Çanakkale’nin ve ülkenin deneyimli politikacılarından, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı, Başbakan Yardımcılığı ve Çanakkale Milletvekilliği görevlerinde bulunan Mustafa Cumhur Ersümer, ülke gündemini değerlendirmeye, gelişmeleri yakından takip edip, kurmayları ile durum analizi yapmaya devam ediyor. Ersümer, hafta sonu Tusan Otel’de, Çanakkale merkez ve ilçelerinde, Anavatan Partisi’nin kuruluşundan itibaren görevler almış, partinin çeşitli kademelerinde bulunmuş kurmayları ile bir araya geldi. Toplantıya, eski İl Başkanları; İsmet Muhtaroğlu, Yaşar Demircan, eski ilçe başkanları; Ahmet Koyuncu (merkez), Ceyhan Şener (Yenice), Hikmet Taş (Yenice), M. Naci Tülek (Çan), Aleaddin Ceyhan (Ezine), Ahmet Çakıroğlu (Bayramiç), Şenol Çakıroğulları (Biga), Ahmet Şefik Şenyürek (Gelibolu), Aleaddin Tuncay (Lapseki), Renan Özel (Biga, Eski belediye başkanları; Kasım Akın (İntepe), Adnan Öztürk (Geyikli), Münir Karabacak (Terzialan ), Ekrem Demirarslan (Yenice), Halil Özkan (Pazarköy), Mustafa Özkan (Akçakoyun), Ahmet Kıyar (Balıklıçeşme), eski belde başkanları; Niyazi Baştimur (İntepe), Vedat Soydaş (Küçükkuyu) ve Mehmet Kaya (Geyikli) katıldılar.
“Kırsalda vatandaş arayış içerisinde”
Toplantı ile ilgili bilgiler veren Ersümer, ilçelerde yurttaşların arayış içinde olduklarını, kimsenin hayatından memnun olmadığını ifade etti. Ersümer, “Uzun zamandır, benimle ilgili basında bir takım yazılar çıkıyor. En sonunda ben bir açıklama yapmak durumunda kaldım. Tabi bizim arkadaşlarımızdan da, belediye başkanı, ilçe başkanı arkadaşlarımızdan da telefon trafiği dinmedi, devam etti. O nedenle de ‘oturalım bir de yüz yüze konuşalım’ dedik. Arkadaşlar tabi hala soruyorlar da ‘böyle bir şey var mı?’ diye, onlara da böyle bir şey olmadığını, çok net bir şekilde izah etme imkanı bulduk. Gündemimiz buydu, ayrıca bütün arkadaşlar, kendi yörelerindeki hem ekonomik konuları hem siyasi konuları değerlendirdiler, kendi yörelerindeki vatandaşın yeni kurulan partilere nasıl baktığını değerlendirdiler. Netice itibariyle iyi bir görüş alışverişinde bulunduk, böylelikle de toplantımızı bitirdik. İlçelerde kimse hayatından memnun değil. Mevcut iktidar partilerinin vatandaş tarafından istenmediği, vatandaşın yüksek sesle ‘biz artık bu partilere oy vermek istemiyoruz’ dediği, arayış içinde olduğu yönünde söylemler dinledik. İki saatlik bir toplantı yaptık. Hemen hemen herkes konuştu. Çanakkale’nin birçok noktasından bilgiler aldık. Türkiye’deki genel tablonun iktidar partileri açısından çok parlak olmadığı sonucu çıktı. Tabi esas parlak olmayan vatandaşın hali pürmelali. Herkes ödemelerdeki sıkıntılarından bahsediyor, yaşam tarzındaki geriye gidişten bahsediyor. Evindeki işsizden, doğalgazın, elektriğin pahalılığından, kendi enflasyonu ile ilan edilen enflasyon arasındaki farklardan bahsediyor vatandaş. Yaşananlar itibariyle üzücü şeyler de söylendi maalesef” dedi,
“Aktif siyaset yapmamızın gerekleri çok fazla”
