Tüm Emekli Sen Çanakkale Şubesi tarafından hafta sonu Çanakkale Belediyesi Belediye Çalışanları Eğitim, Sosyal Tesisleri Ercan Adsız Salonu’nda “Sendika ve Siyaset” konulu panel düzenlendi. Tüm Emekliler Sendikası Genel Sekreteri Hüseyin Gül ve Kristal-İş Sendikası eski eğitim uzmanı, araştırmacı/yazar Zafer Aydın konuşmacı olarak yer aldığı panelde emeklilerin problemleri ve siyasal yaşamdaki yerleri tartışıldı. Panel açılış konuşmasını yapan Tüm Emekliler Şube Başkanı Emin Ergun; “Çanakkale’nin aydınlık yüzleri, özgürlük, demokrasi ve barış yolcuları, sendikamızın kuruluşunun 8’inci ayındayız. Genel kurulumuzu ve Merkez Genel Kurulumuzu yaptıktan sonra bu etkinliği düşündük. Ülkemiz ve Çanakkale’miz için böyle bir başlığın seçilmesini önemsiyoruz. Aramızda genel merkezden gelen konuklarımız var. Ben de çok uzun bir konuşma yapmak istemiyorum. Katılımlarınız için hepinize teşekkür ediyorum” dedi.
“Sendika hakkı mücadele ile kazanıldı”
Panelde dünyadaki ve Türkiye’deki sendikal hareket tarihi ile ilgili bilgi veren Tüm Emekliler Sendikası Genel Sekreteri Hüseyin Gül; “10 milyon emekliye hitap edeceksek o zaman bu dengeleri iyi korumamız lazım diye düşünüyorum. Sendika, çalışanların, emeklilerin özgür, sosyal, demokratik hakların kazanılması, korunup geliştirilmesi aynı kategorideki insanların oluşturduğu bir yapıdır. Siyaset ise geniş anlamda ülke sorunlarını halletmeye çalışan bununla ilgili bütün ülkede yaşayan insanları kapsayan bir yapıdır. ‘Sendika- Siyaset’ ilişkisi ise sendikaların ve yöneticilerinin, üyelerinin partiye, siyasete ne kadar bulaşması gerektiği, hangi mesafede durması gerektiği, siyasi partilerin; örgütler, sendikalar noktasındaki ilişkiyi gösterir. Dünyada 1700’lerde başladı sendikal hareket. Niye? Çünkü ilk başta buhar makinelerinin oluşturulmasıyla İngiltere’de sanayileşme başladı. İnsanlar, köylüler, zanaatkârlar bir araya geldi. Bir arada çalışma koşulları oluştu, fabrikalar oluştu dolayısıyla da sanayileşmenin başlangıcı 1700’lerdedir. O zamanlar kadınların ve özellikle çocuklar üzerinde ciddi baskılar, sömürüler oldukça yüksekti. Ve insanlar öfkelerini örgütleriyle değil bilinçsel hırslarıyla gösteriyordu. Daha sonra bunun fayda getirmeyeceğini gördüler. Bu nedenle yardımlaşma dernekleri kurdular. Bu yardımlaşma dernekleri mesleklere göre değişiyordu. Aynı meslekte olanlar kuruyordu aynı kategoride olanlar kuruyordu. Bugünkü sendikaların çok ilerisinde olan bir hareketti. Türkiye’de ilk sendikalar kanununu 1947 yılında çıkardılar. Bunların grev ve toplu iş sözleşme hakkı yoktu. Grev ve toplu iş sözleşme hakkı getirilmediği için 1952 yılında sendikal bir araya gelerek Türk İş’i kurdular. 1961 anayasasında ilk kez grev hakkı verildi. 1961 anayasasında 275 sayılı toplu grev yasası çıkarıldı. 1960-80 arasındaki dönemde ülkede çok sayıda sendika kuruldu. 1967’de sınıf temelinde DİSK kuruldu. 1971 darbesi ile bütün bu dernekler kapatıldı. 