2 Temmuz 1993 tarihinde 33 insanın can verdiği Madımak katliamının yıldönümü nedeniyle yazılı açıklama yapan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Çanakkale Şube Yönetim Kurulu açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “2 Temmuz 1993 tarihinde 33 insanımızın, tempolu alkışlar ve sevinç naraları eşliğinde ateşe verilerek öldürüldüğü Madımak katliamının üzerinden 21 yıl geçti. Bugün Irak’ta, Suriye’de kafa kesen, ciğer söküp yiyen selefi grupların benzerlerinin ‘Yak ulan yak, cehennem ateşi’ diyerek katliamı seyretmelerini bizler unutmadık. İnsanlık tarihine bu olayla utanç sayfalarından birini ekleyen Türkiye, ne yazık ki Madımak katliamıyla yüzleşmedi, arkasındaki karanlığı aydınlatamadı, katliamın siyasi sorumluları, organizatörleri adaletin karşısına çıkarılmadı. Tıpkı, Dersim 38’le yüzleşilemediği gibi… 1 Mayıs, Çorum, Maraş, Gazi katliamının aydınlatılamadığı gibi… Roboski’de Kürtlerin üzerine bomba yağdıran emri verenin açığa çıkarılmaması gibi… Gezi eylemlerinde hayatını kaybeden gençlerimizin katillerinin yargı karşısına çıkarılmaması gibi… Dersim’in kayıp kızlarının yaşadığı acılardan da, Kızıltepe’de 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın öldürülmesinden de 12 yaşındaki Koray Kaya’nın Madımak’ta ateşe verilmesinden de 14 yaşındaki Berkin’in öldürülmesinden de sorumlu olan devlet, aynı devlettir. “Bir futbol karşılaşmasında da bu kadar ölü olur” diyen Mesut Yılmaz’la Madımak davasının firari sanıklarıyla ilgili verilen zamanaşımı kararını “Hayırlı, uğurlu olsun” şeklinde değerlendiren, Sivas katillerinin adını Madımak Oteli’ndeki anı panosuna yazdırarak acılarımızla adeta dalga geçen, katliamı unutturmak için “Madımak” adını kaldırıp “İl Özel İdaresi Bilim ve Kültür Merkezi” şeklinde tabela astıran Recep Tayyip Erdoğan arasında nasıl bir fark vardır ki… Bu devlet, farklı uluslardan ve milliyetlerden ve de farklı inançlardan oluşan Anadolu halklarını Türk-İslam potasında eriterek kendisine makbul yurttaşlar yaratmak isterken Soma’da da yüzlerce işçinin ölümü karşısında ‘bu işin fıtratında var’ söylemiyle taşeronlaşlaşmanın, sömürünün, kapitalist vahşetin üzerini örtüyor. Yetmiyor, HES projeleriyle doğayı yok ediyor, su kaynaklarını sermayeye peşkeş çekiyor, kentsel dönüşüm projeleriyle milyonları yoksullaştırırken, iktidar destekli rant şebekelerini bir ahtapota dönüştürüyor. Neoliberal politikalarla gerici, ırkçı, şoven politikalar atbaşı gidiyor. Ne yazık ki Türkiye’de devlet, tarihsel bir süreklilik içinde farklı etnik ve inanca sahip yurttaşlarının temel hak ve özgürlüklerini kullandırmayan bir geleneğe sahip. Anadolu’nun kadim kültürel, etnik ve inançsal zenginlikleri yok ediliyor. Artık Hrant Dink yok… Süryaniler, Ezidiler yok… Yorgo çoktan gitti… Rozerin kimliğini talep ediyor… Hüseyin acısını dindirmek istiyor. Bizler, kimsenin dilinden, dininden, mezhebinden, cinsiyetinden dolayı aşağılanmadığı, ayrımcılığa uğramadığı, emek sömürüsünün yapılmadığı, sağlık ve eğitim gibi en temel insan haklarının piyasalaştırılmadığı, barışa ve halkların kardeşliğine gölge düşüren, daha güzel bir gelecek inşası önündeki engel zihniyet ve devlet politikalarının son bulmasına yönelik mücadele verirken, vahşi kapitalizmin, halkları birbirine düşman eden emperyalizmin yarattığı karanlığın daha da kesifleştiğine tanıklık ediyoruz. Çağdaş, bilimsel, laik bir eğitim yok artık… Eğitimde 4+4+4 düzenlemesiyle çocuk gelinler ve çocuk işçiler yaratılmak isteniyor. Ortaçağ dönemlerine özgü mezhep çatışmaları kapımızda. Ne yazık ki AKP iktidarıyla birlikte Türkiye, Ortadoğu bataklığının parçası oldu. Mezhep eksenli iç ve dış politika sonucu Türkiye’nin Suriye’de, Irak’ta lojistik destek verdiği IŞİD, Nusra, El Kaide gibi cihatçı örgütler, toplumsal barış ve güvenliğimizi tehdit ediyor. Alevilere karşı uygulanan sosyal, kültürel, ekonomik kuşatma daha sistematikleşti. Bizzat başbakan kalabalıkların önünde huşu içinde Aleviliği, Alevileri yuhalatıyor, nefret söylemiyle Alevileri hedef haline getiriyor, fişliyor. Yeni Osmanlıcı bir tahayyülle Ortadoğu’nun hamisi, Türkiye’nin halifesi, padişahı, Osmanlı’nın Yavuz Sultan Selimi olmak isteyen Erdoğan, teokratik bir devlete geçiş hamleleri yaparken, Anayasanın güçler ayrılığı ilkesini fiili olarak ortadan kaldırırken, laikliğin artık lafzına bile dayanamazken bizler inadına bu coğrafyada, kadim inançların, dillerin ve dinlerin her birinin kardeşçe bir arada yaşamasından, haklarının anayasal güvenceye kavuşturulmasından yanayız. Farklı uluslardan ve milliyetlerden ,farklı inançlardan oluşan halklarımız kardeşçe barış içerisinde bir arada yaşamaya inadına devam edeceklerdir. Gerçekten laik, evrensel insan hak ve özgürlüklerinin güvencede olduğu, hiç kimsenin kaygı duymadığı bir ülkeyi mutlaka inşa etmeliyiz. Türkülerimiz kardeşçe söylenmeli, derelerimiz özgürce akmalı ve herkes özgür olmalı. O halde yitirdiğimiz tüm canlarımızı unutmadığımızı göstermek için, bugün Irak’ta Suriye’de görülmedik bir barbarlık ve vahşet sergileyen selefi grupların ülkemize yönelen tehdidini bertaraf etmek için 2 Temmuz’da Sivas’ta Madımak Oteli önünde buluşmalıyız. 2 Temmuz insanın vicdanıdır. Vicdanını dinle…”