Toplantıda gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Ersümer, “Aktif siyasete girmeniz noktasında ciddi bir talep ve beklenti olduğu görülüyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?” şeklindeki soruya; “Benim aktif siyasete girme yönündeki gelen talepler, hem sevindirici hem üzücü bir durum. Yani aradan 20 sene geçmiş, ben 20 yıl önceki bir insanım. 20 yıl önce ben Çanakkale’de siyaset yaptım, günahıyla vebaliyle, yaptıklarımız vatandaşımıza mal oldu. Ben de hala böyle bir talebi görüyorum. Şahsım açısından sevindirici olabilir ama siyaset ortamı, politika ortamı bakamından çok sevinemiyorum. Gerçekten Çanakkale özelinde söylemiyorum, Türkiye genelinde insanların siyaset yapma tarzı, siyasete yönelişleri, siyasetten beklentileri, siyaset yapma iddiaları, arzuları çok öyle eskisi gibi gözükmüyor. Ben Demokrat Parti’ye atanan il Başkanı Nail Babacan, bizim Anavatan’da siyaset yaptığımız, sevdiğimiz bir arkadaşımız. Aradı beni, atandığını söyledi, ben de kendisini ziyarete gittim. Bu tamamen karşılıklı bir nezaket ziyareti. Ama bir anda, yine benim siyasete dönmeme yönelik talepler ortaya çıktı. Benim şuan bir kararım yok. İzliyorum. Benim aktif siyaset yapmak için bir eksiğim yok, bilgime, tecrübeme güveniyorum, sağlığım da yerinde… Aktif siyaset yapmamızın gerekleri çok fazla, ama öyle bir vasat göremiyorum. İlerleyen günlerde bakarız, buradaki toplantıda da konuşup kararlaştırdık, herhangi bir gelişme olursa tekrar bir araya geleceğiz. Yolda giderken bu işler değişir, yeni platformlar oluşur. Türkiye daha öyle bir ortama görmedi. Babacan da Davutoğlu da bir evin evladı. Onların da bir yürümesi lazım, görmemiz lazım. Nereye, nasıl gideceklerini görmemiz lazım. Rahmetli İnönü’nün dediği gibi; yeni bir dünya kurulur, biz de yerimizi alırız… Biz bir defa bir araya gelmekten çok onur duyuyoruz. 30-40 senedir bir aradayız, birbirimizi seviyoruz, sayıyoruz, birbirimizin düşüncesine, yaklaşımına itibar ediyoruz. Bir araya geliyoruz, değerlendirmeler yapıyoruz. Bundan da rahatsız değiliz yani, biz böyle de devam ederiz” ifadeleri ile cevap verdi.
“Babacan ile dolaylı ya da dolaysız görüşmem olmadı”
Ali Babacan’ın kuracağı partide isminin anılması ile ilgili soruya ise Ersümer, “Ali Babacan ile hiç temasım olmadı. Ne dolaylı ne dolaysız temasımız olmadığı gibi, sadece televizyondan ve gazete haberlerinden başka kendisini görmedim” dedi. Ersümer, Ankara’daki siyaset atmosferini ise, “Birçok insan, Babacan’ın yanında kimler var, diye merak ediyor. Ama genelde yansıyan ve benim de itibar ettiğim husus, parti programının yazılmaya devam ettiği, parti tüzüğü ile ilgili çalışmanın devam ettiği yönünde. Tabiki bazı temaslarda bulunuyorlar, onları da duyuyorum. Ama netice itibariyle halen kurulma aşamasında olan bir parti görüntüsü var. Davutoğlu daha hızlı davrandı, o kurdu, teşkilatlarını kurdu, şimdi çalışmalarına başladı, başlayacak. Ben daha önce de ifade ettim, kurulan her siyasi parti demokrasimiz için bir nefes almaktır. Çünkü şuanda mevcut partilerden herkes çok memnun olsa, zaten bu yeni partiler kurulmaz. Netice itibariyle bir ihtiyaca karşılık veriyorlar. Yani, bu şöyle bir şeydir; talep olmazsa, bir şeyi arz edemezsiniz. Partiler de aynı şey. Bu partilerin kurulması ile ilgili talepler var. A partisi B partisi diye söylemiyorum, ama yeni partilerin kurulması isteniliyor. Çünkü bakıyorsunuz, yeni partilerin kurulmasını isteyenler kimlerdir diye bakıyorsunuz, mevcut partilerin üyeleri daha fazla istiyor. Yani, yeni parti kurulmasını isteyen ve kamuoyu yoklamalarında bu isteğini ileri sürenlerin birçoğunun AKP’ye, MHP’ye oy vermiş insanlar olduğu görülüyor. Böyle bir ihtiyaç üzerine zaten bu durumlar yaşandı. Ben herkesi de kutluyorum. Yeşim Hanım da beni aradı, bir sohbetimiz de oldu. Ben de kendisine başarılar diledim. Ben önemsiyorum. Siyasetin, kendi mecrasında, kendi kurallarına göre yürütülmesini önemsiyorum” dedi.
