"Çanakkale halkı ileriye dönük umutlu olamadı..."

904

 İlk bölümünü dünkü sayımızda yayınladığımız, Başbakan eski Yardımcısı ve Enerji ve Tabi Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’in değerlendirmelerini içiren söyleşinin ikinci ve son bölümünü bugün yayınlıyoruz. Gazetemiz Çanakkale OLAY’ı ziyaret eden ve gazetemizin sorularını yanıtlayan Ersümer, Türkiye ekonomisi üzerine görüşlerini ifade etti. İşsizlik oranının altını çizen Ersümer, kentin referandum sonuçlarını ve Türkiye’nin referandum öncesinde Avrupa ile yaşadığı ‘gerilimli’ gelişmeleri de değerlendirdi. Sadece kent siyasetinin değil, ülke siyasetinin de önemli ve etkin isimlerinden Başbakan eski Yardımcısı ve Enerji ve Tabi Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer, Avrupa Birliği ile ilişkilerin düzeltilmesi gerektiğinin altını çizdi… 

 
“Çanakkale’yi değerlendirmeye gerek var mı?”
Başbakan eski Yardımcısı ve Enerji ve Tabi Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer, “Çanakkale’nin referandum sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusu üzerine, “Çanakkale ile ilgili değerlendirme yapmaya lüzum var mı? 139 bine 213 bin! Çanakkaleliler, ısrarlı bir şekilde; önce 87’de başladı ‘hayır’ demeğe, ondan sonraki referandumlarda da ‘hayır’ deyip gidiyorlar. Çanakkale’nin oy kullanma Saikleri, Çanakkale’yi ‘hayır’ oyuna yönelten Saikler gerçekten Çanakkale’nin bu iktidardan umduğunu bulamadığını gösteriyor” ifadelerine yer verdi. 
 
Avrupa Birliği ile ilişkiler
Başbakan eski Yardımcısı ve Enerji ve Tabi Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer Avrupa Birliği ülkeleri ile yaşanan gerilimli gelişmeler, uluslararası demokratik kurumların raporları ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi kararı ile ilgili değerlendirmede bulundu. Ersümer, “Demokrasinin, insan haklarının geriye gitmediğini söyleyebilmek mümkün mü? Değil… Şimdi tabi ki Avrupa Birliği’nin bu kararı almasındaki ana unsurlar nelerdir, hepimiz biliyoruz. Daha önce, gelip Türkiye’de denetim yapan uluslararası demokratik kuruluşların vermiş oldukları raporları alkışlıyoruz, aleyhimize olursa sitem ediyoruz.  Hollanda ile aramızı bozduk kötü olduk tamam da,  sadece bir Hollanda değil ki; bir Avrupa Birliği’nden bahsediyorsunuz, sizin turizm gelirlerinizin yaklaşık yüzde 80’i Avrupa’dan, sizin ithalatınızın, ihracatınızın yüzde 75’i Avrupa ülkelerinden falan. Bıçakla kesip, ben ne alıyorum ne satıyorum deme imkanınız olmaz ki. Bu bir anda koparılacak bir ilişki değil. Avrupa Birliği bir süreçtir” dedi. 
 
 
İşte Başbakan eski Yardımcısı ve Enerji ve Tabi Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’in gazetemiz Çanakkale OLAY’a yaptığı o değerlendirmeler…
 
Olay: Referandum süreci, öncesi ve sonrası ile çok önemli siyasi bir süreci yaşadı Türkiye… Bu süreçte ekonomik tartışmalar da ön plana çıktı. Sizin Türkiye siyasetini, ekonomi parametreler üzerinden değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? 
Ersümer: Siyasetle ekonomiyi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Siyasetin şartlarını büyük çapta ekonomi tayin eder, ekonominin gereklerine de siyaset karar var. Bunlar iç içe girmiş iki önemli konu. Ben biliyorum ki, kalkınma hızının yüksek olduğu dönemlerde yapılan seçimlerde iktidar partileri, tekrar iktidara geliyorlar. Ama büyüme hızının düşük olduğu dönemlerde de iktidar partileri genelde kaybediyor. Şimdi büyüme hızına bakarsanız, yüzde 2-2.5’larda. Dünya Bankası’nın yaptığı hesaplara göre de maksimum yüzde 3’lere çıkacak. Yani AKP, ‘ben yüzde 3 kalkınma hızıyla seçime giderim’ derse seçim olabilir. Ama ekonominin gerekleri vardır. Ekonominin gerekleri seçimin de önüne geçer. Nedir onlar? Şimdi tartışılmayan bir konu var; son 30 yılın en yüksek işsizlik oranı var. Yüzde 13’lere varan bir işsizlik oranı, çok ciddi bir memnuniyetsizlik ifadesidir. Öyle kolay kolay, akşamdan sabaha da indirilebilecek bir şey değildir. Hükümet güzel bir şey yaptı. Bir seferberlik ilan etti. Herkes alabileceği, maksimum sayıda eleman aldı, işçi aldı… Netice itibariyle, bu işsizlik hala yerinde duruyor. 
 
