“Yaşam alanlarının savunulması meşrudur”

Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün, Çanakkale ve bölgesindeki altın madenleri, termik santral ve HES çalışmalarını değerlendirdi.

Gazetemiz OLAY’ın sorularını yanıtlayan Üstün, İstanbul Küçükçekmece havzasında yürütülen çalışmalarla ilgili olarak bilgiler vererek, Çanakkale bölgesindeki altın madenlerini ve termik santrallerini “Vahşet” olarak değerlendirdi.

671
Kazdağları ve Ağı Dağı’ndaki altın madeni çalışmaları ile Çanakkale-Biga arasında yapımı düşünülen termik santraller konusunda açıklamalar yapan Prof. Dr. Üstün, görüşlerini OLAY aracılığı ile paylaştı. Üstün, “Su havzası, maden şirketlerinin atıkları ile canlılar tarafından kullanılamaz şekilde kirlenecek, ormanlar yok olacak, meyve yetiştirilemez olacak, hayvancılık yapılamaz olacak, ekosistem- yaşam bozunacak. Bunların sonucunda olduğu gibi Biga Yarımadası’nı yok sayın” dedi.
Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün, maden ve termik santrallerle bölgedeki yaşamın son bulacağını ifade ederek, “Buradaki zehirli sulardan hangi canlı içiyorsa, sonucu gerçekten ölüm ya da ölümcül hastalıklar. Direnci az olan yaşlılar ve bebekler, yoksullar daha çabuk etkilenecek, direnci çok olanlar daha geç görecek ama mutlaka sonuçları herkese her canlıya ulaşacak” dedi.
 
İşte Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün’ün OLAY aracılığı ile yaptığı o açıklamalar:
 
OLAY: Öncelikle su havzaları ile ilgili çalışma yaptığınızı biliyoruz. Bize biraz bahseder misiniz?
Beyza Üstün: Çalışmalarımı yürüttüğüm alan İstanbul’da Küçükçekmece Lagünü ve lagünü besleyen derelerle birlikte su havzası. Küçükçekmece Lagün havzasında, kullanım sonucunda doğal ortama verilen etkileri ve bu etkilerin ortamda neler yaratttığını izliyoruz. Bu çalışmaları farklı disiplinlerde uzmanlaşmış bir araştırma ekibi ile yürütüyoruz. Bir taraftan havzayı karasal olarak kimler nasıl kullanıyor; lagün havzasında nereler tarım amaçlı kullanılıyor, sanayi nerelerde konuşlanmış, havzanın hangi kısımları yerleşke olarak kullanımda bunu belirliyoruz. Bu kullanıcıların havzaya; derelere, lagüne, denize ve canlılara etkileri nelerdir bunları araştırıyoruz. Yani kullanım çıktılarının sucul sistemdeki etkilerini izliyoruz. Suda dip çamurunda ve sucul canlılarda, kirlilik izlerini sürüyoruz. Sadece dip çamuru çalışan araştırmacı dip çamurundaki metal hareketliliğinin yani sanayi kaynaklı metal kirliliğinin dip çamurundaki davranışını, kirliliğin sucul sistemde yaratacağı uzun soluklu etkiyi izliyor, analiz ediyor. Bu çalışmaların bir kısmı doktora düzeyinde tamamlandı. Bir kısmı ise yüksek lisans düzeyinde ve doktora düzeyinde sürüyor. Bir grup böyle çalışıyor. Diğer grup buradan elde ettiği verilerle havzanın bütününde elde ettiğimiz verilerin sayısal analizini yapıyor. Karar vericilere, başka araştırmacılara pek çok kirlilik analiz sonuçlarını anlaşımı kolay sayısal ilişkiye- indekse döndürüyoruz. Böylece Küçükçekmece havzasına yapılacak insan kaynaklı müdahalelerin etkisinin ne olacağını daha olay gerçekleşmeden öngörülebilecek küçük bir model ortaya çıkmış oluyor. Bir başka araştırma ise bu havzada yaşayanların soysa- ekonomik yapıları ile çevresel farkındalıkları arasındaki ilişkiyi inceleyerek havzaya ilişkin halkın bilgilerini analiz ediyor. Bu çalışma grubunun içinde sosyologlar var örneğin. Veteriner hekimlerin de içinde olduğu bir diğer grup çevre kirliliğinin hayvanlara etkisini araştırıyor, büyük baş, küçük baş hayvanların, su canlılarının; balıkların sucul sistemdeki kirlenmeden nasıl etkilendiğini araştırıyor. Biliyorsunuz Küçükçekmece Lagün Havzası giderek kirlenmekte, ve gene biliyorsunuz Küçükçekmece Lagünü dünyanın sayılı, Türkiye’deki bir kaç lagünden biri. Deniz bağlantı göllere lagün dendiğini hatırlatmakta fayda var. Böyle önemli bir sulak alan olan Küçükçekmece Lagünü`nün korunamadığını ve giderek kirlenmekte olduğunu belirtmek gerekiyor. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi 1/ 100.000 İstanbul çevre nazım planında havzayı koruma statüsünden çıkardı. İstanbul Su ve Kanalizasyon İşleri Kurumu da Küçükçekmece Lagünü ve onu besleyen dereler için sularının içmesuyu niteliğinde olmamasını gerekçe gösterek Lagüne ve derelere sanayilerden ve evlerden gelen atıkların atılmasına/deşarj edilmesine kayıtsızlığını sürdürmekte. Bizler yukarıda özetlemeye çalıştığım araştırmacılar ise bir taraftan kirliliği izlerken diğer taraftan Küçükçekmece Lagünü ve Havzasında yaşam ve ekosistem gözden çıkarılmadan eski haline nasıl getirilebilir bunu da çalışıyoruz yani doğal arıtma yöntemlerini Lagüne ve derelere uygulamaya çalışıyoruz. Bu nedenle içimizden bir başka araştırma grubu ise doğal yöntemlerle kirlenmekte olan sucul sistem nasıl iyileştirilir bunu araştırıyor. Örneğin zaman zaman sucul ortamda üreyen alglerin sudaki ve dip çamurundaki kirlilikleri ağır metalleri ne kadar içine alabildiğini, sudan uzaklaştırabildiklerini araştırıyor. Bir grup da Lagünün hidrodinamik yapısını; su hareketliliği, dip çamuru hareketliliği sonucunda kıyı çizgisindeki değişimi, batimetredeki değişimi izliyor. Ben konularını özetlediğim Küçükçekmece Araştırma ekibinde bir araştırmacıyım.
 