“Ekonomi ile siyaseti birbirinden ayıramazsınız”
Ersümer, Türkiye’nin demokratikleşme noktasında istatistiklerinin de parlak olmadığını, hem ekonomik hem de siyasi olarak verili durumun mevcut hükümetten memnun olunmadığı yönünde olduğunu ifade etti. Ersümer, “Geneldeki ‘demokratik toplum’ ile ilgili değerlendirmelere bakarsınız, ‘Freedom House’ diye bir uluslararası kuruluş var; insan hakları, demokrasi, özgür basın endeksi gibi verilerine baktığınızda, Türkiye çok hızlı bir şekilde, özellikle 2006’dan sonra gerilere düştüğü görülüyor. The Economist Dergisinin bir değerlendirmesi var, özgür ülkeler, demokrasiyle idare edilen ülkeler, otokrasi ile idare edilen ülkeler gibi kıstasları var. Türkiye bu listede ‘hibrit ülkeler’ kategorisinde yer alıyor. Yani otokrasi artı demokrasi, bir ‘hibrit demokrasi’ olduğundan bahsediliyor. Ben şimdi bunlara baktığım zaman Türkiye’ye neden doğrudan yabancı yatırım gelmiyor bunu da görüyorum. Hukukun tartışıldığı, demokrasinin tartışıldığı, insan haklarının tartışıldığı, yargının tartışıldığı bir ortama tabiki yabancı yatırımcı gelmek istemiyor. Ben hep söylerim, ekonomik olaylarla siyasi olayları birbirinden ayıramazsınız. Mutlaka ki, ekonomik olaylar ve siyasi olaylar iç içe geçmiş ve birlikte sonuç doğuran işlemler olur. Buradan hareketle baktığınızda, Türkiye ekonomisinin de çok iyi olduğunu söylemek mümkün değil. Gelir dağılımında, en geriye düşmüş ülkelerden biri Türkiye olduğu gibi, işsizliği ile dünya rekoruna, yüzde 2 oranında genç işsizle ulaşmış bir ülke. Yani her üç gençten biri işsiz! Bunlara baktığımızda, ekonomide yaşanan sıkıntıları da görüyoruz, yüksek sesle doğalgazdaki maliyetlerin arttığından bahsediliyor. Burada arkadaşlarımızı dinledik. İnsanlarımız borçlarını ödemek için tarlalarını satmak, evine satmak zorunda kalıyor. Zamlar yağmur gibi yağdı. Dört gözle bekliyoruz, mazotta ÖTV ne zaman kalkacak, çiftçiye ne zaman ucuz mazot verilecek! Bunu bütün siyasi partiler de söz verdi. Vatandaşta mevcut hükümetten ciddi bir ümitsizlik var, yeni bir arayış var. Bu yeni arayış, nerede ve kimde noktalanır, hangi siyasi parti olur, onu da yaşayarak göreceğiz” dedi.
