Derinden gelenler...

Kazdağları’nı yok etmek için hazırlıklarını sürdüren “altıncı filo’nun” ne kadar derinden çalıştıklarını bir kez daha gördük.
Bu yaşanılanlar sadece bugüne özel gelişmeler değil...

374
Tüm yaşam savunucularının bundan alması gerekli dersler olduğunu unutmayalım.
Yaşanmış bir Bergama deneyimini bir kez daha hatırlayalım.
 
10 ay önce ÇED toplantısını yaptırmayarak tepki veren köylüler bugün, kapasite artırma ve zenginleştirme projesi ÇED toplantısında çok daha farklı bir tepki verdiler.
 
Ortalıkta gözükmeyen madenci firmanın önemli mesafeler kat ettiği ortaya çıktı.
Ne yaptı madenci firma; bazı küçük yatırımlar ile göz boyama yoluna giderek halkın sorunlarına çözüm olacağı umudunu yaydı.
 
İşsizlikle kırılan, tarımsal üretim ve hayvancılık ile yaşamını sürdürmekte zorlanan köylüler yapılan propagandaların etkisi altında şimdi madencileri kurtuluş umudu olarak görüyorlar.
 
Altıncı firma özellik ile köylerde faaliyet gösteren kooperatif yöneticilerinin işbirliği ile bu propagandayı yoğun bir şekilde pompalamaktadırlar.
 
Yine altıncı firmalar derinlerden çalışarak kamuoyunu etkilemek için bazı yayın organlarını da kontrol altına almışlar.
 
Özet ile aradan geçen 10 ay içinde altıncılar kendi yöntemleri ile önemli gelişmeler kaydetmişler.
 
Peki çevre mücadelesi açısından durum hangi noktadır diye sorarsanız, bunun köklerini Etili mitingi değerlendirmelerine kadar götürebiliriz.
 
Etili mitingi için yaptığım halkın bu mücadeleye katılımını sağlamadan başarılı bir mücadelenin olamayacağı gerçeği üzerine şimdi bir kez daha düşünmeliyiz.
 
Etili mitingi belki renkli, çevre duyarlığı olan insanların geniş katılım sağladığı, coşku ile geçen bir miting olmasına rağmen bu mücadelenin asli unsurlarının desteği konusunda sıkıntılı bir görüntü veren bir organizasyon olmuştu.
 
Bu mitingin değerlendirilmesi sonrasında bazı eksikliklerde tespit edilmesine rağmen bu alanda yaşama geçen çok fazla bir şeyin olmadığı gerçeğini bugün kavramak zorundayız.
 
Bu mücadelede gerçekten son derece fedakârca görev alan insanların olduğunu ve önemli katkılar verdiklerini, yoğun emek harcadıklarını görüyorum.
 
Onları bir kez daha takdir ediyorum. Fakat bu mücadeleyi kitleselleştiremediğimiz sürece başarılı olma şansı her geçen gün yaşadıklarımız itibarıyla ortaya çıkmaktadır.
 
Altıncı firmalar paraları ile her şeyi satın alma perspektifi ile derinden önemli çalışmalar yapmaktadırlar. Doğasına, yaşamına, toprağına suyuna sahip çıkanların ise, insanlık adına son derece önemli değerleri ve bilinçleri dışında başka hiçbir şeyleri yok.
 
Bizi başarıya götürecek olan işte bu bilincimiz ve bir araya gelerek öreceğimiz kitlesel mücadelenin gücüdür. Bunun için daha örgütlü daha organizeli çalışmalar için adımlarımızı sıklaştırmalıyız. Herkese bu konuda sorumluk düşmektedir. Bu sorumluluğu belirli kişilerin sırtına yükleyerek her şeyi onlardan bekler isek; altıncıların çeşitli entrikaları ile geliştirecekleri havayı dağıtmakta oldukça zorlanırız.
 
