Hüznün duraklarında öğrendik soluklanmayı... Derin bir nefes
  çekip ciğerlerimize, koşar adım yaşamayı ...
  Her saniye tek bir boşlukta yüreğimizi yakan acıyla yüzleşmemek
  için, azap zannettik durmayı...
  Yoruldugumuzun farkına varmadan... Hep bir savaş halindeydik...
  Dünya ile, kendimiz ile, yüreğimiz ile...
  Her savaştan galip çıksakta bir tek yüreğimize
  yenildik... 
  Susmayan çığlıkları bastırmak için direndik... Yara bandı
  yapıştırdık, dikiş atılması gereken yaralarımıza...
  Ve kimbilir çoğu zaman kendimiz olmaktan çıkıp,bambaşka bir insan
  haline geldik...
  Taniyamadik bu aynadaki yüzü... Görünüşü biz, bakışları bambaşka
  biri...
  Sahi bizi bu hale getiren neydi, kimdi....
  Çocukluğumuzun heyecanını alıp götüren, bakışlarımızdaki o
  ışıltıyı kaybetmemize sebep olan gün, hangi gündü... Hiçbir zaman
  hatırlamayacagiz değil mi, yüreğimizdeki o masum çocuğa veda
  ettiğimiz günü...
  Hüznün duraklarında öğrendik sessizce yaşamayı... Yüreğimizin
  sesini kısıp, bir firtinaya atlamayı... Sakin bir liman olmak
  yerine, denizin ortasında boğularak nefes almayı...