“Babacan’ın acele etmediği kesin”
Babacan’ın parti kurmakta geç kaldığı ve bunun partinin kurulma beklentilerinde bir güvensizlik problemi yaratıp yaratmadığı noktasında soruya ise Ersümer, “Ben, siyasi partinin programı yazılıyor, titiz davranıyorlar diye düşünmek isterim. Gerçekten vatandaşa bir ses verecek, nefes verecek, ümit doğuracak, umut olacak bir program hazırlıyorlar diye düşünürüm. ‘Davutoğlu programı hemen hazırladı, onun içi boş’ demeye gelmez bu. Yeni her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır, şuanda gördüğüm kadarıyla tüzüğü de ona göre hazırlamak istiyorlar. Biraz da tabi anladığım kadarıyla tepkileri de ölçüyorlar. Hem iktidar partisinden gelen tepkileri, hem vatandaşla ilgili tepkileri ölçüyorlar. Kendileri ile ilgili kamuoyu değerlendirmelerini dikkate alıyorlar diye düşünüyorum. Acele etmedikleri kesin, ama bu bir güvensizlik midir ya da bir başarısızlık mıdır, ben öyle düşünmüyorum” dedi.
Erken seçim olur mu?
Ersümer, erken seçim ile ilgili soruya ise, “Erken seçim, bir iktidarın kendini en başarılı anda yapacağı seçimdir. Biz de yaptık erken seçimler. İyi de sonuç alınması gerekir. Şimdi genel kurallar var, büyüme hızının üç ve daha yukarıda olduğu dönemlerde iktidar partileri seçime girmek istiyorlar. Yani büyüme hızı yüksek olunca vatandaşın refahı daha yüksek oluyor. Şuanda Dünya Bankası kriterlerine göre Türkiye’nin büyümesi yüzde bir dolaylarında. Sayın Ekonomi Bakanımız onu üçlere, dörtlere, hatta 2020 sonunda 5’lere çekeceğinden bahsediyor. Eğer 2020 sonunda büyüme hızı 5’lere çekilerek bir refaha ulaşılacaksa o zaman tabi erken seçim yapabilir hükümet. Bir de tabi yeni kurulan partilerin seçime girme imkanı olmadığı bir ortamda bu seçimi yapmasının daha doğru olacağını savunanlar da var. Ama siyasi partiler onun da çaresini buldular, borç milletvekili veriyorlar. Netice itibariyle herkesin seçime girmesini sağlamaya dönük bir ortam hazırlanıyor. Ben onun için, onu çok önemsemiyorum ama iktidar partileri genelde erken seçimi kazanacakları zaman yaparlar. Şuanki şartlar iktidar partisi bakımından çok elverişli gözükmüyor. İç siyasete bakıyorsunuz, bunları görüyoruz. Dış siyasete baktığınız zaman yaşanılan sıkıntıları hep beraber görüyoruz. Bu işlerde en önemli etkin ve karar verilmesini sağlayan husus ekonomidir. Yani, vatandaşın tenceresinde kaynağın veya kaynamayan aşıdır, evinde işsiz çocuğunun olup olmaması, maaşının yetip yetmemesi, kendi aralarındaki dayanışmadan ortaya bir sonuç çıkarıyorlar mı, yaşantılarını sürdürebiliyorlar mı, ona bağlıdır. Şuanda bu vasat çok rahat gözükmüyor” dedi.
“Türkiye’nin katlandığı maliyet 431 milyon lira!”
AKP hükümetinin İMF ile görüşüp görüşmediği yönündeki tartışmalar ile ilgili soruya ise Ersümer, “İMF’nin bu tip ekonomik durumlarda etkin girişimleri olduğunu biliyoruz. Şimdi iki şey söyleniyor; aslında İMF ile direkt temas halinde değiller ama dolaylı bir temas olduğu söyleniyor. Ben buna çok itibar etmiyorum. Yani bilmediğim, görmediğim bir şey için, ‘sen İMF ile görüşüyorsun ama saklıyorsun’ demenin anlamı yok. iktidarlar İMF ile niye görüşür? Kendilerine kaynak yaratmak için görüşürler. Şimdi dışarıya ödenen faiz, geçen yıla oranla bu yıl yüzde 35 artmış. Türkiye’nin yurtdışına ödediği faiz miktarı 431 milyar TL olmuş. Yani belki bu borç İMF’den alınsa daha iyi şartlarda alınabilirdi, bu kadar büyük faizler de ödenmezdi. ‘Ben İMF’den borç almayacağım, ben İMF’nin kapısına gitmedim’ demek için Türkiye’nin katlandığı maliyet bana göre 431 milyar TL’dir ve 35 oranında artan faizdir” yanıtını verdi.
