“Ezber bozuluyor, yeni bir süreç başlıyor”

Evrensel, Cumhuriyet ve Radikal gibi ulusal gazetelerin kadrosunda uzun yıllar çalışan, Adana Bölge Temsilciliği görevlerinde bulunan gazeteci-yazar Celal Başlangıç, yakından takip ettiği Kürt meselesi ve barış süreci ile ilgili olarak değerlendirmelerde bulundu.

1031
Uzun yıllardır Kürt sorunu ve bölge üzerine çalışmalar yapan, kitaplar yazıp, haberler derleyen gazeteci-yazar Celal Başlangıç, Çanakkale OLAY’a yaptığı açıklamaları ile “Barış süreci”ni değerlendirdi. Yaklaşık 4 aydır devam eden ve ülkede ciddi tartışmalara neden olan, son alarak silahlı unsurların çekilmeye başlamasıyla somut bir hal kazanan barış sürecinin tahmininden de iyi ilerlediğini kaydeden Başlangıç, sorunun demokratikleşme sorunu olduğunu ifade ederek, “Bundan sonra özürlükler ve sınıf meseleleri tartışılacak” dedi. Barış süreci ile ilgili olarak MHP ve CHP’nin tutumlarını da değerlendiren Başlangıç, “Kağıtlar yeniden karılacak ve sol için de sosyalistler için de sendikalar için de yeniden bir inşa süreci başlayacak. Sosyal demokratların da bazı sosyalistlerin de böylesi bir barış sürecine hiçbir hazırlıkları yok” dedi.
 
 
“CHP’nin gerçek bir sosyal demokrat partiye dönüşme süreci başlayabilir. Bu süreç başlarsa Türkiye’de AKP’ye ciddi bir alternatif yaratmanın, en azından muhalefetin başını çekebilecek bir yapının umut ışıkları doğabilir. CHP’nin iktidara göz kırpması için gerçek bir sosyal demokrat kimliğe kavuşması gerekiyor” diyen Başlangıç, “AKP’den daha geri politikalar izleyerek sosyal demokrat falan olunmaz. AKP anadil eğitimini serbest bırakıyor da anadilde eğitim hakkı vermiyorsa bunun hesabını soracak gerçek sosyal demokrat bir parti lazım” diyerek uyarılarda da bulundu.
İşte, Gazeteci-yazar Celal Başlangıç’ın, barış süreci ve sonrasına dair görüşlerini açıkladığı, Çanakkale OLAY’a yaptığı o özel açıklamalar;
 
OLAY: Bölgede yıllardır çalışan bir gazeteci olarak, hem Kürt meselesini hem de çözüm sürecini yakından takip ediyorsunuz. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Celal Başlangıç: Süreç benim tahminimden de iyi gelişiyor. “Bunun somut verisi ne?” derseniz bu sürecin başladığı 16 Ocak’tan bu yana, tek bir şehit cenazesi ya da tek bir gerilla cenazesi gelmedi. Bir kere çok somut olarak en azından bir ilan edilmemiş fiili ateşkesin olduğunu söyleyebiliriz. Yani sadece bir geri çekilme değil, aynı zamanda bir ateşkes de şuana kadar iki taraf açısından çok başarıyla uygulandı. Bu da gerek hükümetin gerekse Kandil’in ne kadar kararlı olduğunu, bu süreci işletmek için ne kadar özenli davrandıklarını gösteriyor. Bundan 5-10 sene evvel böyle bir süreci yaşamak mümkün değildi. Bu ikinci çekilmedir. İlk çekilme 1999’da yaşanmıştı, orada 500’ü aşkın gerilla hayatını kaybetmişti. Bütün bunlara rağmen, PKK’nın çekilmeyi kabul etmesi, hükümetin de bu şartları yaratması her şeyden önce çok olumlu bir gelişmedir. Bugün özellikle CHP’den gereken desteği görmemesi, MHP’nin de sürece kategorik olarak tümüyle karşı çıkması, hatta bunu bir anlamda provoke etmeye de kalkması şuana kadar başarılı olamadı. İlginçtir ki, gerek CHP genel başkanı “PKK’nın çıkışından komutanlar sorumlu olur” diyor, gerek MHP genel başkanı biraz daha ileriye gidip, “PKK’nin çıkışına göz yuman komutanlar yargılanır” diyor. Burada bir tehdit de var açıkçası. Şimdi “çıkışına göz yuman” dendiğinde, o zaman niye MHP şunu talep etmedi; gelişine göz yuman komutanlar neden yargılanmıyor. Burada girişinde rahatsız olma yok, çıkışından rahatsız olma durumu var. Bunlara rağmen bu süreç şuanda başarıyla yürüyor. Aslında bu süreç halen daha bir başlangıç noktasıdır.
 