Olay: Türkiye ekonomisi değerlendirirken belki de ön önemli parametre özelleştirme politikaları… Bu konuda neler söylersiniz?
Ersümer: Şimdi Türkiye, 65 milyar dolarlık özelleştirme yaptı, A’dan Z’ye doğru-yanlış ne varsa sattı. Şimdi özelleştirmenin yapılış amaçları iki tanedir. Bir tanesi nedir? Gerçekten ekonominin sırtına, devletin sırtına yük olan bir takım kamu kurum ve kuruluşları özel sektöre devrederek karlı hale getirilmesidir. Şimdi oradan baktığımız zaman özel sektöre devredilerek tekrar işletmeye alınmış, karlı hale gelmiş tek bir işletme görmek mümkün değil. Bu özelleştirmeler yapılırken kaynak nereden geldi diye bakarsak, yurt dışından intikal etmiştir. Özel sektör bu özelleştirmeleri gerçekleştirebilmek için, yap-işlet, kamu-özel işbirliği dahil işleri de kattığınız zaman 262 milyar dolarlık bir borç yapmış, öbür yandan bakıyorsunuz 1.3 trilyonluk yatırım yapmış bu dönem içinde. Yani sizin özelleştirmeden umduğunuz birinci fayda neydi? Bu işletmelerin devlete yük olmaktan çıkartılması ama yine işletmeye devam etmeleriydi. O çok gerçekleşmiş gözükmüyor.  İkincisi neydi? Bütçe açıklarının kapatılması falan… O da öyle değil. Dış borcu aşağı çekmişsiniz ama özel sektör dış borcu devlet dış borcunun hemen hemen iki misli olmuş. Bunlar tabi ekonominin sıkıntılı işleri. Bir yandan da tabi ki akıl almaz bir şekilde, olmaması gereken bir şekilde dünya ile ilişkileri bozuluyor Türkiye’nin. Yani şimdi siz öyle bir duruma geliyorsunuz ki, Türkiye’de enflasyonunuz almış gidiyor, işsizlik yükselen bir trend hatta pik seviyeye gelmiş. Türkiye’nin bu iki şeyden kurtulması için üretmesi lazım, ürettiğini ihraç etmesi lazım. Yani kapasite kullanma oranları yerlerde sürünüyor. 
 
Olay: Ekonominin toparlanması noktasındaki en önemli vurgunuz üretim ve sıcak para başlıkları… Bu değerlendirmeler ışığında yeni bir seçim öngörüyor musunuz? 
Ersümer: Bir defa üretim sıkıntıya girmiş üretemiyorsunuz, ürettiğinizi satamıyorsunuz ihracat sıkıntıya girmiş, ithalat ihracatın önüne geçiyor. Sizin cari açığınızı kapatabilme imkanınız sadece dünyadaki petrol fiyatlarının aşağıya çekilmesi ile olmuş. Sıcak para, turizm gelirleriniz maalesef yerlerde sürünüyor. Ne kaldı geriye, nasıl düzelteceğiz bu ekonomiyi? Ciddi acil tedbirler almak lazım. Ama ekonomik tedbirlerin hepsi acıdır, acı reçeteler uygulanır. Acı reçeteyi uygulayan hükümetler de sıkıntıya girerler. Eğer AKP hükümeti 2019’a kadar acil bir takım tedbirler, acı bir reçete uygulamadan ekonominin gideceğini kabul ediyorsa, böyle devam edecektir. Ama, benim acilen ekonomik tedbirleri almam lazım, sonra seçime gidiyorum demesi için de şuanda hemen seçim yapıp ondan sonra reçeteleri uygulaması lazım. Şöyle bir şanssızlık da var, Türkiye’nin şanssızlığı, ekonomik tedbirleri 6 ay içinde, bir sene içinde geriye dönmesi, düzelmelerin sağlanması pek mümkün değil. onun için benim kişisel tahminim, 2019’a kadar AKP hükümeti, bir takım palyatif tedbirler alarak, bir takım pansumanlar uygulayarak, biraz da bu işin siyasetini yaparak, belli kesimleri rahatlatacak bazı tedbirler alarak 2019’a kadar bu işi böyle götürme çabasında olur diye düşünüyorum. 
 
