Çanakkale ikinci kez kurtarıldı!

2964

 

Özel Haber: Seçkin Sağlam

 1’inci Dünya Savaşında “yenik” ülkeler arasında yer alan Osmanlı’nın, birçok cephede verdiği savaşlar, halkın işgale karşı gösterdiği direnç, özellikle Çanakkale Zaferi, Kurtuluş Savaşı’nın en önemli ilham kaynaklarından biri, kurtuluşa giden yolun köşe taşlarından biri olmuştu. Mustafa Kemal Atatürk ve beraberindekilerin Samsun’a ayak basması ile başlayan kurtuluş mücadelesi ve birbiri ardına kazanılan askeri zaferler; önce Türkiye Büyük Millet Meclisi ile 600 yıllık hanedanlık rejiminin ardından Anadolu’yu “kalıcı” demokrasi ile tanıştırdı, ardından da Cumhuriyetin ilanı ile çağdışı rejimin üzerindeki hilafet, saltanat gibi “kambur” makamlar ortadan kaldırılmıştı. Elbette sadece askeri ve siyasi zaferler yetmeyecekti, aynı zamanda hem içeride devrimler yapmak, eğitim, kültür ve sosyal yaşamda çağdaşlaşma adımlarını atmak, hem de dışarıda, uluslararası alanda saygın bir diplomasiye de sahip olmak gerekiyordu. Cumhuriyetin aydınlanmacı kadroları, işte bu bilinçle, birbiri ardına aldıkları kararlarda yeni Türkiye’nin temellerini devrimlerle atıyor, eğitimden sağlığa, üretimden sanayileşmeye, sosyal yaşamdan kültürel alana, hukuktan siyasete kadar çağın gerektirdiği yeniliklerle demokratik devrimi sağlamlaştırıyordu. İçeride Mustafa Kemal Atatürk ve çağdaş kadroları,  Türkiye Cumhuriyeti demokrasisinin gelişimine yönelik hamlelerini atarken, uluslararası alanda da mandacılığa karşı, emperyalist ülkelerin sömürge anlayışı paçavralarını yırtarak, Avrupa’nın savaş tamtamlarının gürültüsü altında, “barış” anlayışı temelindeki masaların kurulmasına, kararların ülkeler arası barışı ve bu barışın sağladığı güven ortamının oluşmasını da destekliyordu. Avrupa emperyal güçlerinin direktifleri ve onların sömürgeci anlayışlarının hizmetinde görülen Anadolu, bölünecek, kolayca parçalanabilecek, içeriden değil, dışarıdan idare edilecek bir konumdan, uluslararası görüşmelerin önde gelen muhataplarından biri olmayı, diplomatik başarılarının kazanımlara dönüştüğü, sadece savaş alanlarında değil, barış görüşmelerinde de kararlı tutumunu sürdürdüğü az sayıdaki ülkeden biri olmuştu. İşte bu cesaretli ve kararlı dış politikanın bir sonucu olarak Lozan Barış Antlaşması, “bağımsızlığın tapusu” olmuştu. Ama Lozan’da eksik, günün şartlarını uzun süre taşıyamayacak, Avrupa’dan gelen tank seslerini duyan ve böylesi bir tehlikede, kazanılan onca askeri, siyasi ve diplomatik başarıyı koruyamayacak bir şey vardı; Boğazlar!

Lozan Antlaşması ile Çanakkale ve İstanbul Boğazı ile adalar askerisizleştirilmiş, Milletler Cemiyeti Boğazlar Komisyonu himayesine bırakılmıştı. Avrupa’daki savaş tamtamları ve faşizmin panzer sesleri duyulurken, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarının bu tehdit ve tehlikelere karşı diplomatik, “barış” felsefesi ile yürüttükleri çalışmanın bir sonucu olarak 20 Temmuz 1936’de Montreux (Montrvö) Boğazlar Sözleşmesini imzalanmış, boğazların kontrolü ve ülkenin güvenliğini de büyük ölçüde sağlamıştı.  Lozan Antlaşması ile Çanakkale’yi terk eden işgal ordularının ardından, 18 yıl sonra Türk askeri Çanakkale’ye girebilmişti. Bu durum “Çanakkale ikinci kez kurtarıldı” değerlendirmesine neden olurken, Montrö Sözleşmesinin 84’üncü yılında, hem o dönemki mevcut durumu, sözleşmenin yankılarını ve Çanakkale’de yaşananları ÇOMÜ Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Mithat Atabay ile konuştuk…

 

“Türkiye’nin notasını, İngiltere, Fransa ve Sovyetler olumlu karşıladı”

