Marmara`da olduğu gibi, Çanakkale`de da artan müsilaj, deniz çeşitliliğini giderek tehdit ediyor. Boğazda, tekneleri ile olta balıkçılığı yapan balıkçılar, mevsim balıklarının da olmadığını, denizdeki balık popülasyonunu giderek azaldığını dile getirdiler. Müsilajın balıkların solungaçlarına girerek onları öldürdüğünü dile getiren balıkçılar, teknelerinin motorlarının filtrelerinin de sık sık tıkandığını ifade ettiler. Denizlerdeki değişimin (artan kirlilik ve ısı değişimi) bir sonucu olarak gördükleri müsilajın geçmiş yıllarda da yaşandığını, ancak kısa sürede akıntı ile birlikte ortadan kalktığını ifade eden balıkçılar, bu kez durumun çok daha ciddi olduğunu ifade ettiler. Denizin yüzeyinde görünen müsilajı; "buz dağının görünen yüzü" olarak değerlendiren balıkçılar, deniz çeşitliliği ve geleceği konusunda endişeli olduklarını söylediler.
"Teknelerimizi çalıştıramıyoruz"
Çanakkale`de balıkçılık yapan Tamer Erbil: "Denizlerimiz tamamen ölmüş durumda" dedi. "Su yüzündeki müsilaj, buzdağının gerçekten de sadece görünen yüzü" diyen Erbil, "Denizin dibi çok daha kötü. Çapari balıkları denilen, 45-50-60 metrelerde hiçbir balığı tutamıyoruz artık. Hepsi bitti... Bundan bir ay önce, boğazdaki bütün avlakları gezdim, savaş batıklarını vs gezdim geldim, canlılık yok. Çaparimi sarıp kullanma şansım yok, her taraf müsilaj kaplanmış. Yani denizlerimiz artık kötü vaziyette. Müsilaj o kadar kötü bir durumda ki, motorumuzun filtrelerini tıkıyor, makineleri çalıştıramaz hale geliyoruz. Boğaz da çok kötü. Fenerlere gittim, Nara Burnu, akıntının en yoğun olduğu yerdir. Orada bile müsilajdan geçilmiyor. Şuan yapılan, denizin üstündeki müsilajı toplamaya çalışmakla olacağını sanmıyorum. Bu sistemlerle bu iş olmaz. Deniz üretiyor. Marmara`dan bu tarafa akın akın geliyor. Erdek Körfezi`nden, Gemlik`ten, daha da ötelere gidelim İstanbul/Kınalıada`nın olduğu yerler tamamen müsilaj. Buradan göçe giden kalamar balıklarının, diğer balıkların yumurtaları ölmüş demek, küçük balıkları ölmüş demek bu. Limanın içinden 200 kilo torik balığı çıkardım, kulağına müsilaj girmiş ölmüş... Arkadaşlarım palamut çıkardı. Umut verici bir durum yok ortada" dedi.
"Balıklar satılmıyor, balıkhanenin yarısı kapalı..."
Erbil, "Bu yıl balık olmayacak. Şuanda bizim av alanımız olan, batık gemi ve taşların üzeri tamamen müsilajla kaplanmış durumda. Biz balık tutamıyoruz. Bundan iki ay önce balık tuttuğumuz yerlerde, şuanda müsilajdan dolayı balık yok. Dalgıçlar Gökçeada`ya girdiler, Bozcaada`ya girdiler, taşlar tamamen müsilaj kaplanmış durumda, balığın canlılığı, hareketi, devinimi hiçbir şey kalmadı. Müsilaj korkusundan dolayı insanlar balık yememeye başladı. Bizim balıklarımız satılmıyor. Balıkhanenin yarısının dükkanı kapalı. Canlı balık reyonumuzda balık satışı olmuyor. Balık popülasyonu bitti. Bizim şuan sardalye, uskumru tutmamız lazım, yok oldu balıklar. Mercan, sinarit balıkları, pullu balıklar yok. Nara Burnu`nda çipura balığı avlarsınız bu sezonda, o balık yok. Niye? Nara Burnu`nda dibe çökmüş müsilaj ve balık popülasyonu yok olmuş" dedi.