 
OLAY: Yaşam alanlarının yok edilmesi, su havzaları üzerine yapılan yatırımlar son dönemde çokça arttı. Yani sadece Çanakkale değil, sadece Karadeniz bölgesi ya da Türkiye değil dünya genelinde böyle bir yıkım, çevreye karşı bir kıyım söz konusu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Beyza Üstün: Bizler herhangi bir havzaya bir müdahale yapıldığında bu havzada neler olabileceğini, hem kendi biriktirdiğimiz deneyim ve araştırmaların sonuçlarından yararlanarak hem de bilimsel çalışmalardan edindiğimiz, biriktirdiğimiz deneyimler nedeniyle varsayabiliyoruz. Son yıllarda doğaya yapılan saldırılara baktığınızda kapitalizmin yeni sermaye biriktirme alanı olarak doğayı ve yaşamı seçtiğini görüyorsunuz. Tüm dünyada kapitalistlerin son krizlerinden çıkışlarında çözüm yöntemleri su havzaları, yaşam ve yaşam alanlarını sermaye birikimine sokmak yani sağlıktaki düzenlemeyi de buradan okuyabilirsiniz, eğitimin paralı hale gelmesini de ya da suyun metalaşma süreçlerini de. Yani son dönemde yaşadığımız hayatımızın her evresine giren bu süreç sistemin bir getirisi. Türkiye bundan en fazla etkilenen bir alan, zaten daha önce sanayileşme döneminde de en fazla etkilenen bir coğrafyaya sahip yada bir yönetim sistematiğinin içindeydi. Çünkü 21. Yüzyılın başında Dünya’da ne kadar kirli üretim varsa, Türkiye, Hindistan, Pakistan gibi yerlere doğru kaydı ve tüm su havzaları sanayiye açıldı. Doğal olarak sonuçları Ergene`de olduğu gibi ya da Küçükçekmece Lagünü`nde olduğu gibi ya da Tuz Gölü’nde olduğu gibi, Kızılırmak’ta, aklınıza hangi dere geliyorsa Menderes’te olduğu gibi giderek kirlenmekte olan dere ve gölleri yaşamaya başladık. Neden? Çünkü su ihtiyacı olan kirli üretimler, su havzasının içine, suyu kolay alabilir yerlere kuruldular. Bu üretimlerin tercihleri tatlı suydu, tuzlu sudan tuzu arındıracak bir sistem yapmaları gerektiği için öncelikle tatlı su alanlarını tercih ettiler. Son yıllarda daha fazla suya ihtiyaç duyan sanayi Anadolu`ya doğru akmaya başladı. Mesela termik santraller. Fazla suya ihtiyacı olan sanayiler, termik santraller gibi suya yakın nerede yer buluyorlarsa; ister yer altı suyunun rezervinin üstünde, ister bir göletin kıyısında ister bir barajın kenarında isterse denizin kenarında konuşlanmaya başladılar. Bugün yaşadıklarımızdan biri bu su havzalarının hızlıca üretimler/sanayiler tarafından kullanıma açılması/kullanılması. Ama bunun ötesinde asıl önemli olan saldırı suyun ve su hizmetlerinin metalaştırılması-piyasada alınır satılır bir mala dönüştürülmesi; Biliyorsunuz suyun şirketlerin sermaye birikimine sokulması Dünya Su Konseyi`nin bir misyonu. Su; 90`ların başından beri sermaye birikimi için yeni değerlendirme alanı olarak tespit edilmiş durumda. Bugün gelinen durum da bunun sonucu. Tüm derelerin 49 yıllığına parça parça şirketlere verilmesi, yer altı sularının şirketlerce kullanımına izin verilmesi, derelerin, yeraltı sularının kanallarla, borularla bir başka yere taşınması. Bunların hepsi suyun ticarileştirilmesi. Anadolu’da bir taraftan bu devam ederken Kazdağı örneğinde olduğu gibi Sivaslılar Köyünde olduğu gibi su havzasında sermayenin nasıl ortaklaşarak havzanın bütününü süreçlerine sokma çabalarını görüyoruz. Kazdağları`nda Biga Yarımadası`nın tamamını etkileyecek şekilde her taraf maden çıkarma ve işleme tesisleri tarafından delik deşik edilecek. Devlet bu bölgedeki yeraltı sularını kullanmaları için maden şirketlerine teslim etmekte, ormanlar altın ve bakır çıkarılması ve işlenmesi için şirketlerin kullanımına sunulmuş durumda. Ege Denizi`nden Marmara Denizi`ne kadar, Kocabaş Deresi`nin ve Kara Menderes Deresi`nin su havzası maden şirketlerinin atıkları ile canlılar tarafından kullanılamaz şekilde kirlenecek, ormanlar yok olacak, meyve yetiştirilemez olacak, hayvancılık yapılamaz olacak, ekosistem- yaşam bozunacak. Bunların sonucunda olduğu gibi Biga Yarımadası’nı yok sayın.
 