ÇOMÜ Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Mithat Atabay, Türkiye’nin 10 Mart 1936 notası ile Montrö sürecini; “Lozan Antlaşması ile Çanakkale ve İstanbul Boğazı kıyıları, Marmara Denizi’ndeki adalar, Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adası ve Semadirek adası askersizleştirilmiş olacaktı. Türk Hükümeti’nin temsilcisinin başkanlığında Lozan’a imza koyan devletlerin temsilcilerinden oluşan bir Boğazlar Komisyonu kurulacak ve bu komisyon Boğazlardan geçecek olan savaş gemilerine nezaret edecekti. Boğazlar Komisyonu Milletler Cemiyeti’nin koruması altında görev yapacaktı. Savaş tehlikesi belirdiğinde veya savaşta, on bin kişilik bir güç (Milletler Cemiyeti’nin kurucusu dört büyük devletin göndereceği) Boğazları koruyacaktı.1930’lu yılların ortalarına kadar Boğazlar rejiminin uygulanmasında önemli bir sorunla karşılaşılmadı. Ancak özellikle denizlerde silahlanmanın sınırlandırılması girişimleri başarılı olamadı ve Almanya 1934 yılında deniz silahlarının sınırlandırılması görüşmelerinden çekildi. Türkiye Cumhuriyeti 10 Mart 1936 tarihinde Lozan’ı imzalayan devletlere, dünyadaki hızlı silahlanma karşısında boğazların savunmasız bırakılamayacağını ileri sürerek olayın sadece boğazlardan geçiş sorunu değil, Türkiye’yi ilgilendiren bir savunma ve güvenlik sorunu olduğunu dile getiren bir nota verdi. Nota İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği tarafından olumlu karşılandı. Yunanistan Türkiye’nin notasını gerekçe göstererek Ege adalarının savunmasının güçlendirilmesi gerektiğini ileri sürdü. Romanya önce Türkiye’nin görüşlerine sıcak bakmamışsa da, daha sonra o da Boğazlar konusunun uluslararası bir konferansta görüşülmesini kabul etti. 22 Haziran 1936’da Montreux’de (Möntrö) başlayan görüşmeler, 20 Temmuz 1936’da antlaşma ile sona erdi. Boğazların egemenliği ve güvenliği tamamen Türkiye Cumhuriyeti’nin denetimine geçti. Montreux Boğazlar Sözleşmesi Boğazlarda Türkiye’ye tam egemenlik sağladı. Karadeniz’e kıyısı bulunan devletlere Boğazlardan geçiş yaparak gelebilecek saldırıların önlenmesini sağlayan tedbirlere yer verdi” ifadeleri anlattı

 

Çanakkale’de tüm dikkatler Montrö’de!

 “Çanakkale’de 20 Temmuz 1936 günü çok uzun bir gün oldu” diyen Dr. Atabay, “20 Temmuz 1936 günü sabahtan beri Çanakkale’nin her tarafında büyük bir faaliyet  görülüyordu. Şehirde caddelere taklar kuruluyor, şehrin her yeri süsleniyordu. Gece yarısı Montreux’de toplanan konferans Türkiye’nin Boğazlar konusundaki isteklerinin haklılığını kabul ederek antlaşmayı imzalamaya hazırlanıyorlardı. Onyedi milyon nüfuslu Türkiye’nin tüm kalbi Montreux’den gelecek imza haberini bekliyordu. Gece dakikalar bir türlü geçmek bilmiyordu. Nihayet radyo yayını keserek sevinçli haberi verdi: “Boğazlar mukavelesi imzalanmaya başlandı” ve biraz sonra “Mukavele imzalandı.” Radyodan bu haberi duyan bütün Çanakkaleliler sokağa döküldüler. Gecenin sessizliği birden binlerce kişinin sevinç nidalarıyla bozuldu. Herkes hep bir ağızdan İstiklal Marşı’nı söyledi. Belki de Çanakkale’de o zamana kadar böyle gür ve güzel İstiklal Marşı işitilmemişti” dedi

 