“Kanal İstanbul, Türkiye’nin gerçekleri ile uyuşmuyor”
Ersümer, ekonomik verili duruma rağmen, AKP hükümetinin “Kanal İstanbul” projesinde ısrar etmesini nasıl değerlendirdiği ile ilgili soruya ise, “Hükümetlerin bir bütçe disiplinleri olur, bir gelirleri ve giderleri olur. Şuana kadar, mevcut hükümetin, 65 milyar dolar özelleştirmeden bir geliri oldu. Ciddi bir gelir bu. Özelleştirme usullerine göre, özelleştirme gelirlerini tekrar yatırıma döndürmeleri gerekirken yatırıma döndürmediler. Döndürmüş olsalar, beklenen işsizlik yüzde 12’lerde olmaz. O ayrı bir mesele. Başka ne geliri var hükümetlerin? Vergi gelirleri var. Yani yüz liralık bir vergi alınabilmesi için 46 lira masraf yapıyor hükümet. Bu vergi gelirleri de sabit bir gelir. Önümüzdeki yıl ne kadar vergi toplayacağınızı biliyorsunuz. Şimdi bütün bu varlıklar, bir varlık fonunda toplandı, oradan harcanıyor. Mevcut hükümetin ortaya koyduğu ekonomik tedbirlerle bu işin yürüyebileceğini, bir denk bütçenin yapılabileceğini, cari açığın kapatılabileceğini, işsizliğin düşürülebileceğini, memurumuzun işçimizin zamdan korunan, kendilerini enflasyondan koruyacak bir takım zamları alabileceklerini, çiftçimizin şuanda içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtulabilmesi için alınan tedbirleri görmek mümkün değil. Bunların hepsinden çıkan sonuç şudur ki, Türkiye’nin işi zor. Esas sıkıntı şurada, biz de 2001 senesinde ekonomik krizin içine düştük, üç ayrı parti derlendik toparlandık ve dedik ki; ‘Bir kriz yaşıyoruz.’ Önce krizin varlığını kabul ettik, ekonomik darlıkları gördük. ‘Biz bu sıkıntıdan en hızlı, en kolay, en ucuz nasıl çıkabiliriz?’ dedik, o gün için Kemal Derviş geldi, bakan oldu, ekonomik tedbirler alındı. Biz siyasi iktidar olarak, koalisyon ortakları olarak tedbirleri harfiyen uyguladık; Türkiye’nin bankacılık sistemini değişti, Türkiye’ye bir bütçe disiplini geldi, ekonominin kara delikleri kapatıldı ve ekonomi hızlı bir şekilde, 2002 Kasım ayına geldiğimizde artık düzelmiş, düzgün bir ekonomiye sahipti. O disiplinleri belli bir süre AKP iktidarı devam ettirdi; Türkiye düzlüğe çıktı, enflasyonu düştü, cari açığı kapandı, ihracatı ithalatının önüne geçti, gelirlerimiz arttı, üretime yönelik bir ekonomi modeli sürdürülüyordu. Sonra ne olduysa oldu, 2008’de ‘bir kriz oluyor, olmuyor, geçti, geçmedi, teğet geçti’ derken bugünlere geldik. Yani bugün Türkiye ekonomisinin düzlüğü çıkarılabilmesi için üretim şart, üretim yapılabilecek imkanları olması lazım. Ama biz hala, bir ‘Kanal İstanbul’ projesini nasıl realize ederiz onun peşinde geziyoruz. Bu Türkiye’nin gerçekleri ile şuanda içinde bulunduğu gerçeklerle taban tabana zıt talepler gibi geliyor bana” dedi.