"Bakteri üretimi sevindirdi, ama şüpheliyiz"
Bilim insanlarının müsilaja karşı bakteri üretimi konusunda çalışmaları da takip ettiklerini dile getiren Erbil, "Bakteri üretimi ile ilgili gelişmelere çok sevindik. Ancak sonrasını bilemediğimiz için, sonrasına dair herhangi bir araştırma olmadığı için şüphelerimiz var. Yani bakteri müsilajı yok edecek deniyor, tamam ama müsilajdan sonra bakterinin nasıl bir etkisi olacak, denizin doğal yaşamına ne tür etki edecek. Bunlar bilinmiyor. Bana göre devletin bir an önce, `Deniz Patlıcanı` veya `Deniz Hıyarı` dediğimiz, denizin dibinde yaşayan günde 350-400 ton suyu temizleyen, yürümesiyle beraber denizin dibini havalandıran bu hayvanların avlanmasının yasaklanması lazım. Devlet destekli iki tane firma, Uzak Doğu`ya ihracat yapıyor. Bizim çevremizde, Gelibolu`dan Kumkale`ye kadar Deniz Hıyarları bitti... Zamanında kaçak midye avcılığına göz yumuldu, midye kalmadı denizde. Denizin olağan döngüsünü sağlaması için müdahalede bulunulmalı" dedi.
"Araştırmalar, balıkçıların gözlemlerine de dayanmalı"
Çanakkale`de olta balıkçılığı yapan Ergin Taneri ise, boğazın müsilaj öncesi durumuna dikkat çekerek, "Müsilajdan önce çok yoğun bir denizanası akını vardı. Denizanası çekilir çekilmez, ağ avcılığı yapan arkadaşlardan müsilajla alakalı duyumlar almaya başladık ve gün geçtikçe arttı. Şimdi sıcaklıkların artmasıyla daha da fazlalaştı. Bilim insanları bu konuda araştırmalar yapıyorlar, onlara saygımız sonsuz; mecliste araştırma önergeleri veriliyor, kamu kurumları, belediyeler bir şeyler yapıyorlar ama, balıkçıya sorulan hiçbir şey yok. Buradaki temel yanlışlıklardan biri, sürekli suyun içinde olan insanlarla, balıkçılarla irtibata geçilmemesidir. Yapılan araştırmaların, balıkçıların gözlemlerine dayanarak ilerlemesi çok önemli olacaktır. Ancak, bizim ülkemizde bu tercih edilmiyor maalesef. Bize kulak veren yok. Siz denize yazdan yaza yüzmek için giriyorsunuz, ama ben yaz-kış içindeyim. Bizim gözlemlerimize değer verilmesi lazım. Mesele denizanası konusu... Müsilajın denizanasıyla arasında bir bağlantı var mı yok mu konusu şimdi araştırılıyor, ama biz bunu çok daha önceden biliyorduk" dedi.
