bu coğrafyaya olan, zaten var olan göçü iyi planlarsak, aslında depreme karşı yapacağımız birçok önlemi de almış oluyoruz. Yani yoğunlaştırılmış, azman kent ve çok katlı yüksek yapılı kentler yaratmak yerine, coğrafyaya dağılmış, olanakları geliştiren bir yerleşim haline de geliriz. Çok yönlü yararlar sağlanabilecek bir sürecin daha çok başındayız. Bu kentte, bu coğrafyada yaşayan insanlarız. Bunu gündemimize almalı, tüm seçilmiş ve atanmış yöneticilerle, akademik çevrelerin de katkısını alarak bu durumu tartışmalıyız, tüm dinamikler olarak planlama sürecini irdelemeliyiz..." dedi.
(Seçkin Sağlam)