OLAY: Bu süreci nasıl ele almak lazım? çatışmaların en yoğun yaşandığı, ölüm haberlerinin günr aşırı geldiği dönemlerde bile ciddi bir süreç başlatılamadı. Sizce de bu Ortadoğu’da şekillenen konjonktürel bir süreç mi?
Celal Başlangıç: Ben bunu iki açıdan değerlendiriyorum. Birincisi; Türkiye’nin geldiği nokta itibariyle çatışmaların artık sonuç alınamayacak ve ülkeyi sürekli kriz halinde tutacak bir biçime dönüşmesidir. Kimsenin kimseyi yenemediği, yani “Pata kalmak” tabiri vardır ya, o noktada. Büyük bir kan kaybının, can kaybının, ekonomik kaybın, kentlerin deforme olması, hazırlıksız göçlerin getirdiği ağır yüklerle karşı karşı Türkiye. Bir de tabi ki Ortadoğu’da gelişen uluslararası süreç, Türkiye’yi bir anlamda bir barış sürecine mecbur etti. PKK’nin de geldiği nokta itibariyle barıştan fayda görmesi, silahların yerine kalıcı bir barış ve belki de gecikmiş bir sürecin başlaması olarak değerlendiriyorum. Çünkü bu barış sadece Türkiye ilgili değil, aynı zamanda İran’ı da Irak’ı da Suriye’yi de ilgilendiren bir barış. Kürt sorunu 4 ülkeye dağılmış, o ülkelerdeki sorunları içinde de PKK’nın Kürtler arasında en yaygın ve uluslararası ölçekte bir örgüt olması, artık hesabını sadece Türkiye üzerinden değil, İran üzerinden, Irak üzerinden, Suriye üzerinden yapmasını gerektiriyor. Belli ki PKK da bu uluslararası konjonktürün barış süreci ile kendisine daha yararlı olacağını gördü, Türkiye’de kendisine daha yararlı olacağını gördü. Yani Türkiye’deki barış sürecine bakarken, sadece Türkiye’den bakarak PKK’yı anlamak mümkün değil, dört parçalı Kürdistan’dan bakarak ancak PKK’nın tümünü kavramak mümkün olur.
 
OLAY: Ciddi kaygıların ve karşı çıkışların yaşandığı bir sürecin içindeyiz. Özellikle bu karşı çıkışların, ve kayıtsız kalmaların sebebi sizce nedir?
Celal Başlangıç: Burada öncelikle şunu söylemek lazım; tabi 29’uncu Kürt isyanı, bu isyanlarda da çeşitli barış girişimleri oldu, ama psikolojik eşik aşılamadı. Şuanda geldiğimiz nokta itibariyle psikolojik eşiğin aşıldığını söylemek mümkün. Psikolojik eşik derken; birine karşı güven, süreci işletebilme vs. yani oradaki güvensizlik ortamı ciddi bir biçimde aşılarak somut mesafe alındı. Baştan beri aslında böyleydi. Türkiye’nin önündeki en temel sorun; demokratikleşme sorunudur. Demokratikleşmeden korkan kesimler var, “Bölüneceğiz” dişe endişe duyanlar var. Unutmamak lazım ki, PKK’nin silahlı mücadeleye giriştiği süreç, demokrasinin tümüyle ortadan kaldırıldığı, en azgın baskı ve zulmün uygulandığı 12 Eylül dönemidir. Ben şunu söylerim hep; Bekaa’daki Mahsum Korkmaz Akademisi’nden daha fazla gerilla yetiştiren yer Diyarbakır Cezaevi’dir. Bu anlamda demokrasinin ortadan kalktığı ve Kürtlerin anadillerinin yasaklandığı bir noktada kitle hareketi başlamıştır. Yani demokratikleşme Türkiye’yi bölmez, tam tersine insanların kişisel hakları, ulusal özgürlükleri noktasındaki baskılar ancak Türkiye’yi böler. Bu çatışma ortamı, silahlı mücadele, 12 Eylül ürünüdür! Birinci mesele silah sorunun aşılması ile demokratikleşme, bundan sonra sınıf ve özgürlük meseleleri konuşulacak. Belki de Türkiye’nin önündeki en önemli noktalardan biri budur. Çünkü bir ulusal mesele varken, bir silahlı çatışma sürüyorken, Türkiye’nin doğusundaki, batısındaki evlere cenazeler giriyorken, sizin demokrasiyi konuşma şansınız yok, özgürlükleri konuşma şansınız yok, sınıfsal mücadele de tabi ki ulusal meselenin gerisinde kalıyor. Onun için bu barış süreci ile birlikte belki de şuanda barışa karşı çıkan güçlerin en çok korktukları mesele Türkiye’nin önünde yeni bir süreç başlayacak. Buna belki “Yeni Türkiye” demek mümkün. Çünkü 30 yıllık bir savaşın ardından başlayacak süreçte, Türkiye’nin burjuvazisi de, işçi sınıfı da siyasetçisi de kendisini yeniden yapılandırmak zorunda. Yani artık bu “Yeni Türkiye’de” özellikle, kent yoksullarından oluşan büyük Kürt nüfuslarının olduğu, ancak sendikal ve siyasal mücadeleye ulusal kurtuluş perspektifiyle katılan Kürtlerin de girmesiyle Türkiye’de büyük bir sınıf hareketinin, hak ettiği noktanın şimdi başlayacağını düşünüyorum. O da pek çok siyasi parti liderinin de, pek çok sendika başkanının da koltuğunu sarsacak nitelikte bir harekete dönüşmesi de mümkün. Bir ezber bozulacak diye düşünüyorum. Bu ayak sürümenin, sürece karşı çıkmanın da bir nedeni, bu ezberin bozulmasından doğan korkudur. Ciddi, soldan gelen sınıfsal hareketin başlaması, kurtuluş meselesinin silahlı olarak gündemden inmesiyle mümkün olabilir. Bu Türkiye’nin önünde özellikle demokrasi güçlerine, sosyalistlere yeni bir mücadele alanı açıyor. 12 Eylül’de başlayan ve giderek etkisizleşen sol-sosyalist anlayışı, sendikal hareketleri yeniden inşa etme sürecidir. Bu süreci de Kürt emekçileri ile Türk emekçileri birlikte öreceklerdir.
 
