Prof. Dr. Osman Demircan
Nasıl bir Üniversite?
Üniversitelerimizin durumunu anlayabilmek için önce bu yazıda ideal durumu yani üniversitelerin olması gereken ideal durumu yazacağım. Karşılaştırmayı bir sonraki yazıda yapacağız. İdeal durumda üniversiteler ülkelerin gereksinme duyduğu yüksek öğrenimli insan kaynağını yetiştiren yüksek öğretim kurumlarıdır. Üniversitelerden beklenen ilk görev bilimsel temellere dayalı, evrensel geçerliliği olan bilginin eğitim- öğretimidir. Bu görev, öğrenciye, üst düzey evrensel bilginin, becerinin ve yetkinliğin kazandırılmasını içerir. Bu görevdeki başarı bir çok faktöre bağlıdır. Öncelikle eğitim-öğretim kadrosunun evrensel ölçülerde yetişmiş, araştırma projeleri yürüten, diğer ülkelerden bilim insanlarıyla birlikte ortak projelerde çalışabilen, bilimsel araştırma sonuçlarını uluslar arası arenada sunup bilgi alışverişi yapabilen, uluslar arası ortamda ses getiren yayınlar yapabilen, yöreyi laboratuar olarak kullanıp yöre kalkınması için projeler geliştirebilen ve üretilen tüm bu yeni bilgileri öğrencilerinin eğitim-öğretiminde kullanabilen öğretim elemanları olması gerekir. Üniversitede bilimsel araştırmalarla üretilen yeni bilgi, tez, rapor ve bilimsel yayınlarla insanlık yararına sunulur.
Üniversitede sanayinin gereksinme duyduğu alanlarda üretilen yeni bilginin teknoparklar ve/veya teknokentler aracılığıyla üniversite-sanayi işbirliğinin oluşturulup gerçekleştirilmesi için çalışmalar yürütmek ve bu şekilde yeni bilginin teknolojiye dönüşümüne katkıda bulunmak zaten bilimsel araştırma destekli uygulamalı eğitim-öğretimin doğasında vardır.
Üniversitenin bir başka görevi de bilimsel araştırmayı temel alan üst düzey bilginin halkın anlayacağı şekilde popülarize edilerek halka indirgenip bilimsel düşüncenin yaygınlaştırılması ve kamuoyu oluşturma için faaliyet gösterme ve bu yolla bilgi toplumunun oluşumuna katkı sunmaktır.
Bologna süreci gereğince üniversiteler bu görevleri, bir Avrupa ülkesinin üniversiteleri olarak, bilim dışında hiçbir siyasi ve dini görüşün etkisinde kalmaksızın, paydaşların yani öğretim elemanları, öğrenciler, programla ilgili sivil toplum örgütleri ve sanayi kuruluşlarının aktif katkılarıyla birlikte yürütme durumundadır. Bu sürece hakkıyla uyabilen üniversiteler Avrupa üniversiteleriyle rekabet edebilecek, mezun ettikleri öğrenciler alacakları diplomalarla tüm Avrupa ülkelerinde hatta tüm dünya ülkelerinde kolayca iş bulabileceklerdir. Zaten bu aşamaya gelindiğinde öğrenciler istedikleri süreleri Avrupa’nın istedikleri üniversitelerinde (hatta dünyanın istedikleri üniversitelerinde) okuyabilecek, mezun olduklarında evrensel diplomalar alabilecekler, üniversiteler de Avrupa’nın hatta Dünya’nın farklı ülkelerinden farklı bilim insanlarını daha rahat çalıştırabilecekler, evrensel üniversitelere dönüşeceklerdir. Bu söylenenler Türk üniversiteleri için ideal durumdur. Son yıllarda öğretim elemanlarının çok büyük emek ve zamanını alan (ayrıca büyük paralara mal olan bilgisayar programlarıyla yürütülen) Bologna süreci çalışmaları kağıt üzerinde kalmaz ve bilgisayarlarda unutulmazsa amaca ulaşılmış olacak: Üniversitelerimiz Avrupa ve Dünya üniversiteleriyle rekabet edebilecek; gençlik çağdaş bilim temelinde iyi yetişmiş olacak ve sonuçta ülke kalkınması için gerekli yetişmiş insan gücü ülkeyi kısa sürede gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarma fırsatı bulacaktır.
Ancak Türk Üniversitelerinin son yıllarda hızla bilimsel ortamın dışına sürüklenmesi, yoğun Bologna süreci çalışmalarının sadece görünüşte şekilsel kalacağı yönündeki kuşkuları arttırmaktadır. Avrupa Birliği uyum çalışmalarının da uzun süredir boşlanmış olması ve bu bağlamdaki tüm olumsuzlukların Avrupa Birliğine yüklenmesi çabası ülke kalkınmasında ve üniversitelerde Avrupa Birliğinden ve bilimsel anlayıştan uzaklaşıldığını göstermektedir.
Son yıllarda Türk üniversitelerinde yayın sayısı ve kalitesi hızla düşmektedir. Bu durumun yeni yeni farkına varan üniversite üst yönetimleri “yayın zaten kalitenin tek ölçüsü değildir, yayın olmasa da olur” gibi yanlış savlarla durumu kurtarmaya çalışmaktadır. Durum hiç de düşünüldüğü gibi değildir. Yayın, her türlü akademik etkinliğin sonucudur. Akademik etkinliğiniz yoksa yayın yapamazsınız, ya da yaptığınız yayın miş gibi yapılan akademik etkinlikler gibi gürültü düzeyini geçemez; kimse dikkate almaz. Zaten böyle yayınlar raflarda kalır, kimsenin işine yaramaz. Bir sonraki yazıda üniversitelerimizdeki yayın durumu irdelenecektir.