2016-2017 eğitim öğretim güz yarıyılının sonlanmasının ardından Eğitim-Sen birinci yarı yıl ile ilgili değerlendirme raporu yayınladı. Eğitim-Sen’den yayınlanan raporda, ülkedeki eğitim sisteminin alarm verdiği vurgusu yapıldı. Eğitim-Sen Çanakkale Şube Başkanı Telat Koç, güz yarı yılı ile ilgili Eğitim-Sen Genel Merkezi tarafından yayınlanan değerlendirme raporu hakkında açıklamada bulundu. Koç rapor hakkında yaptığı açıklamada; “2016-2017 eğitim-öğretim yılının ilk yarısı 20 Ocak 2017 tarihinde sona ererek, 18 milyon öğrenci, 832 bini öğretmen (482 bini kadın/350 bini erkek) olmak üzere, 1 milyona yakın eğitim emekçisi yarıyıl tatiline girdi. 2016-2017 eğitim öğretim yılının ilk yarısı, eğitimde son yılların en ağır saldırı ve tehditlerinin yaşandığı, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında hükümet ve MEB eliyle başlatılan hukuksuz ihraç ve açığa alma almaların yaşandığı bir dönem oldu. Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversitelerde çok sayıda eğitim ve bilim emekçisi hukuksuz bir şekilde ihraç edildi. Türkiye’de eğitim sistemi bir süredir ciddi anlamda alarm vermektedir. İkili öğretim, niteliksiz eğitim hizmeti, eğitimin özelleştirilmesi, kalabalık sınıflar, karma eğitim karşıtı uygulamalar, taşımalı eğitim, altyapısı bozuk okullar, öğrenciden katkı parası alınması, okullarda yaşanan şiddet, temel lise ve TEOG garabeti, PISA 2015 gibi uluslararası sınavlardaki başarısız sonuçlar, çocukların dini cemaat ve vakıfların yurtlarına yönlendirilmesi, öğretmenliğin sertifikaya bağlanması, öğretmenlerin mesleki gelişiminde yaşanan zorluklar, çocukların örgün eğitim sistemi dışına itilmesi, çocukların barınmak zorunda bırakıldıkları yerlerde taciz ve istismara uğraması, yurt yangınlarında yaşamını kaybetmesi, sözleşmeli öğretmenlik ve ataması yapılmayan öğretmenler gibi birçok konuda yaşanan sorunlarda çözümsüzlük sürmüştür” ifadelerini kullandı.
Eğitim-Sen’in 2016-2017 güz eğitim öğretim yarıyılı raporu:
“Baskıcı uygulamalarının zirve yaptığı bir dönem”
Eğitimde ve toplumsal yaşamda yaşanan çocuk istismarının üzerini örtmeye yönelik açıklamalar, geçtiğimiz dönemde cinsel istismar ve cinsel saldırıların artmasına yol açarken, kadına ve çocuğa yönelik çok sayıda taciz ve tecavüz olayı yaşanmıştır. AKP’nin kız çocuklarını istismarcıları ile evlendirmek istediği yasa taslağı kamuoyunda büyük infial yaratmış, tasarı kadın örgütlerinin eylemleri ile geri çekilmiş olsa da hükümet çocuk istismarını meşrulaştırmak için geri adım atmamıştır. 2016’da Ensar Vakfı’nda 45 erkek çocuğunun cinsel istismara uğramasının ardından, Adıyaman’da 30 öğrencinin cinsel istismara uğraması, cemaat yurtları ve Kur’an kurslarından gelen istismar ve şiddet haberleri geçtiğimiz döneme damgasını vurmuştur. 2016-2017 eğitim-öğretim yılının ilk yarısı, eğitimin acil çözüm bekleyen sorunlarında belirgin bir artış yaşanırken, kamu kaynaklarının özel okullara aktarılması uygulamaları artarak devam etmiştir. Eğitimde bilimden çok dini referanslara göre düzenlemeler belirgin bir şekilde artarak hayata geçirilmiş, laik-bilimsel eğitim düşmanlığı artmış, bazı okullarda karma eğitim karşıtı uygulamalar hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Bu dönem, siyasi iktidarın eğitime, toplumun yaşam tarzına yönelik yönelik dayatmacı ve baskıcı uygulamalarının zirve yaptığı bir dönem olmuştur.