 
OLAY: Çanakkale bölgesinde, yani Korudağı ile Biga arasına yaklaşık 14 bin megavat termik santral kurulacağı söyleniyor. Bu yöreyi nasıl etkiler?
Beyza Üstün: Kıyılar yada yeraltı suyu ile zengin alanlar termik santrallere açılıyor, yüzeysel akışı olan dereler HES’ler yapılmak üzere şirketin sermaye birikimine sokuluyor. Bu sermayenin kendine yeni değerlendirme alanı olarak belirlediği bir sistem. Lapseki-Umurbey civarına, sahile konuşlanacak termik santraller, çimento, taş ocakları da o bölgeyi yıkarak Biga Yarımadası`ndaki yaşamı tehdit edecek. Hava akımlarıyla atık gazlarını da bu bölgeye yayacak. Çünkü rüzgâr kuzeyden güneye doğru yoğun bir şekilde esiyor. Dolayısıyla olduğu gibi termik santral çıktıları; sera gazı etkisi yapan gazlar, asit yağışına neden olan, yaşam üzerinde toksitesi olan atık gazlar, karbonoksitleri, hepsini olduğu gibi Marmara kıyısından güneye doğru Biga Yarımadası`nın içlerine doğru sürükleyecek.
Hem maden işletmelerinde hem termik santrallerde tonlarca su kullanıyorlar. Yani bir taraftan deniz ekosistemi ve yeraltı suları, termik santrallerin, maden şirketlerinin üretimleri için çektiği sularla yıkıma uğrarken diğer taraftan tuzlu, sıcaklığı değiştirilmiş geri besleme suları ile tehdit altında olacak. 8-10 derece artışlı suyu tekrar denize verecekler. Buna hiç bir deniz/su canlısı alışık değil. Suyun sıcaklığı bir derece arttığında sucul ortamda ekosistemin yapısı tamamen değişiyor. Dolayısıyla inanılmaz bir dönüşüm olacak. Yani bugün yaşayan türlerin büyük bir bölümü artık yaşayamaz hale gelecek. Bu şu demek, herhangi bir ekosistemde yaşayan bir canlı yok olduğunda ona bağlı tüm türler etkilenecek. Etkisi bize kadar gelecek. Diğer taraftan hava kirliliğine baktığınızda kirlilik, Ağı Dağı’na doğru dayanacak. Önünde ne kadar canlı varsa, doğanın yapısı hepsinin üzerine asit yağmuru olarak ile sera gazı yaratarak etki edecek. Mikro-klimayı değiştirerek, bu bölgede inanılmaz bir yıkım başlatacak.
 
