Ofreneion'dan Erenköy'e... (19)
CENNETİN KAPISINDAKİ GÖREVLİ GELENE SORAR;
• NEREDEN GELDİN?
• ERENKÖY`DEN
• BURAYA GELMENE GEREK YOKTU...
18`inci yüzyılda, seküler temeller üzerine bina edilen Yunan milliyetçiliği, Osmanlı kentlerindeki varlıklı Rumlar, Avrupa kentlerindeki varlıklı diasporalar tarafından, Osmanlı topraklarına getirilmiştir. 18`inci yüzyıldaki düşünsel gelişmeler, 19`uncu yüzyılda, bütün Avrupa`da olduğu gibi Osmanlı topraklarında da ortaya çıkmıştır.
Seküler bir temel üzerine ortaya çıkan Yunan milliyetçiliği, Osmanlı devlet yönetiminden başka, muhafazakar Osmanlı Rum seçkinlerinin direnciyle karşılaşmıştır. Milliyetçilik düşüncelerinin baskısıyla da olsa, kilise tekelindeki eğitim müfredatlarına, fen derslerinin eklenmesi, bu düşüncelerin daha çabuk yayılmasına neden olmuştur. Yunan milliyetçiliği için din, Yunan kültürünün başarıyla sahiplenilmesinin önündü Ortaçağ`dan kalma bir engel olarak görülüyordu. Din ve ekümenik patrikhane gibi dinsel kurumlar, Osmanlı Devleti için vazgeçilmez kurumlardı. Ve bu kurumları her şey için kullanıyorlardı. Yunanca konuşan ve Ortodoks Hıristiyan milletine "Rum" denmesinin nedeni, Roma İmparatorluğu vatandaşlarını tanımlayan Yunanca "Romeos" kelimesiydi. Daha sonra bu kelime Türkçeye ve başka dillere "Rum" olarak aktarıldı. Osmanlı`da yaşayan Ortodoks Hıristiyan nüfusun tamamı, "Rum" adıyla anılmaya başladı. Ortodoks Hıristiyanlığı, Yunan kimliği için vazgeçilmez bir koşul değildi. Tam tersine, ulusun modernleşmesine engel bir neden olarak görülüyordu. Tehlikeli bir engeldi ve Osmanlı` ya itaati onaylıyordu. Batı Avrupa`dan gelen bu düşüncelere "Bozguncu Düşünceler" deyip, karşı çıkıyorlardı. Ortodoks Hıristiyanlık dini, Osmanlı baskılarının etkilerini güçlendiriyordu. Ortodoks Ruhban sınıfının ileri gelenlerinin, Osmanlı yetkilileri ile işbirliği yapmak, Hıristiyanlığın özünü kirletmekle suçluyorlardı. Yunan devrimcilerinin ilk yola çıkışları, Fransız Devriminden sonraki ilk yıllarda, sadece Osmanlı topraklarında yaşayan Rumların kurtulması değil, Müslümanların da bu ayaklanmaya katılıp topyekun Osmanlı yönetimini devirip bütün milletlerle birlikte Avrupa`daki cumhuriyet gibi bir sistem kurmayı hedefleniyordu. Bu düşünceler, daha sonra evrimleşerek, ulus devlet kurmak şeklinde değişti. Ortodoks Ekümenik Patrikhane de, Ortodoks cemaatin temsili için Osmanlı yönetimiyle kurumsal çerçeve oluşturmuş, aydınlanma, Fransız devrimi ve bununla birlikte ortaya çıkan yeni modern düşüncelere pek yakınlık duymuyor, bu düşünceleri benimsemiyor, "bozguncu düşünceler" olarak niteliyordu. Bu düşüncelere sahip olanları tehlikeli olarak görüyorlardı. Yunan Devrimcileri için en büyük engeldi. Öyle ki, Kudüs Patriği Anthimos yayınladığı bildiride, "Osmanlı meşrudur" der, milliyetçi başkaldırıya karşı çıkar ve bu yeni devrimci fikirlerin Ortodokslar için Osmanlı hükümdarlığından daha tehlikeli bir durum olduğunu belirtir, Fransız devriminin Ortodoks ahlakı üzerindeki zararlı etkilerinin neler olduğunu açıklar. Padişaha bağlı kalmalarını nasihat eder. "Özgürlük umutlarınıza kulaklarınızı tıkayın, dinlemeyin onları", "yönetime olan itaatinizi sımsıkı koruyun" telkinlerinde bulunuyordu. Osmanlı topraklarında ve Avrupa`da bu siyasal gelişmeler olurken, bazı düşüncelerin, Osmanlı topraklarında yaşayan Rumlarla ilgili hayati kararlar alırken, bu gelişmelere karşı çıkanlar olurken, Osmanlı topraklarında yaşayan Rumların çoğunluğunun bu gelişmelerden haberi bile olmadan yaşamlarına devam ediyorlardı.