“Sözleşmeli öğretmenlikle yeni siyasi kadrolaşma adımları atıldı”
Yıllardır genelde kamu istihdamında, özelde ise eğitimde güvencesiz, esnek ve performansa dayalı istihdam politikalarını hayata geçirmek isteyen hükümet, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında eğitimde “sözleşmeli istihdam” uygulamasını başlatmıştır. MEB, 2016 Eylül ayı sözleşmeli öğretmenlik mülakatında sorulan ve öğretmenlikle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan siyasi içerikli sorularla yapılacak atamaların ne kadar adil olduğu tartışmalıdır. Mülakattan çıkanların aktardığı bilgilere göre adaylara eleme amaçlı olduğu açık olan şu sorular da sorulmuştur; Fırat Kalkanı operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hangi gazete ve köşe yazarlarını takip ediyorsunuz? 15 Temmuz süreci senin için ne anlam ifade ediyor? Reis denince aklına kim geliyor? Oruç tutuyor musun? Yılbaşı kutluyor musun? Hangi dershaneye gittin? Öğretmen olacağına inanıyor musun? Bir vatan haini ile arkadaşlık yapar mısın? Türkiye’de sözlü sınava dayalı tüm uygulamaların ‘siyasal kadrolaşma’nın önünü açarak sayısız haksızlığa neden olduğu, aldıkları puanlara bakılmaksızın iktidarın dünya görüşüne uygun olanlar sürekli başarılı olurken, iktidarın dünya görüşüne yakın olmayanların taraflı ve kasıtlı değerlendirmeler üzerinden elendiği ya da ‘saf dışı’ bırakıldığı çok iyi bilinmektedir. Benzer bir tespiti geçmişte yüksek yargı da yapmış, kamuda sadece sözlü sınav ile yapılan atamaların büyük bölümünü iptal etmiştir. Bütün bu gerçeklere ve itirazlara rağmen, sözlü sınavlar sonrasında 18 bin ‘sözleşmeli öğretmen’ ataması yapılmıştır. Öğretmenlik mesleğiyle ilgisi bulunmayan, tamamıyla kişilerin siyasi düşüncelerini değerlendirme amacı taşıyan bu sorularla ölçülmek istenen tek şey hükümete ‘sadakat’ ve ‘itaat’ olduğu açıktır. Üstelik söz konusu sorulara yakından bakıldığında, çocuklara demokrasi, barış, eşitlik, özgürlük, adalet fikirlerinin değil aksine savaş, ayrımcılık, dikta ve itaat kültürünün yerleştirilmek istendiği görülmektedir.
“Proje Okullarında Sürgünler Yaşandı”
MEB Özel Program ve Proje Uygulanan Eğitim Kurumları Yönetmeliği 1 Eylül’de Resmi Gazetede yayımlanmış ve ‘Proje okullar’ ile ilgili detaylar açıklanmıştır. MEB tarafından belirlenen aralarında Türkiye’nin en başarılı liselerinin de bulunduğu okullara sadece Bakan onayı ile önce müdür atamaları yapılmış, ardından herhangi bir kural olmadan öğretmen atamaları yapılmış, önemli bir bölümü Eğitim Sen üyesi çok sayıda öğretmen görevden alınarak sürgün edilmiştir. Proje okul uygulaması ile eğitim yöneticileri ve ve öğretmenlerin aynı okulda 8 yıldan fazla süreyle yönetici veya öğretmen olarak görev yapamayacağı yönündeki karar günlerce öğrenci, öğretmen ve velilerin eylemleri ile protesto edilmiş, 155 proje okulda 1187 öğretmenin görev yeri zorla değiştirilmiş, bazı okullarda öğretmenlerin yüzde 70’i başka okullara tayin edilmiştir. Eğitim-Sen, bir taraftan proje okullar ile ilgili eylemlerin içinde aktif olarak yer alırken, diğer taraftan Proje Uygulayan Eğitim Kurumları Yönetmeliği’nin yönetici ve öğretmen atama şartlarını içeren düzenlemenin bazı maddelerine karşı çıkarak Danıştay’da dava açmıştır.