OLAY: Tabi sadece termik santraller değil, Kazdağları ve Ağı Dağı’nda devam eden altın madeni çalışmaları da var. bu çalışmalar bölgedeki su havzalarını nasıl etkileyecek.
Beyza Üstün: Kazdağları ve Ağı Dağı bölgesinin içine girdiğinizde burada iki ana damar var. Biga Yarımadası’nı besleyen iki ana su havzası var. İkisi bir arada çalışıyor. Düşünün madenin bütün etkileriyle, hem suyu alması, hem atığını vermesiyle burada onun yolculuk yaptığı bütün alan, ona verilen atıklar nedeni ile zehirlenecek. Nereye kadar? Denize kadar. Bu yer altı suyundan su alan tüm köylüler zehirlerle yüklenmiş olan suyu kullanacaklar. Dolayısıyla buradaki tüm yaşam giderek son bulacak. Bütün havza olduğu gibi, hiç bir canlının suyu alamayacağı hale gelecek. Kirlilik üç yolla taşınır; suyla, havayla, ve besin zinciri ile. Yani, bu sudan sulanan herhangi bir bitkiyi yiyen hangi coğrafyadan olursa olsun sağlığı olumsuz etkilenecek. Maden şirketlerinin ortama bıraktığı ağır metalleri bünyesine almış besinin suyun, sütün etkisi ya anlık ya da uzun süreli olarak görülüyor. Yapılan araştırmalar açıkça bu kirliliklerin etkilerinin uzun süreli kansere kadar giden olarak belirliyor. Biga Yarımadası`nda, Kaz Dağları`nda ağrılıklı olarak altın işletmeleri olacak. Kapalı ocak, açık ocak; yer altındaki katmanı çıkarıyor, parçalıyor ve içine parçaladığı malzemenin içine siyanür gibi asit gibi metali katı partikülden ayrıştıran bir kimyasalı veriyor ve içindeki cevheri alıyor. Bu parçalama işlemi başladığından itibaren kirlilik de başlıyor. Bakın sondajların yani alt katmanlardan cevheri çıkarmak için başladıkları ilk aşama sonucunda yer altı ve içme sularında kirlenme artmaya başladı. Bunu hele bir de siyanür gibi güçlü bir kimyasal ile metali çıkarmaya başladıklarında o metalle birlikte yer altındaki diğer metaller de serbest kalacak. Şirket altını alacak diğerleri –yeraltından çıkardıkları atıksuya aldıkları diğer metaller- atık havuzunda kalacak. Atık havuzundan sızarak, buharlaşarak ki 26 derecede (özellikle yaz mevsiminde) siyanür gazı buharlaşıyor, rüzgarla atık havuzunun yüzeyinden taşınacak. Atık havuzunun tabanından yan duvarlarından içinde metaller olan atıksu çevreye sızmaya, tüm canlıların yaşamını etkilemeye devam edecek. Bu sulardan hangi canlı içiyorsa, sonucu gerçekten ölüm ya da ölümcül hastalıklar. Direnci az olan yaşlılar ve bebekler, yoksullar daha çabuk etkilenecek, direnci çok olanlar daha geç görecek ama mutlaka sonuçları herkese her canlıya ulaşacak. Bütün Biga Yarımadası’nı besleyen, yarımadanın tatlı suları ve tuzlu su ekosistemi yavaş yavaş çökmeye başlayacak. Karasal ekosistem de çökecek. Sadece burada yaşayan canlılar değil, göçer canlılar da bundan etkilenecek. Bambaşka bir dönüşümü gerçekleşecek ve canlı türleri değişecek. Benim anlamadığım bu kadar saldırı nasıl düşünebiliyorlar.
 