Ve bu süreç bir bakmışsınız; bir doğa harikası olan Kazdağları’nın her bir yanında altıncı istilasını getirmiştir.
 
Motivasyonumuzu kaybetmek yok; çünkü biz haklıyız,çünkü biz halkız.
Bu dağlar, bu topraklar 3-5 kapitaliste peşkeş çekilemez.
Yılmadan yorulmadan gerçekleri halka anlatmaya devam.
 
Dayanışmamızı, işbirliğimizi geliştirerek altıncıların demagojilerini ve tezgahlarını bozmak için şimdi daha çok kenetlenmek zamanı.
 
Bizi mahkemeye vererek susturmak isteyenlere kapak olsun...
Vatan Gazetesi Yazarı Mustafa Mutlu dünkü köşe yazısında şunları yazmış:
 
Maaş var, ders yok!
Önceki gün yayınlanan “Takunyalı Üniversite” başlıklı yazımda Bilim ve Gelecek isimli derginin son sayısında yapılan bir araştırmadan söz etmiştim. Bu araştırmada ülkemizdeki 103 üniversitenin rektörlerinin, kamuoyunun gündemine nasıl geldikleri tek tek anlatılıyordu.
Elbette siyasete ve cemaatlere yakınlık, birinci sıradaydı.
 
Bu yazım büyük ses getirdi. Gelen mektuplar sayesinde Türkiye’nin dört bir yanındaki üniversitelerde yaşanan haksızlıkları görme olanağı buldum.
 
Tek bir örnek vereceğim:
Yardımcı Doç. Dr. Necmi Akyalçın, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde çalışıyor. Sözleşmesi temmuz ayında sona erdi ama yenilenmesi ancak ekim ayında, o da yerel basının yayınları sayesinde oldu!
Sonuçta herkese üç yıl uzatma hakkı verilirken onun sözleşmesi sadece iki yıllığına uzatıldı.
Sözleşme uzatıldı ama defalarca başvurmasına karşın bu kez de kendisine ders verilmedi! Üstelik anabilim dalıyla ilgili biri ödüllü üç kitabı ve onlarca makalesi bulunmasına karşın...
Verdiği bütün dersler, bu konuda tek kitabı bile olmayan, iki makaleden fazla yayını bulunmayan, bölüme yeni gelmiş bir akademisyene verildi...
Yani Necmi Akyalçın üniversiteden maaşını alıyor, her gün düzenli olarak gidiyor ama işini yapamıyor!
Neden biliyor musunuz?
Çünkü kendisi, altı yıldır Çanakkale Atatürkçü Düşünce Derneği’nin başkanlığını yürütüyor...
 
Biz de bu konuya ilişkin çeşitli haberlere yer verdik gazetemizde. Bir haberimiz için, iletişim fakültesi dekan vekili tarafından kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle mahkemeye verildik. Adının dahi geçmediği bir haber için mahkeme yolunu seçen bir iletişimcinin bu iletişim mantığından çıksa çıksa ancak sansür çıkar.
 
Yaptığımız haberde Necmi Akyalçın’ın sözleşmesinin yenilenmemesi üzerine olabilecek ihtimalleri bir gazeteci gözüyle sorgulamak en doğal hakkımız olmasına rağmen kendisinin adının bile kullanılmadığı bir olaya atıfta bulunmamız üzerine mahkemelere başvuranlar için , Mustafa Mutlu’nun yazısı kapak olur diye bu yazıyı bir kez daha sizler ile paylaşmak istedim.
 
Siz şimdi düşünün; işini gücünü bırakıp gazetemizin satır aralarında mahkemeye malzeme yaratmak için cümlelerin bir bütün olarak anlamını dahi yok ederek cımbızla malzeme seçen bir iletişim fakültesi dekan vekilini.
 
Bugünleri de mi görecektik?
 
Görsek de, biz mesleğimizin gereklerini yapmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Ellerine cımbız değil, ne alırlarsa alsınlar…
Paylaş