Olay: Çanakkale’nin referandum sonucunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Ersümer: Çanakkale ile ilgili değerlendirme yapmaya lüzum var mı? 139 bine 213 bin! Çanakkaleliler, ısrarlı bir şekilde; önce 87’de başladı ‘hayır’ demeğe, ondan sonraki referandumlarda da ‘hayır’ deyip gidiyorlar. Tabi bu şimdi, referandum sonuçlarını değerlendirirken, ‘Hayır’ çıkan yerlerin deniz kenarları olduğu söyleniyor, iç bölgelere geçildiğinde ‘hayır’ların azaldığından bahsediliyor. Ben olaya bir bütün olarak bakıyorum, ülkenin iç bölgesi, kıyı kesimi  diye ayrıştırılmasını doğru bulmuyorum, şiddetle karşıyım. Türkiye’de bir siyasi iktidar var, yönetiyor netice itibariyle, bu siyasi iktidar bazı değişiklikler getirdi, vatandaşın yarısı kabul etti, yarısı etmedi. Çanakkale’nin oy kullanma Saikleri, Çanakkale’yi ‘hayır’ oyuna yönelten Saikler gerçekten Çanakkale’nin bu iktidardan umduğunu bulamadığını gösteriyor. Yani, Çanakkale’de işsizlik oranlarının çok daha aşağılara indirilebilmiş olması lazımdı, Çanakkale’de sanayinin daha da geliştirilebilmiş olması lazımdı. Hala duble yolları bitmemiş bir Çanakkale’de yaşıyorsunuz. Çanakkale köprüsünün cesameti, büyüklüğü bile, Lapseki ilçemizde ‘evet’ oyu verdirmedi. Yani Çanakkaleliler bu iktidardan çok mutlu değiller, ben size söyleyeyim. Yani bu iktidarın birçok yerde silip süpürdüğü dönemlerde dahi AKP iktidarına oy vermiyorlar. Çünkü hizmet alamıyorlar. Çanakkale, yaşam standardının yükseldiğini göremedi, Çanakkale işsizlik probleminin çözüldüğünü göremedi. İleriye doğru yapılan işlerden umutlu olamadı. Ben biraz da böyle görüyorum. 
 
Olay: Referandum sürecinin en önemli tartışmaları Avrupa Birliği ile ilişkiler… Bu süreçteki gözlemleriniz ışığındaki değerlendirmeleriniz nelerdir? 
Ersümer: Avrupa Birliği’ni değerlendirirken, bizim 2004’ü görmemiz lazım. 2004’te biz ne yaptık? 2004’te Türkiye’de demokratik kurumların işleyişi başlıklı raporu onaylamış Avrupa Birliği, bu önemli bir şey. Türkiye’nin 1996’dan bu yana tabi tutulduğu denetimden çıkarılmasına karar vermiş ve denetimi kaldırmış. O gün beyanatta bulunuyor dışişleri bakanlığımız, diyor ki, “Türkiye’nin 1996’dan bu yana tabi tutulduğu denetimden çıkarılması, ülkemiz için büyük bir demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarında Avrupa standartlarına uygun bir biçimde yükümlülüklerini yerine getirdiği anlamı taşır.’ Denetimden çıkarken bunun anlamı bu. Peki şimdi tekrar denetime aldığında nasıl anlıyoruz? Ülkemizde demokrasinin, insan haklarının ve hukukun üstünlüğü alanlarında standartların dışına çıktığını anlıyoruz. 2004 kararı ile ilgili, yapılan reformlar tartışmada başımızın dik olmasını sağlamış, elimizi kolaylaştırmış; “Türkiye’de iyi işler yapılırsa bunun burada yansımasını görüyoruz’ diyor. Peki o gün AB’nin verdiği o kararı, o günün AKP iktidarı böyle değerlendirmiş. Bugün diyor ki; ‘bu karar siyasidir.’ Şimdi biz bunu nasıl anlayacağız. Demokrasinin, insan haklarının geriye gitmediğini söyleyebilmek mümkün mü? Değil… Şimdi tabi ki Avrupa Birliği’nin bu kararı almasındaki ana unsurlar nelerdir, hepimiz biliyoruz. Daha önce, gelip Türkiye’de denetim yapan uluslararası demokratik kuruluşların vermiş oldukları raporları alkışlıyoruz, aleyhimize olursa sitem ediyoruz. Bu sıkıntılı bir durum. 
 