“Türk Akım’ı, Mavi Akım’ın sağlamasını yaptı”
“Türk Akımı, Mavi Akım’ın ikiz kardeşidir, birebir aynısıdır” diyen Ersümer, “Biz Mavi Akımı yapmaya başladığımızda, (Karadeniz’in altından 2000 metrede bu gaz gelmez, Karadeniz’de sülfür var, bu sülfüre dünyada dayanacak bir boru yoktur, Rusya’nın elinde bunu verecek gaz yok, Karadeniz’de depremler oluyor bu boru hattı yapılmayacak, siz boşu boşuna bu milleti oyalıyorsunuz) diye birçok suçlamalara hedef olduk. Bu suçlamaları en çok yapanlardan biri de geçtiğimiz günlerde belli bir cemaatin üyesi olduğu mahkeme kararıyla tescil edilen bir kadın gazetecinin suçlamaları de kendine ait gazetede manşet oldu. O dönem başladı zaten bu malum yapının bizlerle ilgili suçlamalarının ilk seferi. Arkasından da bunu köpürterek geldi o hanımefendi. Ama neticede Mavi Akım’dan 20 seneye yakın bir süreden beri gaz geliyor, Mavi Akım her gaz darlığında hep Türkiye’nin imdadına yetişti. Şimdi Rusya açıklama yapıyor; ‘Mavi Akım bizim öncü projemizdir, şimdi Mavi Akım sayesinde Türk Akım Projesini yapıyoruz. Birebir aynısını tekrarlıyoruz’ diyorlar. Benim için sevindirici iki konu var burada. Türk Akımı ile Türkiye yeni bir gaz kaynağına kavuştu, netice itibariyle bir de Mavi Akım’ın sağlaması yapılmış oldu. Aynı yerden, aynı denizin altından, aynı boruyla, aynı sistemle gazın geldiğini bir kez daha görmüş olduk. Yani şuraya geleceğim, bizim yaptığımız yap-işlet projelerde, bu sisteme uygun olarak getirdiğimiz gaz Türkiye’nin enerjisini kurtardı. Öyle bir ihtiyacımız vardı ki, 8 saat elektrik kesecektik ya da bu işleri yapacaktık. Böyle bir zorluk, zorunluluk ve ihtiyaç vardı. Biz bu ihtiyaca bağlı olarak bu projeleri gerçekleştirdik, hepsi şimdi borçlarını ödedi, tarihteki yerlerini alıyorlar. Ama bizim için onur ve gurur vesilesidir, Türkiye o dönemden sonra bir daha enerji darboğazına girmedi, girmez de. Şimdi aynı sistemle yapılan yatırımlara bakıyorsunuz, müteahhide verilen geçiş garantisi dolmayınca hazineden yapılan ödemeler! Nerede? Osmangazi Köprüsü’nde… Üçüncü köprüde yapılan ödemeler neden yapılıyor? Çünkü geçiş sayısı sağlanmıyor. Demek ki bu yatırımları yapmak doğrudur, ama yerinde, zamanında, ihtiyaca binaen yapmak lazım. Şartlarını da hepimizin içine sindirebileceği, kabul edebileceği bir şekilde yapmak lazım. Şimdi Çanakkale Köprüsü yapılıyor, hepimiz için gurur vesilesi. Şuanda hesaplanan geçiş ücretine baktığınızda insanın gözü yerinden oynuyor. İnşallah geçiş sayısı olur ve insanların cebinden o geçiş paralarına katkı çıkmaz. Şimdi Kanal İstanbul’da bu kapsamda yapılacak. Bu bir ihtiyaçsa tabiki yapılır ve iyi de bir sonuç alınır, herkes de mutlu olur. Ben hiçbir yatırımı küçümsemem, çünkü bizim işimiz bu. Ömrü hayatımız ‘bir fazla yatırımı nasıl yaparız’ diye geçti. Ama bu sonuçlar rahatsız edici. Herkes de bunları tartışır hale geldi. Kimse ‘o yatırım neden yapıldı?’ demiyor, yapılış şeklini tartışıyor, maliyetlerini, geri ödemesini tartışıyor. Bunlar da tabi iktidarlar için zor şeyler. İzah edilebilir şeyler değil” dedi
“Sistem değişikliği yapılacaksa eğer, seçimden önce yapılmalı”