"Deniz suyu sıcaklığında dikkat çekici ısınma"
"Şimdi biz ne yapıyoruz? Liman içlerini ve vesaire yerleri, evlerimizde kullandığımız elektrik süpürgesi mantığı ile olan cihazlarla temizlemeye çalışıyoruz" diyen Taneri, "Bakın sadece görüntü kirliliğini azaltırsınız. Kaldı ki müsilaj, bir kirlilik unsuru değil; yaşayan, denizin ürettiği bir unsur. Bu nerede var? Bizim dalgıç arkadaşlarımız var. Sürekli suyun içinde olan insanlar, geçimlerini buradan karşılıyorlar. Onların bize anlattıkları var gözlemlerine dayalı. Suyun altı ile ilgili; 2,5 metreden başlıyor, 40 metreye, 45 metreye kadar, yani güneş ışığının sirayet edebildiği alana kadar olan yerde, müsilaj oluşumu var. Ondan daha derinde yok. Yani bu güneş ışığı ile de bağlantılı. Bizler uzun yıllardır denizde olan insanlarız. Bir takım cihazlar kullanıyoruz, balık bulucular, bu cihazların deniz suyunun yüzey sıcaklığını ölçebilen kabiliyetleri var. Geçmiş yıllardaki kış döneminde (aralık-ocak-şubat), deniz suyu sıcaklığı 7,5 derecede seyrediyordu. Bu yıl, 10,5 derecenin altına düşmedi, bu yıl sadece kar yağdığı 4 günlük dönemde, karların erimesiyle birlikte 8-8,5 dereceleri gördük ama o dört günlük aranın ardından hemen lodos bir hava geldi, ondan sonra da yine 10,5 derecelerde seyretti. Hal böyle olunca, soğuk su ile hareket eden balık Çanakkale Boğazı`na girmedi. Belki de Çanakkale Boğazı`nın tarihinde ilk defa, lüfer ve çinakop balığının en az tutulduğu sezonlardan birisini de yaşadık böylece. İnanılmaz bir gelir kaybı oldu" ifadelerini kullandı.
"Kanal İstanbul yapılırsa ölürüz..."
"Denizlerin bu durumunda çevresel atıkların da etkisi çok fazla" diyen Taneri, "Mesela termik santraller; Onların denize saldığı sıcak suyu ne yapacağız? Biz zaten denizlerin ısınmasından şikayetçiyken, bir de böyle bir olumsuz etkiler var. Ergene Havzası`na, onlarca fabrika atık bırakıyor. Marmara Denizi`ne dökülen tüm derelerin, çok acil bir şekilde ıslah edilmesi gerekiyor. Özellikle bu yıl, çok şiddetli yağmurlardan sonra biz bir hafta denize çıkamadık. Neden biliyor musunuz? O derelerden inanılmaz bir atık geldi. Ben kendim yaşadım; Denizin üzerinde zirai ilaç kutuları gördük, yüzlerce, binlerce... Bunlara engel olamadığımız sürece biz bu işin içinden çıkamayız. Su akıyor, alır götürür mantığı ile olmaz bu. Şimdi hükümet diyor ki, "Kanal İstanbul yapalım..." Ölürüz... Bu kadar net! Şu aşamada Kanal İstanbul yapılırsa ölürüz. Çünkü görünen köy kılavuz istemiyor. Kanal İstanbul denizler arası döngüyü daha da bozacak. Üst taraftan akıntıyı şiddetlendireceksiniz belki, ama alt taraftan aynı hızda olmayacak. Karadeniz`deki kot farkı düşecek. Çünkü o su oradan aynı şekilde geçemeyecek. Bakın şuanda devasa bir boğaz bloğunun içerisinden, bir tarafa yüzde yüz geçen, aşağıya doğru yüzde on ile gidiyor. Çünkü kot farkı var. Yukarıya doğru aynı hızla çıkamıyor. Kanal İstanbul`da çıkamayacak. Karadeniz`in zaten oksijenli olmayan suyunu biraz daha hızlı bir şekilde Marmara`ya salacaksınız. Zaten Marmara can çekişiyor. Bakın 200 metreden sonra canlı hayatının olmadığı Karadeniz`den bahsediyoruz" dedi.
"Sesimizi duyuramadık"
Taneri ayrıca, "Deniz sezonu açılınca, müsilajın farkına varır olduk. Aslında pandeminin gölgesinde devasa bir doğal afet yaşandı. Biz kimseye sesimizi duyuramadık. Ne oldu şimdi? Bir anda konu çat diye gündeme geldi. Bu yıllardır devam eden bir şey. Biz bunu 2007`de, 2008`de yaşadık. Misinaları, takımları kaldıramıyorduk denizden... Ama geçip gidebiliyordu, rüzgarlar, akıntılar bir nebze daha yerli yerindeydi. Bunu çabuk atlatıyorduk" şeklinde konuştu.