Olay: Gerekirse “AB ile ilişkilerimizi keseriz” söylemlerinin sıkça ön plana çıktığı, hatta bu noktada bir referandum önerisinin bile yapıldığı son süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? 
Ersümer: Öncelikle Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerini düzeltmesi lazım. Türkiye, bütün liderlerimiz de söylüyor, ‘muasır medeniyetler seviyesine çıkacaktır’ diyorlar. İşte muasır medeniyet’ler belli yerlerde. Türkiye yüzünü ilk günden beri batıya dönmüş bir ülke; yani alışverişi, ithalatı, ihracatı, turizm potansiyeli hep batıdan, öyle gelmiş, gitmiş… Birçok uluslararası kuruluşun raporu mevcut. Mesela Freedom House 2016’da rapor düzenliyor ve özgürlüklerin en çok gerilediği ülkenin Türkiye olduğunu söylüyor. Sonra bakıyorsunuz, 2017 basın özgürlüğü endeksine; Türkiye yine gerilemiş. 180 ülke arasında 155’inci olmuşuz. Yani bunları biz germeyelim mi? “Türkiye, demokraside küme düştü” deniyor. Niye deniyor bunlar? İşte sebepleri belli. YSK’nin vermiş olduğu kararlar, uygulanması, yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü ve diğer temel demokratik standartlar konusunda geri gidiş var diye bir Avrupa raporu açıklanıyor. Venedik Komisyonu özellikle OHAL uygulaması ve medya özgürlüğündeki gerileme nedeni ile Türkiye’yi değerlendiriyor. Venedik Komisyonu’nun kriterlerinin, ben çok iyi hatırlıyorum; o zaman sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Sayın Başbakan Tayyip bey birlikte gittiler, ikisi bir imzaladılar, Türkiye dönüşünde de havai fişekler patlatıldı, büyük kutlamalar yapıldı. Yani şimdi bunların böyle olmaması lazım, Türkiye’nin bir şekilde Avrupa standartlarında demokrasi ile yönetilebilmesini sağlamamız lazım. Nasıl ki 2004’te biz dersimizi çalıştık, eksikliklerimiz giderdik, gerekli reformları yaptık, AB de denetimi kaldırdı diye açıklamalar yapabildiysek, bence bugün de biz yine kendimize dönüp bakmalıyız. Bu denetimin kaldırılması için yapmamız gerekenler nelerdir, oturup bunları karar altına almalıyız. “Ben Avrupa Birliği’nin denetimleri bizi ilgilendirmiyor demeyi, biz bu denetimi zaten kabul etmiyoruz” tarzındaki söylemleri Türkiye gerçekleriyle çok bağdaştırmıyorum. Adamlar bir rapor açıklardılar. “Raporlar siyasi” diyebilirsiniz, “siz bu raporu siyasi amaçlarla aldınız, defolun gidin” bunu da diyebilirsiniz, veyahut “sizin raporlardaki hususlar çok gerçekleri yansıtmıyor. Aslında şu şöyledir, tutukluluğundan bahsederek raporu aldığınız gazeteciler öyle değildir, şu şu şu terör suçundan mahkum olmuşlardır” denebilir. “Bu geçici bir durumdur, Türkiye bir darbe girişimi dönemi geçirmiştir. Biz yine bu kriterleri sağlarız, denetimi kaldırmak istiyoruz” da diyebilirsiniz. Bunların hepsi bir tavırdır. Ya da “Referandum yaparız, biz Avrupa Birliği’ne girmek istemiyoruz” da diyebilirsiniz. Şimdi Hollanda ile aramızı bozduk kötü olduk tamam da,  sadece bir Hollanda değil ki; bir Avrupa Birliği’nden bahsediyorsunuz, sizin turizm gelirlerinizin yaklaşık yüzde 80’i Avrupa’dan, sizin ithalatınızın, ihracatınızın yüzde 75’i Avrupa ülkelerinden. Bıçakla kesip, ben ne alıyorum ne satıyorum deme imkanınız olmaz ki. Bu bir anda koparılacak bir ilişki değil. Avrupa Birliği bir süreçtir. Şunu diyebiliriz; “Avrupa Birliği Türkiye’ye iki yüzlü davranmıştır. Avrupa Birliği Türkiye’ye verdiği sözleri tutmamıştır, oyalamıştır. Avrupa Birliği’nin Türkiye ile ilgili hususlardan biri de dinle ilgilidir. Bir Müslüman ülkeyi Avrupa Birliği istemiyor” diyebilirsiniz. Bunların hepsi siyasi laflar. Ama ben söylerim, diğer siyasetçi söylemeyebilir. Bu ayrı bir şey. Neticede buradaki nihai niyetiniz önemlidir. “Ben Avrupa Birliği’ne girmek istemiyorum. Çünkü sebeplerin bunlardır” diyebilirsiniz. Ama bir yandan 2004 senesinde “Avrupa Birliği denetimlerini kaldırdım, reformları yaptım, Avrupa Birliği benim karakaşıma, karagözüme denetimleri kaldırmadı, bir sürü iş yaptık, Türkiye’yi demokratikleştirdik, insan hakları noktasında yargı bağımsızlığı noktasında gerekli tedbirleri aldık. Ülkemizi Avrupa düzeyinde bir ülke haline getirdik” diye bir iddia ortaya koyduktan sonra bugün içinde bulunduğumuz durumu da “Biz öyle değiliz, sen yanlış yapıyorsun” demekle geçiştiremeyiz.
(Seçkin Sağlam)
Paylaş