OLAY: Bu süreç AKP’nin bir süreci midir? Yani birçok örgüt, dernek veya sivil toplum kuruluşu, “Bu süreç AKP’nindir. Bunların hepsi oyundur. Bu barış halkın değil PKK ile AKP arasındaki barıştır” propagandası yapıyor. Bunlar sizin için ne ifade ediyor?
Celal Başlangıç: AKP pragmatik bir parti. Savaşın her türlüsünü denedi, hatta bundan 5-6 ay öncesine kadar başbakan elinde idam urganıyla geziyordu, BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, yargılanması ve mahkum edilmesinin peşindeydi. Bu noktaya gelmesinin nedeni savaşan Kürt örgütünün direncinin göstergesidir. Bu direnç AKP’yi bu noktaya getirdi. AKP’nin fazla takıntısı olmadığı için bu sürece girdi. Bu tercihi de bana göre çok doğru yaptı. Bu doğruyu da söylemek, bundan korkmamak lazım. Ama şimdi AKP’yi muhalefet etme adına “Kürtlere ne verdin?” diye soran MHP’si, CHP’si ve diğer Sırrı Sakık’ın deyimiyle “Ulu-solcu” kesimlere şunu sormak lazım; Ne verdin diye soracağına, “anadilini verdin mi? özgürlüklerini verdin mi? Yurttaşlık hakkını verdin mi?” diye neden sormuyorlar? “Bir insanın insan olmasından, bir halkın halk olmasından doğan en doğal en sıradan haklarını verdiniz mi?” diye neden sormuyorlar? Çünkü işte sözünü ettiğimiz biçimde kağıtlar yeniden karılacak ve sol için de sosyalistler için de sendikalar için de yeniden bir inşa süreci başlayacak, bundan korktukları için sormuyorlar. Sosyal demokratların da bazı sosyalistlerin de böylesi bir barış sürecine hiçbir hazırlıkları yok. Yani barış istemiyorlar.
 