OLAY: Bütün canlı yaşamını tehdit edebilecek, yani sadece ağaçlar değil, bitkiler, hayvanlar ve insanlar değil deniz ekosistemi yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacak. Bunun asıl sebebi nedir?
Beyza Üstün: Ama kapitalizm böyle. Sadece para kazanmayı önceliklendirdiği için doğayı, suyu, meyveleri sebzeleri sermaye birikimine sokma çabasında. Bu bir vahşet. Bunu yapanlar, bunun hesabını mutlaka verecekler. Biz sonuna kadar, sermaye elini doğadan çekene kadar bunun karşısında durmaya kararlıyız... Bunun arkasındaki ana neden, suyun metalaştırılması, su havzalarının ticarileştirmesidir. Buradaki suyu analiz edersiniz tüm canlılar için gerekli olan tüm mineralleri bulursunuz. Anadolu’nun her yerinde bütün dereler şirketlere yavaş yavaş teslim edildi. Bir dereyi bir şirkete devrettiğinizde sadece o dereyi değil, o dereye bağlı diğer kaynakları de teslim etmiş oluyor. Şirketten parası olan bundan yararlanacak. Olmayanın hiç bir şansı yok; yoksulların ve girerek yoksullaşanların, hastaların, yaşlıları, bebeklerin, ekosistemdeki diğer canlıların. Parası olanlara da gelecek sıra. Çünkü onların da suya ve besinlere ihtiyacı olacak. Parayla sağlığı satın alamayacaklar örneğin.
 
OLAY: Kapitalizmin bir sonucu, sermayenin duyumsuzluğu olarak değerlendirdiğiniz bu vahşet nasıl durabilir. Bunun önüne nasıl geçebiliriz, bölgede yaşayan insanların geleceği, doğası ve hayvan çeşitliliği ile nasıl devam edebilir?
Beyza Üstün: Kazdağları’nda sermayenin saldırısının bütün boyutları var. Bu şirketlerin karşısında halk direnirse buradan gidecekler. Çünkü halkın direnişi onları çok rahatsız ediyor. Yaptıkları iş yaşama hukukuna uygun değil yasal da değil onun için acele ediyorlar. Buradaki halk kenetlenirse Biga Yarımadası’na giremezler. Kenetlenmezse çok rahat girerler. Çevre Platformları da doğayı sermayeye vermeme kararlılığında olan insanlardan oluşuyor. Bu platforma bir arada olan arkadaşlarımızın görevi olacakları bölge insanlarına anlatmak, birlikteliği sağlamaya çalışmak. Asıl mücadele yaşam alanlarına saldırının olduğu yerlerde yaşayanların mücadelesidir. Sayıları kaç olursa olsun şirketi oraya sokmayacak olan halk. Halkın izin vermediği yerlere şirket arkasında devletin tüm güçleri ve parası olduğu halde giremiyor. Fındıklı`da Arılı’da, Hopa’da, Yuvarlakçay’da, Gerze’de şirketler vadiye giremediler. Gerze’de bir savaş oldu neredeyse. Ama başaramadılar. Önemli olan halkın bu olayın kendi yaşamlarına saldırı olduğunu bilmesidir. Organizasyonun sermaye ve kamu ortaklığı arasında olduğunun bilinmesi gerekiyor. Bu mücadele aynı zamanda anti-kapitalist bir mücadeledir. Yani kapitalizme karşı mücadeleyle bir başarı yakalanabilir. Halkın kendi yaşam alanlarını savunması ve buradan hareketle ortaya konan anti-kapitalist mücadele meşrudur. Ve sermaye elini doğadan çekene kadar da sürecektir.
Paylaş