PISA 2015 sınavı, eğitimdeki başarısızlığın aynası oldu
72 ülkeden 15 yaşındaki yaklaşık 540 bin öğrencinin fen, matematik ve okuma becerilerinin bilgisayar tabanlı testlerle ölçüldüğü Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) 2015’te Türkiye, Fen’de 52’nci, Matematikte 49’uncu, Okuma becerilerinde 50’nci sırada yer alarak son 12 yılın gerisine düşmüştür. PISA sonuçlarının bu şekilde çıkmasının temel nedeni eğitimde yaşanan piyasa odaklı, rekabete dayalı ve yoğun dinselleşme içeren dönüşüm olmuştur. Özellikle 4+4+4 ile eğitimde yaşanan dinselleşme uygulamaları, felsefe ve bilim derslerinin ağırlığının azaltılarak, dini içerikli derslerin artması, ezberci ve sınav odaklı eğitim anlayışının sürmesi, okullar, bölgeler, özellikle de cinsiyetler arası eğitim eşitsizliğinin giderilememesi, bunlara ek olarak yaşanan yoksullaşma süreçleri öğrencilerin başarısını doğrudan etkilemiştir. OECD, başarılı okulların öğretmen niteliğine çok önem verirken, Türkiye’de öğretmen niteliği ve öğretmeni güçlendirmeye neredeyse hiç önem verilmiyor. Nitelikli eğitimin nitelikli öğretmenden geçtiği gerçeği bir tarafa bırakılarak, okul sayısı, sıra-masa hesabı yaparak eğitim sistemini güçlendirmenin mümkün olmadığı anlaşılmıştır. PISA’ya giren öğrenciler arasında ortaokulun üç ya da dört yılını 4+4+4 sistemine göre okuyanlar bulunmaktadır. Okullarının bölünmesi, okul geçişleri, seçmeli derslerin yarattığı karışıklık bu tablonun oluşmasında belirleyici olmuştur. PISA 2015 sonuçlarına göre öğrencilerimizin fen, matematik ve okumada çoğunluğu en basit düzeyde bilgiye sahiptir. Bunun anlamı, eğitim bütçesinin artması, okul binalarını yenilemek, sınıf mevcudunu azaltmak çocukların başarısı için yeterli değildir. Kamusal eğitime ve öğretmenlere yatırım yapmayan bir ülkenin eğitimde başarılı olmasının mümkün olmadığı açık bir şekilde görülmüştür.
Müfredat değişiklikleri ile bilimsel eğitim resmen ortadan kaldırılıyor
MEB tarafından 53 farklı dersin müfredat program taslağı hazırlanmış ve 2017-2018 eğitim öğretim yılından itibaren bütün okullarda uygulanacağı açıklanmıştır. Taslak programların içeriği, iktidardan farklı düşünen akademisyenlerin, bilim insanlarının ve yandaş sendika dışındaki sendikaların görüşlerine neden başvurulmadığını açıkça göstermektedir. Tüm ülkeyi ve gelecek nesilleri yakından ilgilendiren eğitim müfredatı gibi bir konuda, taslağın, siyasal ve ideolojik olarak iktidara yakın çevrelerin müdahalesiyle daha da geriye götürülmesi, bilime ve aydınlanma düşüncesine karşı adeta meydan okunması söz konusudur. Ders kitaplarında bir süredir sürdürülen ‘sadeleştirme’ ve ‘basitleştirme’ uygulamalarının doğrudan bilim, felsefe, tarih ve sanat derslerini hedef alması, ünite ve kazanım sayılarının azaltılarak, ‘dini’ ve ‘milli’ öğeler ve referanslarla donatılmış bir müfredat oluşturulmak istendiği açıktır. Bugün dünyanın her yerinde bilimsel bir gerçeklik olarak kabul edilen Evrim Teorisi’nin biyoloji ders kitaplarından çıkarılması başlı başına bir skandaldır. Evrim Teorisi, iktidarın özellikle 4+4+4 sonrasında hayata geçirdiği “dindar ve kindar nesil yetiştirme” projesine kurban edilmiştir. Bu adımın arkasında, bütün okullarda okutulan müfredatı, imam hatip müfredatı ile benzer hale getirme çabaları yatmaktadır. MEB böylesine tehlikeli bir adım atarak, eğitim müfredatının bilimle, bilimsel bilgi ile gerçeklerle en somut bağını koparmış, eğitim sisteminde her türlü bilim dışı akım ve düşüncenin gelişmesi ve zemin bulması için geniş bir alan açmıştır. Evrim Teorisi sadece biyolojide değil, tüm doğa ve insan bilimlerinde, bilimi ve aklı yok sayan ‘yaradılışçı eğilimler’in akıl dışı safsatalarına karşı, bilimlerin kendini geliştirme ve ilerletmesinin temel dayanak noktalarından birisi olan bir teoridir.