OLAY: Bu süreç özellikle CHP’nin destek vermemesi ile de gündeme geldi. siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? CHP bu süreci nasıl yönetti?
Celal Başlangıç: CHP bir kere bu süreçte önce sessiz kalarak, sonra da kendi partisi içindeki ulusalcılara “kaç”, daha solda olanlara “tut” diyen bir yönetim biçimi oluşturdu. Bu ikili anlayışı CHP seviyor. Hangi CHP deyince iki CHP var bu konuda; biri barış sürecine daha yakın, geçen 111 aydının imzaladığı dilekçenin altına imza atan 30’a yakın milletvekili parti yöneticisi var, diğer tarafta Nur Serter, İsa Gök gibi İşçi Partisi’ne daha yakın görünen, İşçi Partisi ile aynı şeyleri söyleyen bir kanat var. CHP bu iki kanadın arasına sıkışmış durumda. Bu önümüzdeki süreçte CHP’nin bölünmesi demektir. Oradan yeni bir yapılanma çıkar. Nedir? Ulusalcı anlayış CHP’de egemen olursa, bunlar MHP ile yüzde 20 yüzde 30 oyu bölüşürler. Bir de CHP’nin gerçek bir sosyal demokrat partiye dönüşme süreci başlayabilir. Bu süreç başlarsa Türkiye’de AKP’ye ciddi bir alternatif yaratmanın, en azından muhalefetin başını çekebilecek bir yapının umut ışıkları doğabilir. CHP’nin iktidara göz kırpması için gerçek bir sosyal demokrat kimliğe kavuşması gerekiyor. Ya da CHP tasfiye olacak yerine gerçekten bir zamanların hiç değilse SHP’si gibi bir parti kurulacak, oraya doğru gidecek. Bu artık CHP’nin de MHP’nin de son demleri. Yani şehit cenazeleri gelmiyor. İşte asker uğurlamaları olmasa MHP’nin yapacağı politika yoktu. Topluma hiçbir şey vaat etmiyor, kim neden iktidara getirsin ki? CHP’nin de bir şey vaat edecek hali yok, bırakın kendi seçmenini, tabanını, CHP kendi parti kadrolarına bir şey vaat edecek durumda değil ve içerde çok büyük bir kavga var gerçekten. Bu kişisel çekişmelerden başlayıp ideolojik ayrışmalara kadar uzanan bir kavga. Burada hangi anlayışın egemen olacağı önemli, yani AKP’den daha geri politikalar izleyerek sosyal demokrat falan olunmaz. AKP anadil eğitimini serbest bırakıyor da anadilde eğitim hakkı vermiyorsa bunun hesabını soracak gerçek sosyal demokrat bir parti lazım.
 
OLAY: Mezopotamya savaş ve işgalleri yaşarken, 90’lı yılların “savaş tehdidi” Kuzey Ege’den ses çıkmıyor. Hatta öyle ki Kuzey Ege’de çeşitli etkinlikler de barış rüzgarları esiyor. Örneğin sizin de içinde bulunduğunuz Türk-Yunan Dostluk festivalinin bu yıl 13’üncüsü yapılacak. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Celal Başlangıç: Türk halkının ve Rum halkının ciddi sorunları yok. Ama ülkeyi yönetenlerin kendi içişlerinde egemen olabilmeleri için gösterdikleri bir öcü vardı, Yunanlılar için Türkler, Türkler için de Yunanlılardı. Özellikle Türk siyasetçilerinin de çok işine yaradı Yunanistan ile gerilim. Balyoz Darbe Planları’na bakınca da Yunan uçakları ile Türk uçaklarının it dalaşı yapmaları, hatta gerekirse bir Türk uçağının, Türkler tarafından düşürülmesi öngörülüyor. Belli ki içerdeki iktidar kavgalarının bir aracı olarak kullanılmış iki ülke politikacıları ve askerleri tarafından kullanılmış, Türk-Yunan gerilim. Mesela şuanda Yunanistan krizde ve orada Türklere karşı yapılan askeri harcamalar sorgulanıyor. Halbuki ikisi için de çok komik bir durum bu. Çünkü ikisi de NATO üyesi ülke, birbirleri ile ilgili casusluk yapmalarına, askeri anlamda sırlarını almak için çalışmalarına bile gerek yok. Çünkü askeri sırları NATO’nun elinde. Bu zamana kadar anlamsız bir dalaşma vardı. Özellikle 1999 depremi Yunanlıların yardıma gelmesi, kan vermek istemeleri, bazı milliyetçi politikaların “Yunan kanı istemiyoruz” diyecek kadar ilkel bir kafaya sahip olmalarını göstermesi açısından ilginç bir örnekti. Halklar arasında gelişen, Türkler ve Yunanlılar arasında, Ege kıyılarında ilişkiler, 1999 depremi ile birlikte hükümetlerden bağımsız, hükümetlerden çok daha önde bir biçimde ortaya çıktı ve ondan sonra da giderek gelişti. Artık hükümetler de yeni dönem politikalarını bu doğrultuda geliştiriyor. Bunda ABD’deki değişimin, Obama’nın iktidarda olmasının da Türkiye-Yunanistan arasındaki ilişkilerin gelişmesinde önemli katkısı vardır. Aslında artık her şey gerçekte halk arasında var olduğu biçimde olmaya başladı ve daha gözle görülür olmaya başladı. Özellikle iki ülke insanları birbirlerini tanıdıkça zaten daha sıcak ilişkiler kurulup, iki ülke arasındaki akışkanlık sağlanacaktır diye düşünüyorum.
Paylaş