Bu nasıl insanlık!

Hükümetin bir bakanı bir televizyon programında gezi mücadelesinde yaşamını yitiren gençler için "Suriye`de 100 bin kişinin hayatını kaybettiği olaylarla kıyaslarsanız devede kulak” değerlendirmesi yapmış.
Esas olan; bu zatın, insanlığın devede kulak misali olması.
Şimdi daha iyi anlayabiliyorum; bu ülkedeki demokrasi anlayışının böylesi kafaların elinde olması, kendileri gibi düşünmeyen herkese karşı şiddet ve baskıyı gündeme getirirken, aynı zamanda yandaşları tarafından bu saldırıların savunuluyor olmasının altındaki gerçeği.
Halka karşı uygulanan şiddet iyice azgınlaştı.
Bu orantısız şiddetin, şimdilerde dolaylı etkilerinin yarattığı başka acıları da yaşamaya başladık.

875
Kalp pili taşıyan bir gencin, Kadıköy’de 3 gündür uygulanan yoğun gaz saldırıları sonrasında rahatsızlanarak yaşamını kaybettiği haberini dün sabah okudum.
Ama ne olmuş ki; bu uygulamalar Suriye ‘ye göre devede kulak.
Böyle bir mantık olabilir mi?
Bu kafa, kandan beslenen insanlık düşmanı diktatörlerin kafası.
Bir, iki, altı yetmez; daha çok insan ölümünü normal gören bir anlayış bir ülkede iktidarda ise o ülkede demokrasiden bahsedilemez; yoksa kriter gazetelerde başbakanı eleştirme konusu değildir.
İşçiler, kadınlar gençler, öğrenciler, sanatçılar, köylüler, memurlar, öğretmenler, tüm yurttaşlarımız; herkesin kendi deneyimleriyle   kavrayabileceği olayları  yaşıyoruz.
Gezi mücadelesi sürecinde katledilen 6 gencimiz için devede kulak tanımlaması yapanların daha neler yapacakları konusundaki işareti almak gerekir.
AB bakanının demokrasi anlayışının bu şekilde olduğunu düşünürseniz, şimdi durum vahim demektir.
Buna karşı meydanlardan gelen,” bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganın ne kadar can alıcı olduğunu şimdi daha iyi anlayabiliyoruz.
Yaşadığımız bu süreç üniversitelerde yeni eğitim yılının başlaması ile daha da hassaslaşacak.
Bir yandan üniversitelerde polisin direkt olarak görev yapacağı bir dönüşüm, diğer yandan üniversite gençliğini potansiyel suçlu olarak gören anlayış, bu eğitim yılında üniversitelerde önemli sorunların meydana gelmesine sebep olacaktır.
Özellikle ÇOMÜ gibi yönetim kadrolarının siyasileştiği, AKP taşeronluğunu üstlendiği  bir pozisyonda ÇOMÜ öğrencilerini, aynı zamanda öğretim üyelerini sıkıntılı günler bekliyor.
Kadrolaşma çalışmalarının had safhada olduğu, adrese teslim öğretim üyeleri alımları ile çalışma barışının ciddi olarak zedelendiği, kendilerinden olmayan herkesin mobbinge maruz bırakıldığı koşullarda gözler ÇOMÜ üzerinde olacak.
Gezi olaylarıyla ilgili olarak halkın demokratik taleplerini eşkıyalık olarak yorumlayan, polis şiddetini meşru olarak gösteren bir anlayışın,   rektörlük düzeyinde temsili; bilimsel demokratik bir eğitim için risktir.
ÇOMÜ’deki  eğitimin sağlıklı, bilimsel, demokratik bir nitelikte sürmesi; Çanakkale halkının bu alandaki her türlü gerici müdahaleye karşı durmasını gerektirir.
Çanakkale halkının böyle bir sorumluğun olduğunu unutmayalım.
Daha şimdiden AKP milletvekilleri, ÇOMÜ üzerinden CHP’li belediyeler için ciddi suçlamalarda bulunarak, bu konuda düğmeye basmışlardır.
CHP’nin bu konudaki sessiz kalmasına bir anlam veremezken şu gerçeği de es geçmemenin gerekliliğini belirtirim.
Üniversitelerdeki sorunların çözümü için esas adres AKP hükümetidir.
AKP hükümetinin bu sorumluluklarını görmeden, topu CHP’li belediyelere atması sorunlardan kaçmak, çözümsüzlüğün içinde batmak , sonrada çıkıp kafa karıştırmaktan başka bir şey değildir.
ÇOMÜ’nün sorunlarının çözümünün adresi olarak CHP’li belediyelerin gösterilmesi, buradan hareket ile suçlanmaları; bir AKP, ÇOMÜ ortak halkla ilişkiler çalışmasıdır.
CHP ve CHP’li belediyeler haklarındaki iddiaları kamuoyu ile paylaşmalıdırlar, AKP-ÇOMÜ halkla ilkiler çalışması kapsamındaki itibarsızlaştırmaya karşı sesiz kalmamalıdırlar ve gerçeklerin kamuoyuna doğru bir şekilde aktarılması sağlanmalıdır.
Paylaş