Delinin kuyuya attığı taş…

Atikhisar Kır Şenliklerinde bir bürokratın bilerek, kurgulayarak ya da bilinçsiz olarak göstermiş olduğu tavır birçok gerçeğin ortaya çıkmasına neden oldu.
Öncelikle bürokrat kimliğini öne çıkararak, sivil bir organizasyonda kendisini direkt olarak ilgilendirmeyen bir eleştiriye kendisini devlet dairesinde sanıp, yapmış olduğu müdahale yanlış bir girişimdi.
Çok doğal olarak bu davranış şenliğe katılan insanların tepkisine neden oldu.
Gösterilen tepki sonrasında, bunun altında kalmamak psikolojisi ile yapmış olduğu açıklamalar; kendisinin daha zor duruma düşmesine neden oldu.
Cephenin diğer tarafındaki gelişmeler de son derece ilginç bir şekilde gelişti.

984
Kent Konseyi Başkanı üzerine vazife değilken,”yetki” denilen pek kent konseyi mantığı ile bağdaşmayan sihirli duygunun etkisiyle ortada özür dilenecek herhangi bir şey yokken olaylara sebep olan bürokrattan özür diledi.
Doğal olarak bu özür, kent konseyi içinde özellikle şenliğin organizasyonunda direkt görev almış Çevre Meclisi tarafından tepki ile karşılandı.
Bu tepki istifa boyutuna kadar gitti.
Halbuki burada, istifa edecek herhangi bir durum yoktu.
Kent Konseyi Başkanının tavrı eleştirilebilir, bürokratın sebep olduğu olaylar kamuoyu ile paylaşılır, eğer gerçekten bilinçli bir provokasyona dönüştürülmüş girişim varsa da bu duruma daha etkili olabilecek tavır alınabilirdi.
Çevre Meclisinin istifalarını geri alması son derece olumlu bir gelişme olmuştur.
Uzun yıllardır Çanakkale’deki çevre mücadelesinde değerli emekler vermiş bu insanların, öyle ‘ben sana kızdım gidiyorum’ deme hakları yoktur.
Dolayısıyla istifadan vazgeçip, yeniden sorumluluklarının gereğine uygun hareket etmeleri sevindirici bir gelişmedir.
Tüm bu gelişmeler sonrasında eksik olan bir taraf kalmıştır;Kent Konseyi Başkanı nasıl bürokrattan özür dilemişse,yaratmış olduğu sonuçlar itibarıyla Çevre Meclisinden de özür dilemelidir.
İlk bakışta, ‘ bir deli bir kuyuya taş atmış kırk akıllı çıkaramamış’ gibi oldu gelişmeler.
Peki deli kim?
Deli falan yok ortada, yaşanılan bu gelişmeler bir delinin kuyuya attığı taş kadar basit olarak ele alınamaz.
Her bir olayın altında önemli gerçekler var.
Yaşamsal sorumluluklara ilişkin, çeşitli pozisyonlardaki insanların yaklaşımlarının getirdiği bir pratik süreç yaşanmıştır.
Bu da çok doğaldır.
Şimdi yapılması gereken yaşanan bu sürecin çeşitli halkalarındaki aktörlerin tavırlarını bir kez daha gözden geçirmeleri ve süreç içinde ilişkide oldukları kesimlerle ortak bir sonuç yaratabilmeleridir.
Süreçlerin doğru yönetimi için buna ihtiyacımız vardır.
Bunları yazarken yine düşüncelerim Soma’ya kaydı.
Bu acı, böylesi katliamları artık yaşamayacağımız şartları yaratıncaya kadar belleklerimizi meşgul edecek.
Her bir olayda bu acıyı hatırlayacak, Soma ile bağlantısını kurarak düşüncelerimizi aktaracağız gibi geliyor bana
Açıklanan 301 kişinin ölümü üzerinden daha bir hafta geçmeden Soma’da insanlar yeniden ocaklara inmeye zorlanıyorlar.
Alınması gerekli önlemler alınmış mıdır?
Gerekli düzenlemeler yapılmış mıdır?
Yaşanan bu olayın diğer ocaklarda yaşanmaması için önlemler yeterli midir?
Tüm bunlara cevap vermeden emekçilerin ocaklara yeniden girmesini istemek; gerçekten maden işçilerinin ölümlerini “bu işin fıtratında var “şeklinde görmekten başka bir şey değildir.
Soma’da, bugünlerde bazı cüppeli sakalı cemaat mensuplarının sürdürdükleri ‘kader,ilahi takdir,isyan etmeyin cehennemlik olursunuz’  gibi propagandalar bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Gerçeklerin üzerinin örtülmesi çabalarına karşı,  güvenceli çalışma koşulları için sürdürülecek mücadelede hepimize önemli görevler düşmektedir.
Soma’nın takipçisi olmayı sürdürelim.
Soma katliamının üzerinin, bu şekilde ‘ilahi takdir, kader’ gibi aldatmacalarla örtülmesine izin vermeyelim.
Soma’da yaşanılanlar kapitalist sömürü düzeninin sonucu olarak yaşanmış bir katliamdır.
Soma’yı unutmayalım, unutturmayalım.
Paylaş