Ama sonucu kötüye evrilecek olanın başlangıcıydı tüm bu gelişmeler...
ERENKÖY`de ÇOCUK OLMAK...
Tüm bu gelişmeler olurken, Erenköy`de yaşam devam ediyordu. Sadece gözlerinin "kara" olmasını, geleceklerinin "kara" olmasını istemediğimiz çocukların oyun alanı Erenköy ve köyün çevresindeki bahçeler, köyün sokakları, evlerin bahçeleri, her yer çocuklar için oynanacak, oyun kurulacak alanlardı. Oynadıkları oyuncaklar çok sadeydi. Karpuz kabuğundan gemiler, tahta tekerlekli arabalar, demirden çember en kıymetli oyuncaklardı. Kız-erkek karışıktı oyunları. Karnını doyuran çocuk, sabah evden çıktığında, ekibini kurar ve oyuna dalardı. Çoğu kendilerinden biraz daha büyük olanı dinler ve onu rol model alırlardı. Sıcak, soğuk, yağmur çocukları pek etkilemezdi. Çünkü çocuklar yorulmak nedir bilmezlerdi. Anne veya baba, çocukları eve götürmeden, eve gitmez istemezlerdi. Burunları aktığı veya ağladığı zaman gözyaşlarını da burnunu da elinin tersiyle silerlerdi. Karınları acıktığında, en yakın evin kadını, çocuklara birer dilim üzeri zeytinyağlı veya salçalı ekmek verir, çocuklar oyunlarına devam ederlerdi. Çocukların genelde birlikte oynadıkları oyunlar; birdirbir, uzuneşek, güvercin taklası, yedi kiremit, seksek, saklambaç, koşturmaca, yakalamaca, çömlek patladı, topaç (fırıldak) çevirme, maza gibi oyunlar... 15-16-17 yaşlarında, daha büyük çocukların, genelde akşamları, ay ışığının olduğu geceler, "Kemik Saklama" oyunu çok rağbet gören oyunlardı. Kız çocukları, toplu oyun oynasalar da genelde kendi aralarındaki oyunlar; Salıncakta sallanma, evcilik, bebek oyunları, tercih edilen oyunlardı. "İstop" oyunu, içi yün doldurulmuş ayakla oynanan top oyunu, çocukların en temel oyunlarındandı. En doruk noktasına kadar yorulmuş, enerjisini tüketmiş çocuk, eve geldiğinde Erenköy`ün bütün yükünü taşımış gibiydi. Banyo yapmak istemeyen çocuk zorla da olsa bahçede veya evin salonunda banyo yaptırılır öyle yatırılırdı.
ERENKÖY`de YEMEK KÜLTÜRÜ...