Çanakkale’de Montrö Sevinci ve askerinin Çanakkale’ye girişi

Atılan imzalardan bir gün sonra Türk askeri Çanakkale’ye adım atmış, ve askeri birlikler kent halkı tarafından karşılanmıştı. Dr. Atabay, o günü ise; “21 Temmuz Salı günü güneş doğarken halk hâlâ sokaklardaydı. Şehrin her tarafında bayramlara has bir hareketlilik ve sevinç vardı. Çanakkale Valiliği, Türk askerinin saat 11.00’de Balıkesir şosesinden şehre gireceği  haberini resmen halka duyurdu. Halk saatler evvelinden Balıkesir şosesine yığıldı. Amiral Şükrü komutasında Yavuz dretnotu, Hamidiye kruvazörü, bir gambot ve denizaltılar Çanakkale Boğazı’nı doldurdular. Balıkesir yolunda Jandarma Efrat Okullarından bir taburla, bir süvari bölüğü ve bütün Çanakkale halkı toplanmıştı. Saat 11.00’de Çanakkale Valisi Hasan Nizamettin Ataker, Amiral Şükrü, Çanakkale Belediye Başkanı Osman Gürel, Türk Askerlerinin Komutanı Tümgeneral Hüsnü Kılkış şehre gelen birlikleri selamladılar. Yarbay İsmail Hakkı komutasındaki Türk Piyadesi, Yavuz zırhlısının tam techizatlı bölüğü ile bandosu, topçular, motorize birlikler büyük bir intizamla onsekiz yıldır askere  hasret çeken Çanakkale’ye girdiler. Törene havadan bir uçak filosu da katıldı. Türk uçakları Çanakkale Boğazı ve şehir üzerinde güzel bir uçuş gerçekleştirdiler. “Yaşa!..”, “Varol!..” sesleri ve “Alkışlar” arasında Çanakkale’ye giren Türk askerine çiçek buketleri sunuldu. Bu manzara karşısında kadın erkek binlerce Çanakkaleli sevinçten gözyaşlarını tutamadı. Cumhuriyet alanında konuşmalar yapıldı. Belediye Başkanlığınca şehre giren askerlere sigara ve şeker dağıtıldı. Bütün birlikler komutanların ve Çanakkale Valisinin önünde geçit resmi yaptılar. Saat 17.00’de Cumhuriyet Meydanında bir miting düzenlendi. Mitingin amacı anlatıldıktan sonra Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, Başbakan İsmet İnönü’ye, Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras’a ve Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’a teşekkür telgrafı çekilmesi kararlaştırıldı. Gece Çanakkale Belediyesi tarafından Sinema bahçesinde ikiyüz kişilik bir ziyafet verildi. Ziyafetten sonra Yavuz zırhlısının bandosu bir konser verdi, asker ve halkın katılımıyla büyük bir fener alayı düzenlendi. Denizde Yavuz ve diğer savaş gemileri çok güzel biçimde ışıklandırıldı” ifadeleri ile anlattı…

 

Atabay, “22 Temmuz 1936 günü Çanakkale Belediye Başkanı Osman Gürel başkanlığında elli kişilik bir heyet Anafarta ve Arıburnu’na giderek “Mehmet Çavuş Anıtı” ile “İngiliz Mezarlığı”na birer çelenk koydular. Hamidiye kruvazörü ile bir piyade kıtası da Gökçeada’ya gitti. Bu arada Çanakkale Valiliği Gökçeada (İmroz) ilçesinde Türk diline yabancı görülen mahalle ve köy isimlerini değiştirdi. Buna göre; Panaiya Mahallesi (Çay Mahallesi), Avlamoiyoz Mahallesi (Yeni Mahalle), Ayatodiri (Zeytinliköy), Ağridya (Tepeköy), İskinit (Dereköy), Giliki (Bademli Köyü) ve Kastaro (Kaleköy) adını aldı. Tümgeneral Hüsnü Kılkış karargahını Çanakkale’ye nakletti” dedi

 

Atabay, Montrö Sözleşmesinin ardından Türkiye’nin her tarafından yüzlerce kutlama telgrafı çekildiğini ifade ederek telgraflarla ilgili olarak şu bilgileri verdi;

Çanakkale Valisi ve Parti Başkanı Hasan Nizamettin Ataker, tüm vilayetlere bir telgraf çekerek Boğazların askerleştirilmesini müjdeledi (O sırada valiler aynı zamanda Partinin İl Başkanı idiler).

 

Vali Hasan Nizamettin Ataker’in telgrafı şöyleydi: “23 yıl önce harika zaferle Conkbayırı’nda kahramanca boğazı kapayan Ulu Önder’in yüksek siyasi dehasıyla bugün yine boğazın her tarafı Türk Ordusu tarafından kâmilen işgal edilmiştir. Yurdun kapusu Cumhuriyet’in güvenli askerinin elindedir. Bütün parti arkadaşlarıma müjdeler kutlularım.”

Yurdumuzun dört bir tarafından gelen telgraflardan birkaç tanesini okuyalım:

 

“Şırnak’tan:

Aziz cumhuriyetin zaferden zafere kavuşturduğu biz evlatları Şırnaklılar geniş ve derin kıvanç içinde sabahlara kadar yavuklusunu bekleyen sevgililer gibi telgrafhane önünde Montrö’nün zaferini bekleyerek buna da kavuştuk. Bize bu günleri veren cumhuriyet aziz partisine birer kere daha sarsılmaz güven ve şükranlarımızı sunarız.