“Kamu kaynaklarını özel okullara aktarma politikası devam ediyor”
Siyasi iktidarın ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın 14 yıldır öncelikli gündemleri arasında yer alan eğitimin ticarileştirilmesi ve kamu kaynaklarını özel okullara aktarma, eğitim öğretim yılının birinci yarıyılına da damgasını vurmuştur. Devlet okulları sorunları ile baş başa bırakılırken, özel okullara yönelik doğrudan teşvik politikaları uygulamaları geçtiğimiz dönemde de hız kesmemiştir. Hükümet özel öğretim kurumlarına yönelik her türlü desteği verirken, bu yıl özel okula gidecek öğrencilerin okullarına öğrenci başına 2.860 TL ile 6.300 TL arasında değişen miktarlarda kamu kaynağının aktarılması planlanmaktadır. Devlet okullarında 6 ya da 8 ay süreli olarak çoğu taşeron şirket personeli ya da İŞKUR bünyesinde Toplum Yararına Çalışma uygulamasıyla on binlerce yardımcı hizmetli çalıştırılmaktadır. Velilerden temizlik, spor, kırtasiye vb. adlarla birçok kalemde para toplanıp eğitimin tüm yükü velilerin sırtına yüklenmiştir. Velilerin cebinden yaptığı eğitim harcamaları belirgin bir şekilde artmıştır. Kamu kaynaklarının özel okullara aktarılmasının somut bir sonucu olarak özel okulların devlet okullarına oranı yüzde 20’ye dayanmıştır. 2016-2017 eğitim öğretim yılı itibariyle özel okula dönüşen eğitim kurumu sayısı ise 1.472 olmuştur. Eğitimde 4+4+4 uygulaması sonrasında devlet okullardan yaşanan ticarileştirme, özellikle eğitimi dinselleştirme uygulamalarının da doğrudan etkisiyle özel okul sayısının 10 kat, özel okula giden öğrenci sayısının 12 kat artmış olması dikkat çekicidir. Milli Eğitim Bakanlığı, devlet okulları kaynak sorunları ile uğraşırken, 2016-2017 öğretim yılında toplam 340 bin öğrenciye destek verileceğini açıklamıştır. Bu dönem özel okullarda okuyacak 75 bin yeni öğrenci adına özel okullara okul öncesinde 2 bin 860, ilkokul ve temel lisede 3 bin 440, ortaokul ve lisede 4 bin TL öğrenci başına ödeme yapılacaktır. 2016-2017 eğitim öğretim yılı itibariyle Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) kapsamında bulunan 33 özel mesleki ve teknik eğitim okulunda 23 bin 683 öğrencinin eğitim öğretim desteği ödemesi bakanlık tarafından yapılacaktır. MEB, eğitimin gittikçe daralan kamusal niteliğini tamamen ortadan kaldırmaya çalışırken, öğrenci ve velileri açıkça özel okullara yönlendirme politikasına ısrarla devam etmektedir. Özellikle 4+4+4 dayatması sonrasında, velilerin ekonomik koşullarını zorlayarak çocuklarını özel okullara gönderme oranı belirgin bir şekilde artmış olması, teşvik politikaları ile özel okul sayılarının ve bu okullara giden öğrenci sayısının ciddi anlamda artması dikkat çekicidir. Devlet okulları acil ödenek beklerken, halktan toplanan vergilerin her biri ‘ticari işletme’ olan özel okullara aktarılması kabul edilemez. Herkes eğitim hakkından eşit koşullarda ve parasız olarak faydalanmalı, kaynaklar özel okullara değil, devlet okullarına aktarılmalıdır.