Erenköy`de mutfak, Anadolu ve Akdeniz yemek kültürünün karışımıydı. Zengin bir yemek kültürü vardı. Sahip kasabası olması nedeniyle denizle barışıktılar. Denizin tüm bereketinden ve çeşitli ürünlerinden faydalanıyorlardı. Balık ve çeşitleri boldu ve ucuzdu. Anadolu mutfağına da yakın olan Erenköy yemeklerinin başlıcaları şunları;
Mantı: içinde kıyma, bulgur ve baharat konurdu. Hamur işi olan mantı, fırına verildikten sonra üstüne kaynatılmış domuz sosu dökülürde, yanında mutlaka Erenköy şarabı içilirdi.
Tarhana: Hamurdan, yumurta, domates karışımı yapılarak, güneş görmeyen ortamda kurutularak yapılan, çorba yapımı için kullanılan malzeme, ekşi tarhana veya tatlı tarhana olarak yapılırdı. Ekşi tarhanadan çorba, tatlı tarhanadan yemek yapılırdı. Sabahları tarhana içmek gelenekti.
Stifato (mantı): Kalamar, et ve sübyadan yapılan yemek.
Kasma: Sütle yapılan bir yemek. Pide ve dolmanın içine doldurulan malzeme olarak da kullanılırdı.
Kuskus: Buğday, yumurta, süt karışımından olan yemek, değişik makarna...
Yufka (erişte): Süt ve yumurtadan yapılırdı
Lokum: Yeni buğdaydan yapılmış ekmek
Pisades: Noelde yapılan lokmaların ismiydi. Çok çeşit pide yapılırdı; etli, sütlü, peynirli gibi pideler.
Cicirya: Peynirli hamur
Efibadem: Bir çeşit unlu kurabiye
Sakızlı kurabiye, kılıç rosto, Girit salatası, Girit ezmesi, közlenmiş patlıcan...
Biber papara: Et suyuyla yapılmış, ekmek, sosla yapılmış yemek
Bu yemeklerin yanında Erenköylü kadınlar, açmış oldukları ince yufkalarıyla meşhurdular.
ERENKÖY`DE DİNSEL ADETLER VE GELENEKLER
NOEL (25 Aralık): Noel arifesinde Erenköylü kadınlar, hazırlıklarına başlarlardı. Kadınlar o gün tatlı, özel lokmalar, değişik çeşitte pideler pişirirlerdi. Arife günü yapılan tatlılar, komşulara ve akrabalara dağıtılırdı. Çocuklar maskeler takar, değişik kıyafetler giyerek sokaklarda dolaşırlardı. Bir çeşit karnaval gibiydi. Ellerinde bir çan ve sepekle, kapı kapı dolaşır, her kapı önünde şarkı ve maniler söylerlerdi. Her ev sahibi, çocuklara şeker, kuru üzüm ve değişik çerezler verirlerdi. Kışın kar yağışı olsa da, o gece ellerine gemici fenerlerini alarak kiliseye giderlerdi. Ve sabahın ilk ışıklarına kadar kilisede kalıp ibadetlerini yapar ve sabaha karşı eve dönerlerdi. Kiliseden dönenler aileleriyle birlikte noel yemeğini birlikte yerlerdi.
YILBAŞI: Hemen hemen her yılbaşı kar yağışı olurdu. Yılbaşı arifesi, evin sahibi çeşmeden su alır, su aldığı çeşmenin havuzuna bozuk para atar ve aldığı suyla tüm evi kutsar, dua okurdu. "Evime zenginlik çeşme suları gibi aksın" dileğinde bulunurdu. Daha sonra evin salonuna masa kurulurdu. Bu yılbaşı yemeğinde, evin erkek çocuğu sayısı kadar tavuk pişirilirdi. Yılbaşı yemeğinde, yılbaşı pidesi mutlaka olurdu. Bu pide, yılbaşının ayrıntısıydı. İkinci günün gecesi; iki, üç dost aileler bir arada yemek yerdi.
THEOFANIA YORTUSU (FOTA): Vaftiz anneler, Fota Yortusunun arifesinde, vaftiz çocuklarına bir beyaz mum, klikudi çöreği, portakal, kuru incir ve para yollardı. Denize haç atma töreni, denizi olan yerde, denizde yapılırdı...