Hava Kurumu Başkanı Aken, Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanı Özden”

 

“Nallıhan’dan:

Kurtuluşundan beri ulusumuza layık olduğu zafere ulaştıran yüce partimizin boğazlar meselesinden gösterdiği muvaffakiyetin telgrafı cumhuriyet alanında toplanan binlerce halka okundu. Duyduğumuz sevinç sonsuzdur. Ulu varlığımızın bekası dileği ile sonsuz saygı ve bağlılıklarımızı arz ederiz.

İlçe Bay Y. R. Bilger, Şarbay E.Mutlu, Parti Başkanı E. Mutlu, Türk Hava Kurumu Başkanı Şükrü, Kızılay Başkanı F. Moren, Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanı F. Gören”

 

“Şavşat’tan:

Yurdun çelikten kilidi olan boğazlar muahedesinin en büyük ve en ilgili devletlere tasdik ettirerek tam manasıyla ulusal menfaatlerimize uygun bir şekilde neticelenmesi suretiyle ulusun istiklal ve hâkimiyetini bütün cihana bir daha tanıtan Türk ulusuna Şavşat halkının minnet ve şükranlarını sunar bu münasebetle cumhuriyete ve onun yegane koruyucusu başta zati devletleri olmak üzere şanlı ordu ve komutanlarına candan bağlılıklarımızın arzı tazimatımız lütfen kabulünü dileriz.

Cumhuriyet Halk Partisi Başkanı Nedim Şarbay Resalat, Kızılay Başkanı Kenan, Çocuk Esirgeme Kurumu Musa, Hava Kurumu Başkanı Kemal”

 

Montrö Sözleşmesi sonrası süreç ve Atabay’ın değerlendirmeleri

“Çanakkale’ye gelen donanma ve Yavuz zırhlısı 24 Temmuz günü, sahili dolduran halk tarafından büyük sevgi gösterileri ile uğurlandı” diyen Atabay, Montrö Sözleşmesi sürecini ve sonrasına ilişkin değerlendirmelerinde ise, “Halk hep bir ağızdan “Çanakkale Atatürk demektir” diye bağırıyordu. Başbakan İsmet İnönü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada ise şunları dile getiriyordu: “Tehlike karşısında bütün hudutlarımızda bütün kudretimizle hazırız. Korkuya müstenit siyaset bilmiyoruz. Boğazları tahkim ettikten sonra sulhçu bir yol takip etmekten ayrılmayacağız.” Çanakkale’ye Türk askerinin girmesinden hemen sonra, 27 Temmuz günü saat 17.00’de Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, refakatinde Ordu Müfettişi Orgeneral Fahrettin Altay olduğu halde Çanakkale’ye geldi. Tınaztepe muhribiyle gelen Mareşal Fevzi Çakmak’ı Çanakkale Valisi Hasan Nizamettin Ataker, Tümgeneral Hüsnü Kılkış ve Belediye Başkanı Osman Gürel Eceabat’ta karşıladı. Motorla Çimenlik İskelesi’ne çıkan Mareşal Fevzi Çakmak ve beraberindeki heyeti binlerce halk ve asker karşıladı. Çimenlik Kalesi önünde tüm birlikleri teftiş eden Mareşal Fevzi Çakmak, biraz dinlendikten sonra otomobille Hastane Bayırı’ndaki Uçak Karargâhı’nı ve Jandarma Karargâhı’nı denetledi. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, Çanakkale’ye giren Türk birliklerinin burada yaptığı tahkimatı teftiş etti. Bu teftiş Çanakkale’nin Ordu açısından ne kadar önemli bir yer olduğunun bir göstergesiydi.

 

Boğazları Türk Ordusu’nun güvenliğine teslim eden Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye’nin ve Karadeniz’e kıyısı bulunan devletlerin güvenliği temeline dayalı olarak hazırlanmıştır. Sözleşme, Boğazlardan geçiş ve Karadeniz’e ait hükümlerin tek nezaretçisi olarak Türkiye’yi adres göstermektedir. Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye’nin elinde büyük bir güçtür. 20 Temmuz 1936 tarihinde imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ne milletler arenasında kazandırdığı prestijin ve uyguladığı politikanın, kuvvet ve kudretin bir ürünü olarak tarihe geçti. Bugün de hâlâ varlığını sürdürmektedir” ifadelerine yer verdi.

 

Paylaş