“Eğitimde dinselleşme uygulamaları artarak sürüyor”
Eğitimde bir taraftan eğitim sistemi adım adım piyasa ilişkileri içine çekilip, halkın cebinden yaptığı eğitim harcamaları belirgin bir şekilde artarken, diğer taraftan “dindar ve kindar nesil” hedefine uygun olarak eğitimi dini kurallara göre biçimlendirme ve dini eğitimi devlet eliyle yaygınlaştırma yönünde somut adımlar atılmıştır. AKP iktidarında adım adım hayata geçirilen eğitimi hem içerik, hem de biçimsel olarak dini kural ve referanslara göre biçimlendirme uygulamaları son yıllarda daha da somutlaşmıştır. Eğitim müfredatına bilim dışı müdahaleler, felsefe-bilim derslerinin azaltılması, otizmli ve zihinsel engelli çocuklara zorunlu din dersi getirilmesi, okul öncesi ve ilkokul öğrencilerinin camilere götürülmesi, din eğitiminin fiilen okul öncesine hatta kreşlere kadar indirilmesi vb gibi uygulamalar geçtiğimiz yıllarda eğitimin dinselleştirilmesi açısından öne çıkan uygulamalar olarak dikkat çekmektedir. Milli Eğitim Bakanı’nın eğitimde gerici içeriği güçlendirme gayretleri, aslında bilimin evrensel kuralları yerine safsataların ve hurafelerin egemen kılınması için atılan her adımın arkasında siyasi iktidar uzantılarının olması gerçeğini bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. İktidarın amacı gelecek için sağlıklı nesiller yetiştirmek değil, itaatkâr, sorgulamayan, biat eden nesiller yetiştirmektir. Eğitim bilimsellikten giderek uzaklaşmakta, okullarda dinselleştirme uygulamaları hızla artmaktadır. Özellikle eğitimde 4+4+4 düzenlemesinden sonra eğitim alanının yoğun dinselleşme uygulamalarıyla kuşatıldığını söylemek mümkündür.
“MEB din derslerine ve imam hatip okullarına ayrı bir önem vermektedir”
Eğitim müfredatı içinde 9 yıl boyunca birer zorunlu ve 8 yıl üçer de seçmeli olmak üzere toplam 27 din dersi bulunmaktadır. Dünyada 12 yıllık zorunlu eğitim olan ülkelerin hiçbirisinde 27 din dersi bulmak mümkün değildir. İran İslam Cumhuriyeti’nde bile Türkiye’de olduğu kadar çok sayıda din dersi bulunmamaktadır. İmam Hatip Ortaokulu (İHO), İmam Hatip Lisesi (İHL), Hafızlık Okulu gibi uygulamalar bizzat MEB tarafından teşvik edilmektedir. MEB, devlet okullara ihtiyacı kadar ödenek ayırmayıp, eğitimin finansmanı için elini velilerin cebinden çıkarmazken, imam hatip okulları söz konusu olunca bütün parasal kaynaklar ve diğer imkanlar seferber edilmekte, yıllardır siyasal istismar konusu olan imam hatip okulları her açıdan desteklenerek, tüm masrafları devlet tarafından karşılanarak, özellikle yoksul ailelerin çocuklarını bu okullara göndermeleri yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Eğitimde 4+4+4 düzenlemesi sonrasında okulların İmam Hatip’e dönüştürülmesinden istediği sonucu alamayan MEB, yeni bir hamle yaparak, itirazlara rağmen normal okullar içinde imam hatip sınıfları açmıştır. Dini eğitim uygulamaları özellikle sıbyan mektepleri uygulamaları eşliğinde okulöncesine, hatta kreşlere kadar indirilmiş, okulöncesi çağdaki çocuklara yönelik çeşitli dini vakıf ve cemaatler üzerinden dini eğitimler verilmeye