12 Mart darbesinin ardından anayasanın bir maddesinde ‘çalışanlar’ ibaresi çıkarıldı ‘işçiler’ ibaresi konuldu dolayısıyla da artık o saatten sonra çalışanlar, işçiler olarak anayasada geçti. Dolayısıyla da 119’uncu maddede memurlar siyasi partilere ve sendikalara üye olamaz diye bir düzeltme yaptılar. Memurlar 1980’lere kadar sürecek olan yeni bir dernekleşme sürecine girdiler. 1971-80 arasında tıpkı sendikada olduğu gibi bu emekçilerin birliğini ve gücünü bölmeye yönelik örgütler ortaya çıktı. Bu süreç içinde 1980’e kadar öyle devam ederken 1980 Eylül’ü işçi ve emekçi örgütlerinde olduğu gibi memurların derneklerine de ağır darbeler vuruldu, dernekler kapatıldı, binlerce insan içeri atıldı ve mal varlıklarına el konuldu. 1982 anayasasında 51’inci maddede sendika hakkının sadece işçilere, işverenlere konmuş ama memurlara yasaklanmıştı. Sendika hakkının anayasada bulunmadığını sendikaların illegal olduğunu savunan Türkiye Çalışanlar Vakfı 1992’de Kamu Sen adıyla bir konfederasyon kurmuş daha sonra Devlet izniyle 1995’te Memur Sen kurulmuştur” dedi.
“Sendikalar en sistematik saldırılar ile karşı karşıya”
Türkiye’deki sendikaları sistematik saldırılar ile karşı karşıya kaldığını ifade eden Kristal-İş Sendikası eski eğitim uzmanı, araştırmacı/yazar Zafer Aydın; “Bu gün sendikal hareket olarak, emeğin, emekçinin sorunları etrafında ciddi bir muhalefet odağı yok. Yani muhalefetin siyasal boyutunda elbette çeşitli problemler var. Ama sosyal alanda muhalefet, ciddi bir boşluk içerisinde Türkiye’de belki Cumhuriyet tarihi boyunca en sistematik saldırıyla karşı karşıya emekçiler. Taşeron sayısı 2002’de 350 de iken bugün 2 buçuk milyona ulaştığından söz ediliyor bu da resmi rakamlar, garı resmi olarak daha fazla sayıda. 2002’den bu yana 20 bin emekçi sabah işe gitmek üzere evinden çıktı ama bir daha o eve dönemedi. Adına iş kazası denilen cinayetlerde yaşamını yitirdi. Toplu sözleşmeler baskı altında, diyelim ki bu baskıyı bir biçimde halledip grev yapıp biz daha iyisini almak istiyoruz dediğinizde bakanlar kurulu kararıyla sizin grev hakkınız ortadan kalkıyor. Çalışma yaşamı mümkün olduğu kadar kurallardan arındırılmış güvencesiz, sendikasız, sigortasız bir hale getirilmiş vaziyette. Ve bununla da yetinmiyor. Mesela hükümet son dönemde nerede istihdamla ilgili ya da ekonomiyle ilgili bir toplantı olursa Türkiye’yi uluslararası üretim üssü haline getireceğiz diye konuşuyor. Çünkü Türk işçisi genç, verimli, çok çalışıyor, az hasta oluyor. Hakikatten rakamlar, baktığınız zaman böyle. Mesela ortalama hastalanan işçi sayısı yılda 4 gün. Çok çalışılıyor ortalama yasal çalışma süresi 45 saat ama bazı sektörlerde 56 saate kadar çalışılıyor. Verimli bir iş gücü, genç iş gücü. Gelin buraya yatırım yapın demek, biz Türkiye’yi bir üretim üssü haline getireceğiz demek aslında Türkiye’yi uluslararası çalışma kampı haline dönüştüreceğiz demek. Emekçilerin kalan ne kadar hakkı varsa onları da ortadan kaldıracağız demek” dedi.
(Seçkin Sağlam)