“Biz rahmetli Özal döneminde de başkanlık sistemini tartışmıştık” diyen Ersümer, tekrar parlamenter sisteme dönülmesi konusuyla ilgili soruya; “Ben daha önce de söyledim, altı kaval üstü şişhane bir sistem olmaz. Eğer biz başkanlık sistemi ile idare edilen ülkelere bakarsak şunu görüyoruz; Kuvvetler ayrılığının muhafaza edildiği, yasamanın, yargının ve yürütmenin bir arada değerlendirilmediği, bunun muhafaza edildiğini, bunun korunabildiğini görüyoruz. Böyle olması lazım. Şimdi her gün tartışılıyor. Herkes, her gün bazı iddialarda bulunuyor. Meclis, yasama gereği gibi görev yapamıyor, yürütmede belli görüşler hakim oluyor, yargı ile ilgili de iddialar ortaya atılıyor. Yani bu sistemin tartışılabiliyor olmaması için, bu sistemin hepimizin içine siniyor olabilmesi için kuvvetler ayrılığının muhafaza edilebiliyor olması lazımdı. Ama bu sistemde bunu söyleyebilmek çok mümkün gözükmüyor. Zaten onun için tartışılıyor şuanda. Bu iyileştirebilir, düzeltilebilir, değiştirilebilir… onu da konuşanlar var. Yani iyileştirilebilir başkanlık sistemini konuşanlar da var, güçlendirilmiş bir parlamenter sistemi konuşanlar da var. CHP diyor ki; ‘Ben iktidara gelirsem parlamenter sisteme döneceğim’ diyor, İyi Parti de aynı şeyi söylüyor, yeni kurulan partilerden de aynı sesler geliyor. Netice itibariyle şuanda AKP ve MHP dışındaki partilerin tamamı parlamenter sisteme geçmeyi savunuyorlar. Yarın Tayyip Bey çıkar da ‘madem hepiniz istiyorsunuz, hadi gelin parlamenter sisteme geçelim’ derse, bunun önünde bir engel görmüyorum ben. AKP böyle bir şeyi ister gözükmüyor, MHP de zaten başkanlık sistemini destekliyor. O zaman bunun kararını kim verecek? Biz vereceğiz, halk verecek. Gideceğiz, bir parlamenter sisteme geçmeyi isteyen partileri destekleyeceğiz, ya da başkanlık sistemine devam etmeyi isteyen partileri destekleyeceğiz. Vatandaş bunun kararını verecek bu düğüm çözülecek. Ama teknik olarak da öyle zor bir şey ki; Bunun seçimden önce çözülmesi lazım. Bunu seçimle çözemezsiniz. İşin kolayı varken zoruna gitmemek lazım. Türkiye hakikaten parlamenter sistemine geçecekse, böyle bir niyet varsa, AKP ve MHP de buna yönelik bir düşünceye sahipse, seçimden önce bu işleri halletmek lazım…” dedi.
“Kızılay olayını şaşkınlıkla izliyoruz”
Kızılay’ın çeşitli vakıflar aracılığı ile para aktardığı konusunda soruya ise Ersümer, “Şaşkınlıkla izliyoruz” dedi. Ersümer, “Benim değerlendirmemin bir önemi yok. Eğer ortada bir suç varsa savcılar değerlendirecek, ortada mali bir yanlış işlem varsa, ona da maliyeciler bakacak. Benim aklım almıyor, şaşkınlıkla izliyorum. Böyle bir iş nasıl olur, nasıl yapılır bilmiyorum. Her yasal iş doğru mudur değil midir onu da tartışırız. ‘Benden çıktı para, benim niyetim Kızılay’a vermekti, Allah kabul etsin ben görevimi yaptım, Kızılay’a verdim’ de denebilir. Ama netice itibariyle bunu alıp da harcayan insanların bunu izah edebiliyor olmaları lazım. Niye A vakfı, B vakfı, C vakfı da D vakfı değil? İnsanlar çok üzgün, olaya şüpheyle bakıyorlar. Yaşayarak görüyoruz tabi, ama üzülüyoruz. Tartışılan vergi mi başka bir şey mi ona da bakmak lazım. Bence Kızılay başkanı meseleyi tam anlamamış” ifadelerini kullandı. (Seçkin Sağlam)