başlanmıştır. Türkiye’de yaşanan yoğun dinselleşme, eğitim sürecinde dinsel sömürüye kaynaklık eden kimi pratik uygulama ve söylemlerin yaygınlaşması, son yıllarda eğitimin bütün kademelerinde yaşanan bir sorun olarak dikkat çekerken, okulların adeta belli bir inanç ve mezhebin kuralları ve uygulamaları ile kuşatılması sağlanmıştır. Türkiye’nin eğitim sistemi en temel bilimsel ilkelerden ve laik eğitim anlayışından hızla uzaklaşırken, okullarda dinselleşme hızla artarak kaygı verici boyuta ulaşmıştır. Eğitimde 4+4+4 uygulaması öncesinde 2011-2012 eğitim-öğretim yılında 537 İmam Hatip Lisesinde (İHL) 268 bin 245 öğrenci varken 2016-2017 eğitim-öğretim yılında bu sayı bin 400, bu okullarda okuyan öğrenci sayısı ise 516 bin 717’ye çıkmıştır. Açıköğretim imam hatip lisesinde okuyan 121 bin 335 öğrenciyle birlikte Türkiye’de toplamda İHL’lerde okuyan öğrenci sayısı 677 bin 205’tir. Başka bir ifade ile Türkiye’de liseye giden her 100 öğrenciden 15’i İHL’ye gitmektedir. Ayrıca bin 400 İmam Hatip Anadolu Lisesinden 372’si sadece kız İmam Hatip Anadolu Lisesi olarak ayrılması ve devlet politikası olarak karma eğitimin dışına çıkılması dikkat çekicidir. İmam hatip liseleri ile ilgili olarak dikkat çekici olan bir nokta da geçtiğimiz eğitim öğretim yılı ile karşılaştırıldığında okul sayısının 251 artmış olmasına rağmen, öğrenci sayısının 15 yıl içinde ilk kez 39 bin 153 azalmış olmasıdır. Benzer bir durum imam hatip ortaokulları için de geçerlidir.
Sonuç
Yıllardır toplumsal yaşamın her alanında sürekli kamplaşma ve kutuplaştırma yaratmak üzerinden siyaset yapanlar, özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında benzer bir bölünmeyi okullarda öğrenciler, öğretmenler ve veliler arasında oluşturmaya çalışmış ve bunda kısmen de olsa başarılı olmuşlardır. Eğitimde siyasal kadrolaşma uygulamalarının yukarıdan aşağıya doğru organize bir şekilde gerçekleştirilmesi, okullarda yaşanan şiddetin artması, eğitim emekçilerine yönelik çeşitli saldırı ve tehditlerin (ihraç, açığa alma, sürgün vb) sürmesi gibi uygulamalar, okulların fiilen kışla ya da cezaevi haline getirilmesini beraberinde getirmiştir. 2016-2017 eğitim öğretim yılının ilk yarısında yaşananlar, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir derdinin olmadığını göstermektedir. Okulların eğitim kurumu olmaktan adım adım uzaklaştığı, öğrencilerin yarış atı gibi sınavdan sınava koştuğu, öğretmenlerin düşük ücretle, esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı, siyasal kadrolaşmanın zirve yaptığı, farklı dil ve kimliklerin dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği bir eğitim sisteminin sağlıklı nesiller yetiştirmesi mümkün değildir. Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okulöncesinden üniversiteye kadar bilimin değil, dini inanç sömürüsünün referans alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçilerinin, öğrenci ve velilerle birlikte kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi tüm emek ve demokrasi güçleri ile birlikte omuz omuza sürdüreceğimiz bilinmelidir.
(Şenol Güven)